Kanun var, hak arayan yok
Abone ol“Peşin veren, veresiye veren” levhasının iş yerlerine asıldığı, satılan malın geri alınmadığı dönem geçmişte kaldı. Firmalar artık tüketici haklarını da gözetiyor
Firmalar, artık, tüketici haklarını merkeze alarak satışlarını
artırmayı hedefliyor. Her malın değişimi ve iadesi yapılıyor,
kanunlar tüketici haklarını koruyor. 1960’lar Türkiye’nin borç
batağına saplanmadan evvelki yıllarıydı. Toplum henüz tüketimin bin
bir çeşidine alışmış değildi. Elbise ve ayakkabıların ancak
bayramlarda yenilendiği; üst başa değil, kişiliğe itibar
gösterildiği zamanlardı. Yaygın bir tüketici bilinci de yoktu o
yıllarda. Ve tabii ki “veresiye veren, peşin veren” levhaları en
ücra kasabadaki dükkanları dahi süslemekteydi. Bu fotoğraf
1990’ların başına kadar baş köşede yer almaya devam etti. Sonra
kredi kartları, taksitli satışlar derken veresiye vermek daha
popüler hale geldi. Satış ile para arasındaki önem sırası değişti.
Firmalar önceliği malın satışına verdi. Peşin fiyatına taksit ve
hiç peşinatsız vadeli satış sistemini keşfettiler. Yetmedi,
garantili satışlara başladılar. Garanti süresi dolmadan bozulan ya
da yıpranan malı yenisiyle değiştirdiler. Tüketiciler de eskiden
çeşit ve stok sorunu yaşarken, şimdi ihtiyaçlarını karşılayabilecek
çok sayıda ürün ve hizmet ile karşı karşıya. Belirli ihtiyacı
karşılayabilecek olan ürünlerin birbirlerine benzerlik düzeyleri
hayli arttı. Bunların içinden seçim yapabilme, mevcut seçeneklerin
tümü hakkında bilinçli veri toplama ve bu verileri analiz ederek
satın alma kararını sağlayacak senteze ulaşma şansı neredeyse
imkansız hale geldi. Gümrük Birliği’ne girmemizle birlikte Tüketici
Yasasının önemi, işlevselliği daha ön plana çıktı. Yürürlüğe giren
bu yasadan sonra ortaya çıkan mahkemeler, her nedense tüketici
tarafından pek bilinmiyor. Avrupa Birliği çerçevesinde çıkartılan
uyum yasalarının uygulanmasında ise hâlâ büyük sıkıntılar
yaşanıyor. Tüketici, gazete köşelerine hapis Gelişmiş ülkelerde
insanların bilinci de yasalarla paralel seyir gösterirken
Türkiye’de aynı oranda bir tüketici hafızası geliştirilemedi.
Bugüne kadar tüketici hareketi, tüketicinin bilgilenmesi konusunda
faaliyet gösteren tüketici derneklerinin ve gazetelerin tüketici
köşelerinin ötesine taşınamadı. Türkiye’de ilk kez tüketici
şikayetlerini gazete köşesinde sürekli hale getiren Meral Tamer
bile artık bu işin sonunun olmadığını fark edip gazetesi
Milliyet’teki ekonomi köşesine çekilmeyi yeğledi. Diğer gazeteler
ise tüketici şikayetlerini büyük oranda bıraktı. Zaman gazetesi 10
yıldır sürdürdüğü tüketici köşesinde şikayet çözmekten vazgeçti.
