Kadına yönelik şiddet çeşitli

Abone ol

Hermes Yönetim Danışmanları ve Eğitim Merkezi'nin kadınlarla ilgili araştırması 'Elle' dergisi yayınlandı. Araştırmaya göre kadına yönelik şiddetin çok çeşitli.

17 Aralık 2004 ‘te alınan “Müzakere Tarihi” ile birlikte başlayan AB uyum sürecinde, Türkiye ekonomik, siyasal, sosyal ve hukuki alanlarda olmak üzere hayatın hemen hemen tüm alanlarındaki uygulamalarını tekrar gözden geçirme ve AB standartlarına uydurma durumundadır. Tabi bu standartların en önemlilerinden biri “Kadının Sosyal Hayattaki Yerinin Güçlendirilmesi” ve “Cinslerin Eşitliği” konusu olmuştur. Aslında AB’nin sadece Türkiye’ye mahsus olmayan bu genel ilgi alanı şu anda Tüm Avrupa Birliğinin temel sorunudur. Avrupa Parlamentosu Kadın Hakları ve Cinsiyet Eşitliği Komitesi'nden bir heyet, 31 Ocak-2 Şubat 2005 tarihleri arasında Türkiye'yi ziyaret ederek Başbakan Recep Tayip Erdoğan ve bazı Hükümet Üyeleri ve Sivil Toplum Kuruluşları ile görüşmeler yaptı. Aralarında Hollanda Avrupa Sosyalistleri Grubu’ndan Avrupa Birliği Parlamentosuna seçilen Türk asıllı Emine Bozkurt’un da bulunduğu heyet Türkiye ziyaretini takiben, 16 Mart 2005'te, Avrupa Parlamentosu Komitesi'nde düzenlenecek bir oturumda uzmanların Türkiye'deki kadınların durumuna ilişkin görüşleri dinlenecek ertesinde Emine Bozkurt tarafından hazırlanacak rapor, Temmuz ayında, Parlamento'nun genel kuruluna sunulacaktır. Bu rapor, AB Konseyi'nin Türkiye ile görüşmelere başlanması kararını aldığı 17 Aralık 2004'ten bu yana, Türkiye'nin insan haklarına ilişkin reformlar yolunda kat ettiği ilerlemenin değerlendirileceği ilk siyasi fırsatlardan birisini oluşturacak ve raporda, kadın haklarıyla ilgili mevzuat değişiklikleri, bu kanunların hayata geçirilmesi ve Türk sivil toplumu ile Avrupa Birliği arasındaki ilişkiler konularına da yer verilecektir. TÜRKİYE’DE KADIN OLMAK ! KADIN VE ŞİDDET ! Kadın intiharları; töre-namus cinayetleri; kız çocukların okutulmaması; çok eşli evlilik; oluru alınmadan tüplerinin bağlanabilmesi; erken ve zorla evlendirilme; 20-30 yaş büyük erkeklerle 2. veya 3. eş olarak evlendirilme; Türkçe bilmeyen kadınların sağlık gibi bazı kamu kuruluşlarının hizmetlerinden doğrudan yararlanamaması; çok çocuk doğurmaya zorlanma; kız çocuk doğurma veya çocuksuzluğun sorumluluğunu tek başına üstlenmek zorunda kalma; maaşına,banka kartına ve takılarına el konması; gözaltında çıplak bırakılmak, bekaret kontrolü gibi taciz ve tecavüzlere uğrama; ailesi tarafından bekaret kontrolünden geçirilme; işyerinde cinsel taciz; ensestte kadının kimseye anlatmaması için ölümle tehdit edilmesi; silahlı çatışma döneminde güvenlik kuvvetleri tarafından aranmakta olan kocasıyla ilişkisi olup olmadığını tespit için vajinal muayeneden geçirilme; ailesi tarafından bir yere kapatılarak, yemeksiz ve/veya bağlı tutularak cezalandırılma; burun kesme ile cezalandırılma; kayınbaba ve evdeki diğer erkeklerle konuşamama; kadın ticareti, pornografi; yoksulluk; işsizlik; dini inanç ve geleneklere uymaya zorlanma; dini inançlarla dayatılan değer yargıları; sakat kadınlara yönelik hizmet ve destek oluşturmama; zorunlu ya da ekonomik göçle yerlerinden olan kadınlara yönelik destek oluşturulmaması; doğal afetlerden sonra