Karaoğlanı son yolculuğuna uğurluyoruz
Abone ol"Artık gidiyorum" diyor Ecevit çevirisini yaptığı bir şiirle... Kendisini uğurlamamızı istiyor..
“Artık gidiyorum...
Beni uğurlayın kardeşlerim
Hepinize eğilerek ayrılıyorum
Yalnız sizin son ve nazik sözlerinizi bekliyorum
Uzun zaman komşuluk ettik, ama verebildiğimden çok aldım
Şimdi gün ağardı, karanlık köşemi aydınlatan lamba söndü
Bir davet geldi ve ben yol için hazırım
Bu ayrılış gününde bana bol şans dileyin arkadaşlarım
Beraberimde ne götüreceğimi sormayın
Seyahatime boş eller ve ümideden bir kalple çıkıyorum''...
Bu mısralar Gitanjali'ye ait, çevirisi ise Türk siyasetinin simge
bir ismine, bugün son yolculuğuna uğurladığımız Türkiye'nin
Karaoğlan'ı Bülent
Ecevit'e... Tıpkı çevirisini yaptığı bu güzel şiirdeki gibi Ecevit
artık çok uzaklarda...
O, 81 yıllık hayatında siyasetçi, başbakan, genel başkan, gazeteci,
şair, en önemlisi de iyi bir eş, simge bir insan oldu. Bugün son
yolculuğuna uğurlanan Ecevit, arkasında kendisiyle özdeşleşen
sözler, simgeler, eserler, dolu dolu geçen bir hayatın izlerini ve
yaşlarla dolu gözler bıraktı. İşte, Bülent Ecevit'in 81 yıllık
yaşam öyküsü...
1925 yılı 28 Mayıs günü...
İstanbul Beşiktaş Akaretler'de bu pırıl pırıl ilkbahar günü dünyaya
gözlerini bir bebek açtı. Prof. Dr. Mehmet Fahri Bey ile Ressam
Fatma Nazlı Hanım, bebeğin ismini ''Mustafa Bülent'' koydular.
Dedesi din alimi Mustafa Şükrü Bey'den ''Mustafa'', ailesinden ise
''Bülent'' ismini aldı.
Mahmut Çetin'in kaleme aldığı ''Çinli Hoca'nın Torunu Ecevit''
kitabındaki
bir olay da Ecevit'in ilginç kaderini gözler önüne seriyor:
”Ferhande Hanım, Ecevit'in annesi Nazlı Hanım'ın teyzesiydi. Son
sadrazam Tevfik Paşa, Ferhande Hanım'ın yeğeninin oğlu Bülent'i 3-4
yaşlarındayken
kucağına alıp sevdi ve 'Bu çocuk ileride büyük adam olacak'
dedi.”
Sadrazamın kucağında oturan çocuk, yarım yüzyıl sonra onun
koltuğuna
başbakanlık koltuğuna) oturacaktı...
OKUMA YAZMA ÖĞRENMEDEN...
“Ben daha okuma yazma öğrenmeden önce şiir söylemeye başlamıştım.
Ve onları
anneme dikte ederdim, kendim yazıyı öğrenmediğim için henüz”...
Edebiyat ve şiire ilgisini böyle aktaran Bülent Ecevit, yazıyı
öğrendikten sonra ilk daktilosuna da kavuştu: Yaşamının son
dönemecinde ODTÜ'ye bağışlayacağı Erica.
EL ELE BÜYÜTTÜLER SEVGİYİ...
İstanbul Amerikan Koleji yıllarında bir piyes hazırlığı sırasında
Rahşan hanım ile tanıştı. Bu arkadaşlık, hayatın, siyasetin tozlu
yollarında upuzun bir yolculuğa dönüştü. Rahşan ile Bülent Ecevit
çifti, yıllarca “El ele büyüttüler sevgiyi.”
1946'da evlendiler, sade bir nikahla... Gelin gelinlik, damat
damatlık giymedi. Hayatları boyunca sürdürecekleri sadelik daha
evlilik töreninde başlamıştı.
SİYASET SAHNESİNE ÇIKIŞ
32 yaşında, Ankara'dan milletvekili adayı oldu. 1957 seçimlerinin
sonunda Ecevit artık milletvekili idi... CHP'nin 5 Mayıs 1972'de
yapılan 5. Olağanüstü Kurultayı bir devrin sonu oldu. İsmet İnönü,
8 Mayıs 1972 tarihinde, 33 yılı aşkın bulunduğu genel başkanlık
görevinden istifa etti. Bu gelişme üzerine 14 Mayıs 1972'de
toplanan özel kurultayda, Ecevit, CHP Genel Başkanlığı'na
seçildi.
“MAVİ GÖMLEK”...