Hürriyet, tüketiciyi yakından ilgilendiren konularda yaptığı
çalışmalarla varlığını sürdürürken, Sabah gazetesi ise yeniden
tüketici köşesine start verdi. Gazetelerdeki bu farklı farklı
hareketlilik aslında tüketici olgusunun Türkiye’de belli bir
zirveye geldiğinin de işareti. Zaman içinde gazetelerin tüketici
şikayetlerini çözmeleri okur ve firmalar nezdinde köşeleri güçlü
hale getirdi. Bu süreç içerisinde tüketici, hak arama bilincinden
tutun da standardını artırmasına kadar bir çok alanda zirveye
çıktı. Firmalar gazetelere afişe olmaktan korktukları için gelen
şikayetleri tüketici lehine çözmeyi tercih etti. Ama bu durum uzun
soluklu olmadı. Çünkü şikayet edilen firmalar aynı zamanda
gazetelerin reklam vereniydi. Bir okurun şikayetiyle reklam verenin
gücü arasında kalan gazetelerin tercihi daha çok ikincisinden yana
oldu. Okur hakkında ısrarcı olan bazı gazeteler büyük firmaların
her türlü baskısına uzun süre dayandı. Hepsi bu hassasiyette
olmadığı için zaman içinde tüketiciler de gazeteler yoluyla hak
aramaktan vazgeçti. Ahmet Vardar’ın köşesine çıkmak istemeyen
trafik canavarları gibi firmalar da aynı hassasiyeti gösterirken,
köşelerin etkinliğini kaybetmesi onlara rahat davranacakları bir
ortam sundu. Bu süreç içinde gazetelerin tüketici köşeleri bile
çoğu zaman çaresiz kaldı. Kendi gazetelerinin verdiği
promosyonlardan doğan haksızlıklar karşısında okurlarına hiçbir
açıklama yapamadılar. Bu da tüketici köşelerinin okurun tarafında
olup olmadığı tartışmalı hale getirdi. Neyse ki serbest piyasa
kuralları yürürlükteydi ve firmalar tüketiciyi merkeze alan
politika üretmeye devam etti. Hatırlayın, bir dönem nereye girseniz
“Satılan mal geri alınmaz” sloganıyla karşılaşırdınız. Şimdi ise
nereye girseniz bırakın geri almamayı, “şu kadar süre içinde
getirirseniz ya paranızı iade ederiz ya da aynısını geri veririz”
türünde yazılarla karşılaşıyorsunuz. Üstelik bunu 24 saat
kesintisiz servis hizmetiyle yerine getiriyorlar. Tüketicinin
ombudsmanı var ancak bilen yok 1995 yılının şubat ayında resmiyet
kazanmasından sonra, illerde ve ilçe merkezlerinde ‘Tüketici
Sorunları Hakem Heyetleri’ faaliyet göstermeye başladı. Yani
vatandaşların da bir ombudsmanı (hakemi) oldu. Bunlar tüketici ile
satıcı arasında çıkan uyuşmazlıkları çözümlemek için bulunuyor. Ama
hakem heyetlerinin yeterince çalıştığı söylenemez. Hatta bir dönem
bir çok kaymakam, başkanlıklarını yaptıkları hakem heyetlerinde
kendi haklarını bile arayamıyordu. Bu konuda gazetelerin tüketici
köşelerinin gücünü fark eden hakem heyeti başkanları sorunları
kendileri çözmeden gazetelere aktarmayı tercih etti. Tüketici
Masası’na gelen bir örnek, bu gerçeği gözler önüne seriyordu.
Zaman’ın tüketici köşesine Patnos Kaymakamı şikayet iletiyordu.
Köylere Hizmet Götürme Birliği’nin satın aldığı soğutma cihazında
eksik malzeme kullanılınca, Patnos Kaymakamlığı şikayetini Zaman
gazetesinin tüketici köşesine intikal ettirmiş, bu sayede firma,
kaymakamlığın parasını Ziraat Bankasına yatırmıştı. Yani kaymakam,
başkanı olduğu heyet vasıtasıyla çözmesi gereken sorunu gazete
aracılığıyla çözebilmişti. Bunun nedeni kaymakamın sahip olduğu
gücün farkında olmamasıydı. Onun bilmediği hakkı sıradan vatandaşın
bilmesini beklemekse zaten mümkün değil. Halimizi anlatan iyi bir
örnek Devletin özürlülere sağlamış olduğu vergi indiriminden
yararlanan Abdülkadir Tatlı, aracından bir türlü randıman alamadı.
Otomobil firması, müşterisinin aracındaki sorunu Türkiye’nin yol
şartlarına bağlarken, Tatlı, bunun yol koşullarından olmadığını
mahkeme kararı ile ispatladı. Ancak bu ispat sürecinde özürlü
vatandaş, kendinden çok şeyler verdi. Hem maddi anlamda zarar gördü
hem de manevi yorgunluk yaşadı. Yasaya göre, satılan malın ayıplı
olduğunun anlaşılması halinde tüketici; malın değiştirilmesini,
ödediği bedelin iadesini, ayıbın neden olduğu değer kaybının
indirimini ya da ücretsiz olarak tamirini kolayca talep
edebilmesine karşılık Abdülkadir Tatlı, bu davayı kazanabilmek için
çok uzun mücadele yöntemleri denedi. Özürlü haliyle Batman’dan
kalkıp İstanbul’da bir avukat tuttu. Tüm bu uğraşları, ‘Türkiye’de
bir özürlünün bile hakkını arayabileceğini ispat etmek’ için yaptı.