ortaya çıkan şartlar vb. Bu örnekler şunu göstermektedir: Türkiye’de kadına yönelik şiddet çok çeşitlidir. Kadına yönelik şiddet, etnik köken, cinsel tercih, dini inanç vb nedenli diğer ayrımcılık uygulamalarıyla üstüste binerek ve silahlı çatışma ve yoksulluk gibi diğer sosyal sorunlardan etkilenerek ağırlaşmaktadır, Devlet imkanlarıyla yapılan 1994 yaygınlık araştırmasında evli erkeklerin % 34’ü eşlerine fiziksel şiddet uyguladıklarını söylemişlerdir. Kadın kuruluşlarının yaptığı araştırmalar da, sözel şiddet dahil olmak üzere, evli kadınların hayatları boyunca en az bir kez şiddete uğramışlık oranının % 97’ye kadar yükselebildiğini göstermiştir. Bu araştırmalardan Ankara’da yapılan birinde evlilik içi tecavüz ve hastaneye gitmeyi gerektirecek kadar ağır fiziksel şiddetten mağduriyetin 1/5’e kadar çıktığı, sözle ve çeşitli aletlerle ölümle tehdit edilmenin alet cinsine göre % 8-15 arasında değiştiği belirlenmiştir. Basına yansıyan namus cinayetinden ölen kadın sayısı, son yıllarda artmış ve 2000-2004 döneminde toplam 54’e ulaşmıştır. Hatta toplum’un gözü önünde bulunan tanınmış kişiler dahi bu durumdan etkilenmişlerdir. İşte bir örnek ; Ayrılmak istedim, vuruldum İbrahim Tatlıses ile ilişkisinde adını ağzına almadan birlikteliği sırasında gelişen olayları dile getiren Asena, ilişkilerinin 2000 yılının Temmuz ayında, mecburiyetten başladığını belirterek şunları söyledi: İlişkimizin başladığı tarihte, ben erkek arkadaşım ile otururken, o (o diye hitap ettiği kişi İbrahim Tatlıses) oturduğumuz yeri bastı ve ben istemediğim halde götürüldüm. O tarihten itibaren de zoraki ilişkimiz başladı ve 2 yıl sürdü. Son 2 yılda o kişiden ayrılmak için mücadele ediyorum. Ayrılmaya karar verdiğim anda da vuruldum. Hayırı kabullenemiyor İbrahim Tatlıses için kendisinin önemli olmadığını, bu davranışların sadece reddedilme psikolojisinin etkileri olduğuna dikkat çeken Asena, “Onunki sadece bir hırs. Ona bugüne kadar hiçbir kadın “Hayır” demediği için, benim “Hayır” dememi kabullenemiyor. Ünlü dansöz Asena, İbrahim Tatlıses'le girdiği polemikten sonra sırra kadem bastı. Telefonlarını kapatarak ortadan kaybolan Asena'ya en yakın arkadaşları bile ulaşamadı. Ünlü dansözün nerede olduğu bilinmiyor. Asena'nın çok yakın bir kız arkadaşına, 'Gerekirse kadın derneklerinden yardım ister, onlara sığınırım' dediği öğrenildi. Bu tanıklık ve istatistiklere karşın, Türkiye’de kadına yönelik şiddete ilişkin adalet (adli tıp, savcılık ve mahkeme), polis karakolları, acil servis vb kamu hizmetlerinin kayıt verilerine dayanan, düzenli istatistiksel bilgi üretilmemektedir, belirli aralıklarla tekrarlanan yaygınlık araştırmaları yapılmamaktadır, şiddet veri tabanı kurulmamıştır. Polis, 2003’ten bu yana, Aileyi Koruma Kanunu’na ilişkin görevlerini aylık düzende istatistik veri olarak merkezileştirmektedir. Türkiye’de kadına yönelik şiddetle ilgili çalışmalar 1980’lerin ikinci yarısında kadın hareketinin başlattığı kampanyalarla gündeme girmiştir. 