Bazı şeyler vardır, elde etmek istediğiniz veya varmak istediğiniz hedefin tam tersi sonuçlar çıkar…
İşte kadın hakları konusunda da maalesef böyle bir durum yaşıyoruz günümüzde. Kadınları yüceltelim derken onları kurdun pençeleri arasında paralattığımızın farkında değiliz…
Böyle bir yazıyı kaleme alıp almamak adına çok düşündüm. Lakin son dönemlerde kurumsal şirketlerin ya da resmî kurumların proje üstüne proje yarışına girmiş olması beni huzurlu bir gelecek için ürküttü. Her bir kurum ve şirket, özellikle de pandemi sürecinin oluşturmuş olduğu dijitalleşme zeminini fırsat bilerek kadın temalı projeler oluşturmakta. Biraz araştırıp inceliğidinizde bu nevi proje gayretlerinin hiç de masum olmadığını çok rahat müşahede edebilirsiniz.
Her şeyden önce belirtmeliyim ki İslam dini kadar kadına değer veren başka bir medeniyet yoktur.
“Cennet anaların ayakları altındadır” hadisindeki bir değer verme hassasiyeti ve inceliği hangi dinde ve hangi medeniyette var Allah aşkına. Günümüzde İslam ve Müslümanların kadın düşmanlığı ile itham edilmesi kadar büyük bir garabet yoktur.
Bugün yapılmak istenenlerin kadınların lehine olmadığı her geçen gün daha ziyadesiyle anlaşılmakta maalesef. Kadına yönelik şiddet önlenmek istendikçe tam tersi artıyor. Demek ki bir yerlerde yanlış yapılıyor.
Bu yanlışı yapanlar ise yaptıkları hatayı fark etmemek için sanırım özel bir gayret gösteriyorlar. Korkarım bu gidişle yakın bir zamanda şiddet olayları daha da artacak.
Çünkü istatiksel veriler maalesef bunu söylüyor!
O zaman, yapılması gereken yol ve yöntem değiştirmek. İstanbul Sözleşmesi temelinde yapılmak istenenler kadına şiddeti önleyemedi! Bilakis artırdı!
Kadını, aileden koparıp sokağa dökmek çözüm değil.
O zaman çözümü başka bir şekilde aramak gerekiyor.
Kim bilir belki de kadına yönelik şiddet meselesi birileri tarafından bilerek körükleniyordur. Toplumları bölmek ve milletlerin geleceği üzerinde istedikleri gibi at koşturmak isteyen şeytanın uşaklarından her türlü melanet beklenir.
Kadınlara “hakkınızı arayın” diyerek tam tersi bir durum ortaya çıkarmak ancak ve ancak şeytan ve avenelerinin düşünebileceği bir durum.
“Tavşan kaç, tazı tut” misali kadın, güya haklarını aramak bahanesiyle maalesef kurda yem yapılıyor. Ne yazık ki tavşan da yem yapıldığının farkında değil. Kendini korumak için yaptığı her hamle ters tepiyor.
Erkeği ve kadını birbirine düşman olarak gören bakış açısı akıl işi değil. Ne kadın erkeğin ne de erkek kadının alternatifi olamaz. Her ikisinin misyon ve yaratılış maksatları çok farklı.
Biz, bize gösterilmeye çalışılan ya da sözde anlatılmaya çalışılan bütün olumsuzluk oluşturacak algı operasyonlarına rağmen çok iyi biliyoruz ki: Erkek olsun kadın olsun, insan en şerefli varlıktır.
Bir kuş tek kanatla uçamayacağı gibi insanlık da tek bir cinsiyetin üzerinden gelişemez. Bu hem yaratılışa hem de tabiatın kanunlarına aykırı.
Yapılması gereken ise iki kesimi birbirinin alternatifi yerine koyan anlayışın terk edilmesinde yatıyor.
Kadınları sokağa döken ve erkeği düşman olarak gören zihniyetin bir an önce terk edilmesi elzem. Bunun yerine her iki kesimi birbirine yardımcı ve kollayıcı gören bir zihniyetin acilen inşa edilmesi gerekiyor.
Lütfen hem fert planında hem de millet planında emperyalistlerin oyunlarına aldanmayalım. “Tavşan kaç, tazı tut” oyununda artık gerçekleri görmenin vakti geldi de geçiyor bile.
İstanbul Sözleşmesi’nin kadınların sorunlarını çözmek yerine tam tersine daha da derinleştirdiği ayan beyan ortada.
Yeni bir sözleşmeye ihtiyacımız var.
Ama bu sözleşme birilerinin dikte ettiği bir sözleşme değil; kalbimiz, vicdanımız ve ruhumuzla hazırlayacağımız bir sözleşme olmalı.