İstanbul Tüketici Mahkemesi, Opel Astra’nın aynı model ve “0”
km’lik bir araçla değiştirilmesine karar verdi. Karar verildi ancak
bu sefer de otomobil firması aynı özelliklere sahip son model Astra
yerine daha yaşlı ikinci el otomobil fiyatını vermeyi önerdi.
Tatlı, “Ben üç yıl hukuk mücadelesi verdim ve davayı kazandım. Bu
kadar süren bir hukuk mücadelesinden sonra bana otomobilin ikinci
el fiyatını ödemek istiyorlar. Ben boşuna mı bu kadar zaman ve para
harcadım” diyerek itiraz etti. Mahkeme tüketiciyi haklı buldu ancak
aradan 3—4 yıl geçmiş ve Tatlı bu dönemde maddi manevi olarak
yıpranmıştı. Tüketici dernekleri ne yapıyor? Tüketicilerin
haklarını bilmedikleri ortada. Peki onları yönlendirmesi gereken
tüketici dernekleri ne yapıyor? Onların bazıları tüketici
haklarından çok birbirleriyle uğraşmayı tercih ediyor. Tüm
Tüketicileri Koruma Derneği Başkanı Mehmet Barak, “Bizde halk bir
araya gelmiyor. Ben üyelerimi toplayıp mahkeme kapısında hakime
gidebilsem, orada kitle gösterisi yapabilsem belki sorunu
çözebileceğim” diyerek Türkiye’de tüketicinin kendi haklarını henüz
ayrıntılarıyla bilmediğini, bilenlerin de haklarını aramadığını
vurguluyor. Tüketici Vakfı Başkanı Bayram Kısıklı, “Tüketici
kuruluşlarına üyelik, ülkemizdeki katılım kültürünün eksikliğinden
kaynaklanıyor. Türkiye’de üyeler, yükümlülüklerini tam yerine
getirme ve aidatları ödeme davranışına sahip değil.” diyor.
Tüketici hareketinde sorun, sadece firmaların tüketicileri
yanıltması olarak algılanırken madalyonun öbür yüzü çoğu zaman
unutuluyor. Sayıları yüz—yüz elliyi bulan vakıf, dernek, birlik ve
benzeri teşekküle, geçen yıl bütçeden toplam 1 trilyon 650 milyar
lira ödenek ayrıldı. Dernek ve vakıflara her yıl hükümet tarafından
artan miktarlarda bu ödenekten para ayrılıyordu. Bu yıl buna son
verildi. O liste incelendiğinde devletin sadece iki tüketici
derneğine para aktardığı görülecektir. Bu da Türkiye’deki tüketici
hareketinin siyasetin içine çekilmek istendiğini gösteriyor.
Cımbızla seçilen Tüketici Hakları Derneği ile Tüketiciyi Koruma
Derneği’ne ödenekten yedişer milyar verilmesi, bu derneklerin diğer
derneklerle arasının açılmasına neden oldu. Derneklere bir taraftan
bu tür ekonomik destekler çıkılırken diğer yandan da kanca atmaktan
geri durulmuyor. Örneğin, TÜKODER’in (Tüketiciyi Koruma Derneği)
ÖDP’den aday olan başkanı Mehmet Sevim, daha çok sol partilerle
birlikte hareket etmeyi tercih ediyor. Tercihine uygun olarak da
bünyesinde daha çok kendi görüşüne yakın insanları barındırıyor.