1990 yılında ilk kadın konukevi açılmıştır. Halen, merkezi kamu teşkilatlarından olan Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu’nun bünyesinde 8 ayrı ilde toplam 250 dolayında yatak kapasitesi olan 8 ayrı kadın konukevi, ayrıca 5 belediyeye ait ve toplam kapasiteleri 100 yatağı bile bulmayan 5 ayrı konukevi bulunmaktadır. Sığınmaevlerinin tamamı Ankara’nın batısındaki yerleşimlerdedir, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da tek bir kadın sığınmaevi yoktur. Özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki kadın kuruluşları, ailesi tarafından öldürülebileceğini bilerek kendilerine başvuran kadınların koruma altına alınabileceği güvenli sığınakların acil ihtiyaç olduğunu sürekli dile getirmektedir. Kadınların şiddete uğradıklarında başvurabilecekleri, bilgi ve destek alabilecekleri kamuya ait merkezlerin sayısı 65-70’i bulmamaktadır. Bunlar toplum merkezleri, aile danışma merkezleri ve bazı belediyelerin kadın merkezlerinden oluşmaktadır. Hukukçuların oluşturduğu hukuksal danışmanlık destekleriyle kadın kuruluşlarının kurduğu kadın danışma merkezlerinin sayısı da 40 dolayındadır. Bu hizmetler arasındaki tek bilgi/iletişim ağı, kadın kuruluşlarının yıllık Sığınak Kurultayı çalışmasıdır. Şiddetle mücadele eden kadın kuruluşlarının 1998’den bu yana yılda bir kez tekrarlanan Kadın Sığınakları Kurultayları’nın değişmez talebi, yılda en az 3 sığınmaevinin açılmasıdır. Buna karşılık bu süre içinde kamuya ait sığınmaevi sayısında hiçbir değişiklik olmamış, kadın kuruluşlarına ait iki bağımsız sığınak da fon yetersizliğinden kapanmıştır. Devlet, kadın kuruluşlarının bağımsız sığınaklarına hiçbir maddi destek sağlamamakta, fakat bu sığınakların belirli standartlara uygun olmasını yasal düzenlemeyle emretmekte ve denetimini yapmaktadır. YASALAR VE KANUN ÖNÜNDE EŞİTLİK İLKESİ Siyasi irade, kadının yasalar önünde tam eşitliğini sağlamak konusunda bazen isteksiz,.bazen kararsız, bazen de tümüyle karşı bir görünüm sergilemekte ve bu politik arzu eksikliği her düzenlemede yarım, eksik ya da tartışmalı hususlar kalmasına yol açmaktadır. Bu arzu eksikliğinin açık bir ifadesi olarak, devletin bu alandaki sorumluluklarını yerine getirme sürecinin koordinatörlüğünü yapması beklenen ulusal mekanizma 1994’ten Ekim 2004’e kadar teşkilat kanunu olmaksızın çalıştırılabilmiştir. Türkiye’de henüz cinsiyete dayalı ayrımcılığın sona erdirilmesi bir devlet politikası haline gelmemiştir. İçeriğinde kadının yasal haklarının tanınmasına ve ayrımcılığın önlenmesine de yer veren her yasal düzenleme özellikle siyasi iradede ciddi bir dirençle karşılaşmaktadır. Kadına yönelik ayrımcılığın sona erdirilmesini, hayatın içindeki eşitliğin gerçekleşmesini amaçlayan ve bunun mücadelesini veren kadın kuruluşları, uzun yıllardır talep ettikleri yasa değişiklikleri için son yıllarda çok yoğun bir lobi ve savunuculuk çalışması yürütmüşlerdir. Çabamıza ve toplumsal desteğimize rağmen, doğrudan yaşama hakkıyla ilişkili olan “namus cinayetleri”ni engelleyecek düzeyde caydırıcı bir hüküm 2004 yılı içinde gerçekleştirilen Türk Ceza Kanunu değişikliği kapsamında yer almadı. Son yıllarda, AB’nin Kopenhag kriterleri ve Katılım Öncesi Ortaklık Programı çerçevesinde hızlı bir yasal düzenleme dönemi yaşanmaktadır. Bu kapsamda, arzu edilen düzeyde olmasa da, eşitlik yönünde de gelişme kaydedilmekle birlikte, uygulamanın geliştirilmesi için çaba harcanmamakta, hakların yaygın bir şekilde kullanılması için gereken ulusal