Seçim gezileri sırasında Rahşan Ecevit, çok önemli bir buluşun
mucidi oldu:
“Bir gün vatandaşın biri sormuştu bana. 'Hangisi Ecevit' diye...
Ben de
'işte, şu mavi gömlekli' demiştim. Sonradan düşündüm ki, o beyaz
gömlekler
arasında mavi gömlek en iyi görüneniydi.'' Ve Ecevit mavisi
doğdu...
KIBRIS FATİHİ KARAOĞLAN...
Ecevi’in hayatındaki en önemli kararlardan biriydi Kıbrıs Barış
Harekatı.
Amerika ambargosuna rağmen aldığı karar ile “Karaoğlan” isminin
yanına “Kıbrıs Fatihi”ni ekledi.
12 Eylül 1980 yılında Türk Silahlı Kuvvetleri yönetime el koyunca
Ecevit için sancılı bir süreç başladı. Gece saat 03.00'te evinden
alınan Ecevit, Rahşan Ecevit ile birlikte Hamzakoy'a ''TSK'nın
misafiri'' olarak götürüldü. Hamzakoy'daki ''misafirliği'' 11 Ekim
1980 tarihinde sona erdiğinde artık yasaklı bir liderdi.
DSP SÜRECİ
Ecevit, 14 Kasım 1985'te kurulan partinin kuruluşunu, 14.
yıldönümünde şu sözlerle anlattı: “Paramız yoktu... Fazla bir
desteğimiz de yoktu. Ama azmimiz vardı. Rahşan Ecevit, iki odalı
bir bodrum katında, bir avuç arkadaşıyla görevi başladı. İğneyle
kuyu kazarcasına çalışarak, partinin sağlam bir zeminde
güçlenmesine ve doğrultu tutarlılığına ödünsüz özen gösterdi. Bu
davranış da giderek DSP'yi halkın güvenini kazandırdı.”
Bülent Ecevit, 20 Ekim 1991'de 12 Eylül'den sonra ilk kez
Zonguldak
Milletvekili olarak TBMM'ye girdi. DSP'nin oyları 24 Aralık 1995
tarihinde
yapılan erken genel seçimde yüzde 14.64'e, milletvekili sayısı
76'ya yükselirken; Ecevit, 30 Haziran 1997 tarihinde ANAP Genel
Başkanı Mesut Yılmaz başkanlığında kurulan koalisyon hükümetinde
Başbakan Yardımcısı olarak görev aldı.
Koalisyon hükümetinin gensoruyla düşürülmesinin ardından, Bülent
Ecevit, 11
Ocak 1999'da DSP azınlık hükümetini kurarak 4. kez başbakan oldu.
Partisinin, 18 Nisan 1999'da yapılan seçimlerden yüzde 21.71 oy
oranıyla birinci parti olarak çıkması üzerine, hükümeti kurmakla
görevlendirilen Bülent Ecevit, 28 Mayıs 1999'da kurulan
DSP-MHP-ANAP koalisyonunda yeniden başbakanlık koltuğuna
oturdu.
AKTİF SİYASETE SON
Genel başkanlıktan ayrılma kararını, 3 Kasım seçimlerinden önce
olduğu gibi, seçimlerden sonra da zaman zaman dile getiren Bülent
Ecevit, 22 Mayıs 2004 tarihinde düzenlediği basın toplantısıyla
halefini ilan etti ve görevi Genel Başkan Yardımcısı Zeki Sezer'e
devretmek isteğini belirtti.
DSP 6. Olağan Büyük Kurultayı'nda, 1954 yılında, CHP Çankaya
Gençlik
Ocağı'na üye olarak başladığı aktif siyasi yaşamına son veren
Bülent Ecevit, o tarihten sonra da yaptığı bazı açıklamalarla
gündem yarattı.
VEDA GÜNÜ
18 Mayıs 2006 tarihinde geçirdiği beyin kanamasının ardından
GATA'ya
kaldırılan Bülent Ecevit, tam 171 gün yaşama tutunmaya çalıştı.
Sonunda 5 Kasım 2006 günü saatler 22.40'ı gösterirken yarım asrını
Türk siyasetine veren Ecevit, belki de ilk defa bir mücadeleden
''yenik'' ayrıldı.
Türk siyasetinin Karaoğlan'ı, bugün artık bedenen yok. Ama
düşünceleri,
simge olmuş kişiliği, Türk siyasetine kazandırdıkları, sadeliği,
duru Türkçe'si, insana olan sevgisi hep hatırlanacak. Tıpkı kendi
mısralarında olduğu gibi:
bir boşluktan bir boşluğa
bir cam bardağa dolmuşum
cam bardakta su olmuş
sudan içmiş can olmuşum
görünmezden cana bir kumaş
örülmüş kumaşa bürünmüş
beden olmuşum
bir varmış bir yokmuş
iki boşluk arası
bir rüyalık alemde
sen ben olmuşum