Yazıma başlamadan önce belirtmeliyim ki amacım hiçbir kimseyi
yargılamak, yaftalamak, nasihat vermek değil. Rabbimden öncelikle
bana istikamet vermesini, ayağımı kendi yolu üzerinde sabit ve
sağlam tutmasını temenni ederim.
Yıllardır büyük sıkıntılarını çektiğimiz, başta alimlerimiz ve
hocalarımız olmak üzere devlet ve devlet kurumlarından bir çözüm
bulmasını istediğimiz “deizm” sorunu maalesef kartopu etkisi ile
büyümeye devam ediyor.
Daha önce gençlerimizi cendereye alan deizm artık işi o
kadar büyüttü ki bir entelektüel bir ilim adamı bir medrese
hocasını da safları arasına katma telaşı içerisinde. Kendini bilen
okumuşların bile deizme kaymasına ramak kalmışsa vatandaş
ne yapsın…
Her ne kadar, “Sorgulama, kararsızlık ve arayış içindeyim,
deist yakıştırmasını ciddiye almadığım gibi reddediyorum”
dense dahi zuhur eden bu ikilemin varacağı nokta nihayetinde
deizm tuzağına duçar kalma olacaktır.
Sevilen ve beğeni ile takip edilen bir ilim adamının bir medrese
hocasının açıklamaları ardından kahir ekseriyet “kolay” olanı
tercih ettiler ve eleştiri oklarının hedefi yaparak şahsına yönelik
değerlendirmelerde bulundular. Oysa sorulması gereken soru şu:
Medresede eğitim almış ve temel seviyenin çok çok üzerinde
metodolojik donanıma hâkim bir ilim adamı bile “inancımla
ilgili kuşkularım var!” diye ikilemde kalıyorsa biz
Müslümanlar ve muhafazakârlar nerede yanlış yapıyoruz?
Ya da gençleri ve dahi Müslümanları bilinçlendirmek
yerine, yıllardır sadece Allah ile korkutarak fırça atan “hocalar”
acaba nerede yanlış yaptılar?
Maalesef geldiğimiz nokta yıllardır insanları “cehennem ile
korkutmanın” neticesi. Demek ki insanları dinle, cehennemle,
Allah’la, azapla korkutmak fayda etmiyormuş.
Tabiri caizse “kuru nasihat” kalp ve gönüllere tesir
edip ruhları doyurmuyormuş.
Oysa muhafazakâr camia olarak biz yıllardır “kuru nasihat” ile
vakit geçirdik. Kolay olanı tercih ettik. İnsanların sorunlarına
çözüm üretemedik. Oysa seküler dünya insanın ihtiyaçlarını çok iyi
tespit etti ve çözümler üretti. Onları hiçbir zaman tehdit etmedi,
tam tersine vaatlerde bulundu.
Çirkinlikleri değil güzellikleri nazarlara verdi. Olumsuz olanı
değil olumlu olanı tavsiye etti. İnsanların hem duygularına hem
bedenlerine yönelik cazip tekliflerde bulundu. Asla yasaklamadı,
ürkütmedi, kaçırmadı.
Biz ise hep dinin korkutucu yüzünü nazarlara verdik.
Allah cezalandırır, cehennemde yanacaksınız, yasak, haram,
günah… En çok kullandığımız olumsuz cümlelerimiz bu ve
benzerleri.
Din eğitimini ve dahi ahlakını Cami ve Kur’an kurslarının dışına
taşıyamadık. İnsanları dört duvar arasına hapsettik.
Sıktıkça sıktık, boğdukça boğduk. Bizim nefesini
kestiğimiz insanlar çareyi deizmin ferahlığında (!)
buldular.
Bunun bir adım ötesinin ise ateizm olduğunu hepimiz
biliyoruz.
Biliyoruz ama çözüm üretmede hala yetersiziz.
Ne alimlerimiz ne hocalarımız ne aile ne de devlet insanların
sorunlarına çözüm üretme yolunda bir adım atıyorlar. Kör, sağır ve
dilsizleri oynamaya, günü kurtaracak nasihatler üretmeye devam
ediyoruz.
Söylemlerimiz nasihatten öteye gidemiyor maalesef. Oysaki
insanlar çözüm istiyor. Aklındaki, kalbindeki, ruhundaki
sorunlara çözüm istiyor insanlar.
Daha üç-beş yıl öncesine kadar sadece bir kavram olarak
bildiğimiz deizm, bugün muhafazakâr camianın hayatının tam
merkezine oturmuş durumda.
Bu gidişle yakın bir gelecekte toplum ve devlet olarak deist bir
yaşantıya başlarsak hiç şaşırmayacağım. Özellikle okul gençliği
üzerinde zemini hazırlanmış ve uygulamaya koyulmuş olan “deizm” ve
“cinsiyetsizleştirme” operasyonları neticesinde 5-10 yıl sonra
toplumun çoğunluğu deist olma tehlikesi ile karşı karşıya.
Din ve dini erkanlar, haftada bir veya yılda bir kez yerine
getirdiğimiz ritüeller haline gelecek korkarım ki…
Bütün bu olanlar karşısında sesini çıkarması gerekenler,
çözüm üretmesi gerekenler ise maalesef hala üzerlerine ölü toprağı
serpilmişçesine fildişi kulelerinde yaşamaya devam
ediyorlar.
“Bu gidiş nereye? Bir kurtuluş yolu yok mu?” diye soracak
olursanız eğer maalesef size vereceğim bir cevabım yok…