eylem programları üretilmemekte, kaynak ayırmaya gidilmemektedir. Bu alan, hemen hiçbir maddi destek olmaksızın, adeta sivil toplum kuruluşlarına bırakılmış durumdadır. İdari mekanizmalar yasal hakların kullanımı yönünde yavaş çalışmaktadır. Örneğin, başta yargı mensupları (hakim, savcı ve avukatlar), kolluk kuvvetleri (polis ve jandarma) yasal hakların uygulanmasına yardımcı olma imkanına sahip ve bu anlamda görevlidir. Özellikle yargıçların içtihat yoluyla hem uygulamayı kolaylaştırıp netleştirmeleri, hem de uygulama alanını genişletmeleri beklenir. Buna karşılık, örneğin Ocak 1998’de yürürlüğe girmiş bulunan 4320 sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanun’un uygulanmasında önemli görevleri olan kolluk kuvvetleri, bu görevleri yerine getirmekten hala uzaktır. Devlet, yasal düzenlemelerle kendisine verilmiş görevleri yerine getirebilmek için gereken hizmetiçi eğitimleri yeterli düzeyde yapmamakta, program geliştirdiği durumlarda da yaygın bir eğitim uygulaması gerçekleştirmemekte, ilgili personeli yetiştiren meslek okullarının eğitim müfredatlarında bu eğitim ihtiyaçlarını dikkate almamaktadır. Devletin vatandaşa yasal haklarını öğretme görevi ise, az sayıda ve hiçbir cazibesi olmayan, düz anlatımdan ibaret televizyon-radyo programları ile yapılmaktadır. OLUMLU YASAL DÜZENLEMELER: 4. ve 5.Birleştirilmiş Ülke Raporu’nda belirtilen olumlu yasal düzenlemelere ilaveten, Ocak 2002’de yürürlüğe giren Medeni Kanun, 2003 yılında yürürlüğe giren 4857 sayılı İş Kanunu’nda yer alan koruyucu düzenlemeler ve “işyerinde cinsel taciz”in Kanun’da açıkça belirtilmiş olması, Yine 2003’te yürürlüğe giren kanunla Aile Mahkemelerinin kurulması ve aile hukukuna ilişkin işlerle görevlendirilmeleri, Mayıs 2004’te yapılan Anayasa değişikliği ile Anayasa’nın eşitlik maddesine “devletin kadın-erkek eşitliğinin sağlanmasında sorumlu olduğu”nun açıkça yazılması, 2004 yılında kabul edilen ve Nisan 2005’te yürürlüğe girecek olan yeni Ceza Yasası, gibi olumlu gelişmeler mevcuttur. ÖNEMLİ EKSİKLİK VE GÜÇLÜKLER: Türkiye’nin hala bir “eşitlik çerçeve yasası” yoktur. Anayasa’da yer alan ve 2004 yılında yenilenmiş olan eşitlik hükmü bu ihtiyaca cevap verecek ayrıntıda değildir. Bu konudaki Anayasa değişikliği sırasında madde hükmüne eklenmesi reddedilmiş olan “geçici özel önlemlerin ayrımcılık sayılmayacağı” hükmünün Anayasa’ya konmasına, eşitlik çerçeve yasasında da tanımlanmasına ihtiyaç bulunmaktadır. Yasa yapma sürecinde yasa koyucuya “ayrımcılık açısından inceleyici, yönlendirici” olacak ulusal mekanizmaya ilaveten, Parlamento bünyesinde oluşması gereken “Kadın-Erkek Eşitliği Komisyonu” oluşturulmamaktadır. Yasa koyucu ve uygulayıcılar, çok dar bir tanımla açıkça kadın hakkı olduğunu düşündükleri yasa değişiklikleri dışında, örneğin kamu yönetimi reformu kanunu, yerel yönetimler kanunu gibi kadınları doğrudan ilgilendiren kanunların yapım sürecinde, kadın kuruluşlarının görüş ve önerilerine başvurmamaktadırlar. Hatta, burada verilen örneklerdeki gibi kanunların toplumsal cinsiyet açısından incelenmesinin anlamını ve önemini kavratmak büyük bir güçlük taşımaktadır. Ceza Kanunu vb, dar bakış açısıyla bile kadınlarla doğrudan ilgili olduğu tartışmasız olan kanun yapım süreçlerinde de, kanunun büyüklüğü karşısında bu konudaki hükümlerin azlığından söz edilmekte ve küçümseyici bir tutum takınılmaktadır. 