Günlerdir, Türkiye'nin dört bir yanından mesajlar alıyorum.
Birbirini görmemiş, birbirini asla tanımamış insanlardan hem
de...
Kimi esnaf, kimi işine gidip gelen kamu
çalışanı... Hepsinin şikayetleri birbirinin
aynı...
Esnaf, "Son günlerde yediğimiz cezaların
haddi hesabı yok. Denetim tamam ama, eften püften nedenlerle
yediğimiz cezaların altından kalkamayacak hale
geldik" diyor.
Bir kafeterya işletmecisi anlatıyor.
"Devlet bana nargile ruhsatı vermiş, içilecek alanı da kendisi
belirlemiş. Ama denetim memurları, belirlenen alanda nargile
içildiği için bana 40 bin lira ceza kesti. Bu cezalar bir kez
değil, defalarca
kesiliyor" diyor.
Bir kaç mekan sahibine sordum, onlar da tıpatıp aynı şeylerden dert
yanıyor.
Çalışan kesim ise işe gidip gelirken, yediği trafik cezalarından
yana dertli...
Sıradan cezalar değil...
Her gün gidip geldikleri güzergahta, EDS kameralarının arkalarından
gönderdiği seri cezalar. Kimisi gelen ceza makbuzlarını bana
göndermiş.
Bakıyorum, bakıyorum, bir anlam veremiyorum. Anlam veremiyorum
çünkü bu cezalar normal değil...
Bir çok ilde, belediyelere bağlı zabıtalar esnafa nefes aldırmıyor.
Yıllardır aynı noktalarda satış yapan seyyar satıcılara
göz açtırılmıyor. Yaşlı başlı insanların tezgahları tarumar
ediliyor, direnenler sıra dayağından geçiriliyor, öldüresiye
dövülüyor. Abidik gubidik nedenlerden dolayı denetim yapılıyor ve
tonla ceza kesiliyor.
Vergi dairelerinde, belediyelerde ve diğer kamu hizmetlerinde
hizmet alamadığını söyleyenlerin oranı katlanarak
artıyor.
Yaşanan süreç, bana Gezi eylemleri öncesindeki durumu
hatırlatıyor.
Birileri sanki bir patlama noktası oluşturmak
için, "Yeter artık" dedirtmek ve milleti
sokağa dökmek için ortamı ısıtmaya çalışıyormuş gibi
geliyor.
Ortalıkta ilginç videolar dolaşıyor.
Hulusi Akar Paşa'yı aciz gibi gösteren rehin alınma videosu gizli
eller tarafından medyaya servis ediliyor.
Sedat Peker'in adı kullanılarak birilerine işkence ediliyor ve
bu görüntüler sosyal medyada yayınlanıyor. Bir başka videoda
vatandaş sokak ortasında işkence görüyor ve kendi eliyle kendisine
kurşun sıktırılıyor. Devlet mafyaya teslim olmuş
gibi bir infial havası estiriliyor.
Şu sıralar sosyal medyada dikkatimi çeken bir şey var.
Daha önce 15 Temmuz'u ima yoluyla işaret edenler, bu sıralar Kasım
ayının ortalarında yeni bir şeyler yaşanacağından
bahsediyor.
"Kasım ayı zor geçecek" diyen
diyene...
Firari terörist Fetullah Gülen'in sesi netliğini kaybetmeden hala
buralara kadar ulaşabiliyor. Böcek suratlı, Pensilvanya'daki
ininde, bu söylentileri haklı çıkarırcasına yeni ihanet senaryoları
anlatıp duruyor. Son mesajındaki "Ayağa
kalk Sakarya" mesajı bana öylesine
söylenmiş bir söz gibi gelmiyor.
Felaket tellallığı yapma niyetinde değilim.
Sadece yaklaşan sessiz bir tehlikeyi haber veriyor ve tıpkı 15
Temmuz sonrasında olduğu gibi uyanık olmamız gerektiğini
söylüyorum.
"Yeni acıların ve kötü anıların yeniden önümüze serilmemesi
adına uyanık
olmalıyız" diyorum.
Bugüne kadar başımıza ne geldiyse umursamamaktan ve ihmalden geldi.
O ihmaller zinciri, daha önce hiç görmediğimiz fırtınaları kapımıza
kadar getirdi.
Ve bu ihmaller sonucunda yaşadığımız acı, hayatımız boyunca
hissettiğimiz tüm acılardan daha beter oldu.
Onun için çok dikkatli olmalıyız.
Yukarıda bahsini ettiğim cezalar neden kesiliyor, esnaf ve vatandaş
neden infial noktasına getiriliyor ve kimler perde arkasında ne
planlar yapıyor?
Ülkeyi idare edenler bunların hepsini tek tek araştırmalı ve
gereğini yerine getirmeli...
Ve bizler...
Ülkesini canından aziz bilen bizler.
Bedenlerimizde ve ruhlarımızda açılmak istenen yeni yara izlerine
asla izin vermemeliyiz.
Mesele vatan olunca, ideolojilerin ve partilerin bizim için önemsiz
olduğunu daha önce gösterdik. Ülkenin bekası için tarifi tamiri
imkansız bedeller ödedik.
Geri dönemeyecek kadar ilerledik.
Bu noktaya birbirimizle didişmek için, şahsi hesaplaşmalar için ve
en önemlisi pes etmek için gelmedik.
Bir olmaz, birlik içinde haraket etmezsek, pişman olacak zamanımız
dahi olmayacak.
SOSYAL MEDYADA TAKİP
İÇİN: