Dünkü “Muhteşem On yıl” adlı köşe yazımda,
Başbakanın “Muhteşem Yüzyıl” dizisini
eleştirmesi ile ilgili fikirlerimi paylaşmıştım. Ve Başbakan’ın bu
ifadelerinin neden doğru olmadığını tartışmaya çalışmıştım.
Bugün ise aynı diziye farklı bir noktadan bakmak istiyorum.
Muhafazakâr ve milliyetçi kesimler, Kanuni Sultan Süleyman
döneminin resmi ideolojinin öğrettiği tarih bilgisinin aksi yönünde
ve kurmaca bir senaryo biçiminde anlatılması nedeniyle Muhteşem
Yüzyıl dizisine öfkeyle bakıyorlar.
Ama ikinci bir öfkeli kesim daha var ki; onlar da muhafazakâr
insanların dizi ile ilgili tutumuna karşılık “bunlar
da tutturmuş bir Osmanlı da Osmanlı…” diyenler.
Zaten biliyorsunuz “öfke” bizim ata sporumuz.
Bizde aksiyonsuz yaşanmaz hiçbir şey.
Peki, ya biri de çıkıp 1923 sonrası “Muhteşem On Beş
Yıl” adıyla bir dizi yapmak isterse?
Ama tıpkı Can Dündar’ın “Mustafa” belgeselinde
olduğu gibi Atatürk’ü bir birey olarak el alıp özel hayatını,
eşleri arasında gidip gelmelerini, ihtiraslarını, iktidar
çekişmelerini anlatmayı denerse?
Ve hikâyenin belli bir kısmını da kurmaca olarak yaparsa?
Gerçeklikle çelişen bölümler yer alırsa senaryonun içerisinde?
Atatürk’ü tamamen içki içen, akşam yemeklerinden sonra kadınlarla
müzikli gecelerde dans eden bir lider olarak gösterirse?
Sizce ne olur?
Yer yerinden oynamaz mı?
Atatürk’ü insanların gözünde küçültmeye çalışıyorlar diye
söylenmez mi?
Bunların amacı zaten Atatürk’ü kötülemek denmez mi?
Kanuni de olduğu gibi, Atatürk’ü sevmeyen kesimler de
“bıyık altı” gülmezler mi?
Evet, gülerler ve bunları da söylerler.
Peki, öyleyse sanatın duruşu ne olacak farklı kesimlerin tabu
kabul ettiği konularda? Sanatçı tabulardan uzak mı duracak? Yoksa
hiç girmeyecek mi bu konulara?
Bence iki yol var.
1- Ya sanatçı “tabular
ülkesinde” değindiği her bir konuyu, tarihçiler ve bilim
insanları eşliğinde hazırlayacak. Her şey gerçekliğin paralel bir
evreni olacak.
2- Ya da biz “bilimsel tez
ve eserlerle” – “sanat eseri” arasındaki
farkı öğreneceğiz?
Bence ikinci yol en doğru olanı.
Eğer siz, kendinizi bilirseniz, sanatçının ne yapmaya
çalıştığını da bilirsiniz.
Eğer siz, kendinizden emin olursanız, sanatçıya öfkeniz de
kendinden emin olur.
En önemli nokta ise, sanatçıların eserlerini siyasetçilerin
değil;
Toplumun tartışması!
Kanuni’nin savaşlarına odaklanmak isteyenler, “bu
şekilde hazırlanan dizi ve filmleri izlesin ya da müzeleri
gezsin.”
Harem’in dedikodularını merak edenler o tarz çalışmalar yapan
sanatçıları takip etsin.
Bilimsel gerçekleri okumak isteyenler de gidip kütüphaneleri,
kitapçıları dolaşsın. İnandıkları yazarları okusun.
Bırakalım her kesimin sanatçıları savaşsın!
Siyaset çekilsin bu arenadan!
Tabu olmuş bir konuyu ele almış sanat eserine politikacı
bulaşırsa nefret doğurur.
Ama eğer sanat özgürleşirse, sanatçıların eserleri birbiriyle
savaşırsa nefret ve öfke yerini uzlaşıya bırakır.
Ve böylece
Kanuni’nin, Fatih’in ya da Atatürk’ün bir kavga öğesi haline
gelmeSİ önlenmiş olur.
Taraf ve karşıt olmak, holiganlık katılığından daha yumuşak bir
zemine geçiş yapar.
Her şeyin rahatça konuşulduğu bir ortam da emin olun, o
şeffaflıkla doğrular daha kolay ortaya çıkar.
Bu yüzden,
Bırakın sanat özgür olsun!