4320 sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanun, 7 yıldır yürürlükte olmasına rağmen, yaygınlaşamamıştır. Koruma tedbirlerinin infazında yaşanan sorunların engellenmesi için çaba harcanmamıştır. İlgili kamu personelinin tamamı hala eğitimden geçmemiş durumdadır. İlk başvuruda harç aranmamasına rağmen, uygulama aşamalarında harç muafiyetleri devam ettirilmemiş, bürokratik işlemler azaltılmamıştır. Şiddete uğrayan kadınları koruyucu devlet politikaları ve eylem planı üretilmeyerek, sığınma-evleri vb destekler komik düzeyde bırakılarak, Yasa’nın caydırıcı etkisi de azaltılmaktadır. Yeni Medeni Kanun’daki yasal mal rejimi Yasa’nın yürürlüğe girdiği tarihte geçerli olan evliliklere uygulanamamaktadır. Bu, 11 milyonu aşkın evli kadının edinilmiş mallara katılma rejiminden yararlanamamasına ve ayrımcılığa uğramasına yol açmıştır. Aile mahkemeleri ihtiyaca cevap verecek donanıma kavuşturulmadan, gerekli hizmet-içi eğitimler yapılmayarak aceleyle oluşturulmuş, adil yargılama gerekleri açısından sıkıntı yaratır durumdadırlar. İlgili Kanun’da duruşmaların gizli yapılmasına ilişkin düzenlemeye yer verilmemiş olması da kadınlar açısından sıkıntı yaratmaya devam etmektedir. Nisan 2005’te yürürlüğe girecek olan yeni Ceza Kanunu’nun yapım sürecine en çok müdahale eden sivil toplum hareketi kadın hareketi oldu. Buna rağmen Kanun’da, yukarıda da belirtildiği gibi, namus cinayetlerine engel olacak sağlam bir yasal düzenlemeye yer verilmedi, ensestin açıkça bir suç olarak tanımı yapılmadı, 15-18 yaş arasındaki çocukların istekleriyle birlikte olmaları halinde bile hapisle cezalandırılmaları öngörüldü, “ayrımcılık yasağı” tanımında “cinsel yönelim” ibaresine yer verilmedi. Siyasi partiler ve seçim kanunları başta olmak üzere, kadınların ayrımcılıktan korunmasını öngören kota vb düzenlemelerle diğer geçici özel önlemlerin hızla alınması gerekmektedir. SİYASET VE KARAR MEKANİZMALARI MEVCUT DURUM: Türkiye’de kadınlar, yasal olarak seçme ve seçilme hakkına sahip olsalar da siyaset ve karar mekanizmalarına katılım ve temsil oranları erkeklere kıyasla halen çok düşüktür. Parlamento’da 1999 Genel Seçimi sonucu kadın temsil oranı %4,2 (550 milletvekilinin 22’si kadın) olmuş, 2002 Genel Seçimi sonrasında da bu oran sadece % 4,36’ya (550 milletvekilinin 24’ü kadın) ulaşmıştır. Bu kadın temsil oranıyla, Türkiye 119 ülke arasında 103. sıradadır. Bakanlar Kurulu’nda sadece geleneksel olarak kadından sorumlu devlet bakanlığı görevini yürüten bir kadın bakan vardır. TBMM’nde oluşturulmuş 16 Komisyon’da toplam 11 kadın vekil görev almıştır. Komisyon başkanı ya da başkan vekili tek bir kadın vekil bile yoktur. Siyasi partiler kadın vekillerini Komisyonlarda üye olarak az, başkan ve vekil olarak da hiç görevlendirmemektedirler. Yerel meclisler’de Parlamento’da 2003-2004’te bir kadın kuruluşunun Ankara’da uyguladığı “Yerel Yönetimlerde Kadın Katılımı ve Temsili” projesinde, kadınların aday olma açısından en küçük yerel yönetim birimi olan muhtarlıklara gösterdiği ilginin yerel yönetimlerdeki diğer karar organlarına yönelik ilgilerinin çok üstünde