Kameranın arka tarafı
Abone olM. Nedim Hazar son yazısı "Plazaların yaralı kadınları"yla medya camiyasının görünmeyen yüzünü ortaya koymuş. İşte kameranın arka tarafından bakış...
M. NEDİM HAZARnda kameraların arka tarfından bakıldığı zaman
medya ve magazin dünyasının nasıl göründüğünü ele almış. Hazar en
büyük örneğini Savaş Ay'ın programında ağlayan manken Gizem
Özdilli'den vermiş. İşte kameranın arka yüzünden bakınca
görünenler...
M. NEDİM HAZAR
Plazaların yaralı kadınları
Hep düşünmüşümdür, ‘telefonları dinleyenlerin telefonu dinlense,
gizli kamera çekimi yapanların hayatına gizli kamera sokulsa, özel
hayatı iğdiş edenlerin yaşamları masaya yatırılsa acaba nasıl
olur?’ diye.
Başkalarının özelinden para kazananlar, başka hayatları otopsi
yaparak prim yapanlar bahse konu kendi yaşamları olduğunda ne
hissederler acaba?
Bir süredir Savaş Ay röportajlarını içim ezilerek okurken daha
farklı şeyler hissettim. En kolay kısmıydı, her gün ekrandan evlere
oluk oluk akıtılan bu fondötene batırılmış yaşamları cahillikle
suçlamak, dalga geçmek, ezmek. En son Gizem Özdilli röportajını
okurken içimdeki acıma hissi daha da kocaman oldu. Öyle bir
trajediydi ki bu, o koca Savaş Ay, Özdilli’yi, cumartesi
kolezyumunda biz okuyucu arslanların ağzına atmayı içine
sindiremeyip omuzunu uzatıyordu gözü yaşlı mankene. Düşünün bir,
bir magazin programında ülkem izleyicisi perforeci’nin ‘Sevgilisi
Otomobil Osman’ı Şenay Akay’a kaptıran seksi manken Gizem
Özdilli’nin çıktığı defile...’ diye sunduğu haberde kamera arkaya
dönemediği için mankenin bebeğini düşürdüğünü bilemiyoruz. Bize
ışıltıyla sunulan yaşamın arka pencereleri kalın tuğlalarla örülü
olduğu için, insan merkezli dramı asla bilme şansımız yok.
Sonrasında koşturmaca. Kaybettiği bebeğin acısını aklına getirmemek
için yerinde durmadan, oradan oraya zıplanılan bir yaşam.
Plazaların istediği, zorladığı, mecrasını tespit edip akıttığı bir
parıltılı hayat! Şöyle diyor Gizem Özdilli: ‘Yorgun argın çıktım
podyuma. Birden çok kötü hissettim kendimi. İçim bir tuhaf oldu.
Baktım ki paçalarımdan kan boşanıyor. İnanılmaz bir acı, sancı.
Meğer bebeğimi düşürmüşüm. 6 haftalık bebek, o strese, tempoya
dayanamadı, düştü. Karşımda patronlar, izleyenler, 20-30 tane
gazeteci. Onlara hiç hissettirmemem lazım. O halimle dar attım
kendimi hastaneye ve aldım acı haberi. O günden beri ruh gibiyim
abi... Düşünmemek, aklıma getirmemek için her an her yere
koşuyorum. TV çekimi, radyo programı, gazete haberi... Her an
koşuyorum. Bu bir kâbustu diyeyim, gerçek değildi diyeyim
diye...’
Kameraların ön tarafı böyle de arkasını çok daha farklı
zannediyoruz değil mi? Leyla Umar röportajı ve sevgili Refik
Erduran’ın cevaplarını görünce hiç de öyle olmadığını anlamış
bulunuyoruz. Aslında plazalarda yaşayan ve bir çeşit yarı-Televole
yaşamı süren meslektaşlarımızı rencide etmemeye azami gayret
göstermiyorum dersem, yalan söylemiş olurum. Ancak onların durumu
da, malzeme olarak her gün ekranlarına, sayfalarına koyduklarından
çok farklı değil diye düşünüyorum. Yanında çalıştırdığı asistanları
özenle seçen yaşlı hergelelerden kanına girdiği masumların
kardeşinden araba dolusu sopa yiyen neoliberal eski Marksist kart
zamparalardan değil; ama bir şekilde bu yaşamın içine girmiş ve
kariyer yapma amacıyla didinen iyi niyetli insanların neden böyle
koşturduğunu, neden ‘ötekilere’ karşı sevgisiz ve yüksek sesle
konuştuğunu çok daha iyi anlıyoruz Leyla Umar’ı dinledikçe. Ve
Erduran’ın cevabını okuyunca da resmin eksik kısımları
tamamlanıyor.
Sözgelimi başı kapalı kızlara ikinci sınıf yaratık gözüyle bakan,
semt pazarından alış-veriş yapıp hayatını eşi ve çocuklarına
vakfetmiş kadınları hor gören bu kadınların nasıl bir ızdıraplı
yaşam sürdüklerini tıpkı Savaş Ay röportajı okur gibi içimiz
burkularak okuyoruz. Leyla Umar’ın içinde çırpındığı sevgisizlik
kazanı her zaman aldatılma, değer verilmeme hissini Anadolu’da
yaşayan kaç bahtsız kadın yaşar?
Bakın Refik Erduran kendisine sorulan “(Leyla Umar’a) ‘Seni
aldatıyorum’ dediniz mi?” sorusuna ne cevap veriyor: “Söyledim.
Hayatım boyunca kadınlara asla yalan söylemedim. Şerefim üzerine
yemin ederim ki, Leyla’ya ben ‘Bak kızım, hayatımda birçok kadın
var. Hepsi de çok değer verdiğim insanlar. Bunlardan benim
birdenbire vazgeçmek gibi bir niyetim yok. Sen repertuvara bu
şartla gireceksen gir. Yoksa hiç birbirimizi üzmeyelim.’ dedim. O
da ‘Peki!’ dedi.”
Bu tür ilişkileri normal gören insanların imam nikahına, iki
hanımla evlenmeye, bilmem neye yüksek sesle ve tüm zerrelerince
karşı çıkışları Gizem Özdilli’nin bahsettiği kâbuslaşan yaşamı
bastırma güdüsü olabilir mi?
Kim bilir belki ileride kameraların açısı değişir ve yaralı plaza
kadınlarının hayatlarının konu edinildiği ‘reality show’lar da
yayınlanır...