Ölüm indirmede gökler ile ölü püskürmede yerin yarıştığı bir
ülkede yaşıyoruz.
Kartalkaya’daki elim faciaya benzer bir trajediyi 1997
senesinde, Karapınar’daki trafik kazasında yaşamıştık.
24 Ekim 1997’de, Karapınar’da otobüs ile tanker çarpışmış,
kazanın etkisiyle otobüste meydana gelen yangında, çoğunluğu
üniversite öğrencisi 48 canımızı yitirmiştik.
Cumhurbaşkanı Demirel, yaşanan bu acıdan sonra,
“Hemen her olaydan bir suçlu çıkarmaya çalışmayın. Çünkü
her olayın şartları ayrı” diyerek, ihmal, kusur ve suç
olasılığını perdelemiş; olayı bir nevi kadere bağlamıştı.
Zamanın Başbakanı Mesut Yılmaz kazayla ilgili,
“Trafik sorunu bir iki tedbirle çözülecek sorun değil. Çok
daha karmaşık ve çok daha kapsamlı bir sorun” ifadelerini
kullanarak, üretici firma ilgili iddiaları pas geçmiş; trafik
kazalarını yedi bilinmeyenli denklem mesabesine taşımıştı.
Otobüsteki yangının nedenleri arasında, üretici firmanın eksik
donanım ve imalat hatasına vurgu yapılmıştı.
Üretici firmaya davalar açılmış, şirket suçlamaları reddetmişti.
Mahkemeler uzadıkça uzamış, Ecevit dönemine gelinmişti.
Yerel mahkeme, üretici firmanın yöneticilerine gıyabi tutuklama
kararı çıkarmıştı.
TÜSİAD ve Otomotiv Sanayii Derneği Başbakan Bülent
Ecevit’e, olaya -yargıya- müdahale etmesini
istemişlerdi.
Yabancı Sermaye Derneği de dönemin Adalet
Bakanı Hikmet Sami Türk’e mektup yazarak yardım talebinde
bulunmuştu.
Doğal ya da doğal olmayan yollarla; deprem, sel, yangın ya da
maden kazalarında çok kayıp veriyoruz.
Kartalkaya’daki otel yangınında da 78 insanımızı yitirdik.
Gazzeliler’in, terör devleti İsrail’in tek seferde
yaptığı saldırılarda verdikleri şehit kadar vatandaşımızı toprağa
verdik.
Karapınar trafik kazası ile Kartalkaya otel yangını arasından
yaklaşık 25 yıl geçmiş.
Siyasilerin söyleminde o günden bugüne mesafe kat edilmiş, fakat
eylem noktasında yeterince yol alınmamış.
Artık, “Bu son olsun, bu bize ders olsun, sorumlular
hesap versin” temennilerinden öteye geçmeliyiz.
Batı Cephesi’nin durumunu değiştirmeliyiz:
Birbirimizi suçlama, suçu başkasına yıkma,
İhmal, kusur, "bi'şey olmaz", bedel ödememe,
İdeolojik körlük, her olaya kendi siyasi mülahazamızla
bakma,
Tarafsız olmama gibi hastalıklarımızı bir kenara
bırakmalıyız.
Yoksa, daha çok canımız yanar. Her türlü içtimai,
siyasi, sosyal ilişki ve itimat denetime mani
olmamalı...
***
Yangında kaybın çok olmasının nedenleri arasında birçok ihmal ve
kusur dile getirildi.
Fakat, güvenlik kamerasına dikkat çeken olmadı.
Otelin, her bölümü gören bir güvenlik kamera sistemi mutlaka
vardır.
Güvenlik görevlisi ya da görevlileri güvenlik kameralarını
monitörden izlemiyorlar mıydı?
İzleniyorsa, yangın daha erken fark edilebilir ve can kaybı bu
kadar yüksek olmayabilirdi.
Yok, sistem takip edilmiyorsa bu da çok ağır bir kusur. Bu konu
hiç konuşulmadı.