olduğu görülmüştür. Bu fark; Siyasi partilerin iddia ettiği gibi, kadınların siyasete ve karar organlarına aday olmaya ve seçilmeye ilgisiz ve isteksiz olmadıklarını; Siyasi partiler tarafından belirlenen adaylıklarda kadın aday oranının aşırı düşüklüğü, siyasi partilerin siyasette kadınları destekleyici bir yaklaşım, politika ve tutum geliştiremediklerini; Siyasi partiler tarafından belirlenmeyen muhtar adaylığına gösterilen ilgi, kadınların siyasi partilerin kadınları dışlayıcı aday belirleme tutumu izlediklerinin farkında olduklarını göstermektedir. Ülkemizde kadınların siyasal temsilinin önündeki en önemli engellerden biri siyasal kültür, daha açık bir ifadeyle, siyasi partilerin erkek egemen yapısıdır. Siyasi partilerin karar organlarındaki kadın temsil oranları genel siyasetteki kadın temsil oranlarından farklı değildir. Siyasi partilerde kadınlar, politikayı belirleyen kademelerde değil, partiye destek veren yan-destek kuruluş olarak örgütlenmiş kadın kollarında yoğunlaşmıştır. Siyasi partilerin büyük çoğunluğunun tüzüğü ve kadın kolları yönetmeliği, bu kolları etkisiz, yetkisiz ve bütçesiz bırakmıştır. Kadını bir siyasal özne olarak görmeyen siyasi partiler, kadınları siyasete kazanmak için bir politika üretememektedir. Bu politikaları geliştirme çabası gösteren bazı küçük partiler de, bunları uygulamaya geçirmekte zorlanmış, hatta bu politikaları hiç uygulayamamışlardır. Siyasi partilerde, “kadınlar da erkekler gibi mücadele edip siyasette yer alsın” zihniyeti egemendir. Bu zihniyet, toplumsal ve yasal fırsatlardan tarihsel olarak eşit bir biçimde yararlanamayan kadınların bu mağduriyetini giderecek kota gibi özel önlemlerin alınması ve destek politikalarının geliştirilmesini, eşitsizlik, kadın lehine ayrımcılık olarak görmekte ve göstermekte, geçici özel önlemler olarak uygulamaya bile yanaşmamaktadır. Siyasi partilerin çoğunun tüzüğünde kotalar ve destek politikaları yer almamaktadır. Bazı siyasi partilerde sembolik (% 10 gibi) oranlarda kota mevcuttur. Kota uygulaması olan partilerde, uygulamanın bir ya da iki karar organıyla sınırlı tutulduğu, örneğin delegeler ve seçim aday listeleri için kota uygulamasına yer verilmediği görülmektedir. Siyasi partilerin kadın örgütleri ile ilişkileri yok denecek kadar zayıftır. Siyasi partiler kadın örgütlerini görmezden gelme eğilimindedirler. Kamu yönetimi nde görev yapan kamu personelinin ¼’ü kadın olmasına rağmen, yönetim düzeyinde kadın sayısı çok düşüktür. Türkiye’de halen tek bir kadın vali ve vali yardımcısı yoktur. Bugüne kadar da yalnızca bir kadın vali olmuştur. Yukarıda yer verdiğimiz bilgiler, kadınların, kendi yaşamlarını doğrudan ilgilendiren politikalar üzerinde hiç bir söz sahibi olamadıklarına işaret etmektedir. Diğer bir deyişle, kadınlar kendilerini doğrudan etkileyen politika ve kararların oluşum süreçlerinde de, karara bağlandıkları yerlerde de yer alamamakta, böylece kendi özgün sorunlarına doğrudan çözüm getirme şansından da uzak kalmaktadırlar. Bunun en önemli sonucu olarak, kadınlar yaşamın her alanında (eğitim, çalışma yaşamı, aile yaşamı, sağlık vb) ağır sorunlarla karşı karşıya iken, bu sorunları ortadan kaldıracak politika ve programların geliştirilmemesi, bütçe ve kaynak