Yerini yurdunu terk etmek
zorunda kalan kadınlardır hep…
Evlendiğinde eşinin
bulunduğu şehre gitmek zorundadır…
Çocuğu şehir dışında
yaşamak zorunda kalsa evladının yanındadır.
Eşinin görevi gereği
köyünden kasabasına dolaşır durur peşinde…
Asla da şikâyet
etmez…
Görüyorsunuz ya
işte…
Mardin’deki vahşetin kurbanları da en çok kadınlar oldu…
En çok kurşun onların
vücudundan çıkarıldı, en çok onlar kayıp verdi…
Ve aslında çocuklarının
üzerine kapanıp vücudunu siper eden en cesurlar da
onlardı…
Köyün ortasındaki
mezarlığı bir an olsun boş bırakmayan da, içine sevdiklerini
gömdükleri toprağı içlerinde yanan ateşle avuçlayanlar da
onlardı…
Yalnız kalan da, kendi
ailesi ve eşinin ailesi arasında seçim yapmak zorunda kalan
da…
Gencecik yaşta dul kalan
da…
Ve ona biçilen hayat
elbisesini, eğreti de dursa üzerinde özene bezene taşımak zorunda
olan da…
Yârinin acısını gömüp sol
göğsünün altına, bebeğine bir damla süt için hiç yiyesi içesi
yokken bile onu yaşatsın diye uğraşan da…
Onlar için her durum zor,
kadın olmak da, ana olmak da…
Erkeklerin kahrolası
dünyalarının hesabının bedeli en çok onlar tarafından
ödeniyor…
Her erkeğin gidişinde bir
kadının yalnızlığına yalnızlık, güçsüzlüğüne güçsüzlük, esaretine
esaret ekleniyor böyle zamanlar da…
Seçim yapmak zorunda
bırakılıyor laf olsun diye, aslında seçim başkaları tarafından onun
adına yapılmışken…
Bir yan da ölüm bir yan da
sevgi…
Malum…
Gerçekten ölmemek için
ölüme yürüyor kadın…
Yüreğindeki gözlerinin
yaşını engellemiyor, dik durmaya çalışırken…
Ve karar veren erkek önde
o arkada erkeğin seçtiği yeni yaşama doğru yol alıyor, içerisindeki
gözlerini silerek…
nsrnylmz@gmail.com