Tıpkı sendikalarda, özürlüler derneklerinde olduğu gibi. Ankara’da
faaliyet gösteren Tüketici Hakları Derneği ise daha çok
ulusalcılara yani İşçi Partisine yakın hareket ediyor. MHP,
iktidardan düşünce TSE bünyesinde birçok ilde faaliyet gösteren
tüketici derneklerini bir çatı altında toplayan Tüko—Bir üzerinden
harekete geçip etkinliğini artırmaya çabalıyor. Refah Partisi ve
devamındaki siyasi oluşumlar da Tüketiciler Birliği’ne yakınlaşmak
isteyerek tüketicinin gücünü arkalarına almaya çalışıyor. Son
zamanlara kadar en medyatik başkan olarak öne çıkan Mehmet Sevim
hakem heyetlerinde tüketicilerin temsilcisi olarak yer alıyor ve
alınan kararlarda söz sahibi oluyordu. Şimdi ise platform çatısı
altında toplanan örgütler, Sevim’in tek başına tüketicileri temsil
hakkı olmadığını vurguluyor. Derneklerin en büyük sorunu hiç
kuşkusuz mali yapıları. Tüketicinin hakkını arayan derneklerin en
fazla şikayet ettiği konu; maddi yetersizlik. Tüketici yasası
çerçevesinde sivil toplum kuruluşlarına projeler kapsamında
verilmesi gereken para ise hâlâ dağıtılamıyor. 2003 yılı için
Sanayi Bakanlığı bünyesinde tüketici dernekleri için fonda 3.5
trilyon lira biriktiği söyleniyor. Derneklere bu para bir şekilde
iletilse bütün bu tartışmalar yerine üretim ve sükunet hakim
olacak. DERNEKLER MADDİ YETERSİZLİK İÇİNDE Tüketici Bilincini
Geliştirme Derneği Başkanı Fuat Engin Tüketici hareketi insan
hakları mücadelesidir Tüketici örgütleri olmasa halk tüketicilerin
haklarını korumakla görevli hakem heyetleriyle buluşamayacak. Biz
hakem heyetlerinde bulunan tüketici örgütü olarak, yeni bir
projeyle heyetlerinin eksiklerini tespit edip daha dinamik
çalıştırmayı hedefliyoruz. Krizlerle birlikte tüketici profilleri
de değişiyor. Biz tüketici mücadelesinin özünü, insan hakları
mücadelesi olarak görüyoruz. Türkiye’de tüketici hareketi istenilen
seviyeye gelemedi. Nedeni de sistem problemi. Toplumsal kültürü
oluşturmayınca giydireceğiniz elbiseler de sakil duruyor; beden
uymuyor. Türkiye bunu yaşıyor. İnsanlar var olan hakkın
kullanılmasını öğrenecek. İkincisi bunu doğru kullanacak. Üçüncüsü
de mücadele edecek. Tüketiciler Birliği Başkanı Bülent Deniz
Türkiye sivilleşmeyi öğrenmek zorunda 1999 yılına kadar Türk halkı
sivilleşme konusunda çekingendi. O tarihte birçok vatandaşımız
depremde enkazın altında kalınca devlet yerine sivil toplum
örgütleri harekete geçti, sivilleşme yönünde önemli adım attı.
Burada sivil toplum örgütleri açısından büyük bir kırılma yaşandı.
2001 krizi ise yeni bir kırılma oluşturdu. Biz israf toplumuyduk.
Lambalarımızı kıstık, lüks tüketimden zorunlu tüketime yönelip
hakkımızı aramaya başladık. Ekonomik krizin çok faydası oldu.
Tüketici örgütleri sayesinde tüketici hareketi yükseliyor. Bizler
katılımcı demokrasi örneği veriyoruz. Bugün tüketici örgütleri
örgütlenip federasyon oluşturuyor. İnsanların derneklere güveni
daha da artıyor. İhtilal dönemlerinin yasa dışı örgütlerinin lanse
ettiği derneklerin yerine hakikaten toplum için çalışan dernekler
ortaya çıkması güven duygusunu ön plana çıkardı. Tüm Tüketicileri
Koruma Derneği Başkanı Mehmet Barak Bizde tüketici bir kilo
baklavaya fit İngiliz tüketici örgütünün yayınladığı derginin bir
milyon abonesi var. Bu dergi tüketiciye satılan buzdolabı, çamaşır
makinası gibi ürünlerin ne kadar elektrik tükettiğini yaptığı
testlerle piyasaya sunuyor. Biz de yeni teşekkül eden federasyonun
içinde ihtiyacımız olan laboratuvarları kurmayı planlıyoruz. Pazara
sunulan malları araştırmıyor, kıyaslayamıyorsak tüketici hareketi
adına bir şey elde edemeyiz. Bizim hareketimizin özü pazara arz
edilen mal ve hizmetlerin analizidir. Biz hijyen kontrolleri
yapıyoruz. Bu alanda çok daha iyi hale gelmek istiyoruz. Türkiye’de
tüketici derneğe geliyor; şikayetini çözdürüp ‘eyvallah’ deyip
gidiyor. Kaynak : Aksiyon