ayırmaların yapılmamasıdır. Bu bir yandan mevcut eşitsizliklerin sürmesi, diğer yandan her kararda, örneğin her yıl bütçe kanununda kadınların dikkate alınmayarak bir kere daha ayrımcılığa, haksızlığa uğraması ve ‘fiili eşitlik’ anlayışını yerleştirecek süreçlerin yaşama geçirilememesi demektir. YASAL DÜZENLEMELER VE ÖNEMLİ EKSİKLİKLER: Yukarıda, “Yasalar ve kanun Önünde Eşitlik İlkesi” başlıklı bölümde de belirtmiş olduğumuz gibi, Türkiye’de bir eşitlik çerçeve yasası ve geçici özel önlemlerin ayrımcılık sayılamayacağını emreden bir Anayasal hüküm yoktur. Bu durum, siyasi partiler ve seçim kanunlarında kadınlar lehine bir kota uygulamasına yer verilmesinin ayrımcılık sayılmasını ve Anayasa Mahkemesi tarafından eşitlik ilkesine aykırı sayılarak iptal edilmesini engellemeyecektir. Türkiye’de Siyasi Partiler ve Seçim Yasaları kadın erkek eşitliğini sağlamaya yönelik herhangi bir geçici özel önlem içermemektedir. Kadın politikaları gündemini belirleme ve toplumsal cinsiyeti ana politikalara yerleştirme mücadelesinde giderek daha örgütlü ve etkin hale gelen kadın örgütleri bu yasalarda yapılmasını istedikleri değişiklikleri bir yasa teklifi haline getirerek Meclis Başkanlığına, Hükümet’e ve siyasi partilere sundular. Bu teklifte asıl olarak alınması gereken özel önlemler belirtildi. Her bir cinsiyetin en az %30 temsil ve katılımının zorunlu kılınması, uyulması gereken birinci ilke olarak vurgulandı. Bu teklif halen Meclis’teki siyasi partiler tarafından bir kanun teklifi olarak gündeme getirilmemiştir. Kadın kollarının görev ve yetkilerinin, kadın-erkek eşitliğini ve kadınların karar alma süreçlerine katılımını güçlendirecek şekilde, siyasi parti tüzük ve yönetmelikleriyle belirlenmesine ihtiyaç bulunmaktadır. Bu kapsamda, örneğin siyasi partilere devletçe yapılan para yardımının en az %20’sinin, kadınlara yönelik araştırma, geliştirme, eğitim ve politika oluşturma çalışmalarında kullanılmak üzere kadın kollarına tahsis edilmesi ve siyasi partilere Genel Bütçeden ayrılan payın kadın üye sayısını gözönüne alarak düşünülmesi öngörülmelidir. EKONOMİ, ÇALIŞMA HAYATI VE YOKSULLUK MEVCUT DURUM: Türkiye işgücü piyasaları, kadın aleyhine ayrımcıdır; kadınlar işgücü piyasasına giriş için karar almaktan başlayarak her aşamada ayrımcılıkla karşılaşırlar. Bunun önemli bir nedeni, içselleştirilen kalıp yargılardır. Bu içselleştirme, ayrımcılığın fark edilmesini, kavranmasını güçleştirmekte, kadınları ve sorunlarını görünmez kılmaktadır. Görünmezlik, çözüm ve hizmetlerin gelişmesini önlemektedir. Örneğin, enformel ekonomide çalışan bir çok kadın kendisini “çalışan” olarak tanımlamamakta, bu nedenle de çalışanların haklarına sahip olup olmadığıyla ilgilenmemektedir. İşgücü piyasasıyla ilgili kurum ve kuruluşlar, kadınları görünmez işçiler olarak bir kıyıda unutmaktadır. Yapılan model üretmeye yönelik pilot çalışmalar sistemlerde değişikliğe, sonuca yol açmamaktadır. Devlet, 1990’larda bir Dünya Bankası projesi kapsamında, kadın emeğini görünürleştirecek bir dizi araştırma gerçekleştirip yayınlamış, ancak bu çalışmaların bulgularına dayanarak ayrımcılığı/eşitsizliği giderecek politika ve özel programlar üretip uygulamayı başaramamıştır. Devletin işgücü piyasası, çalışma hayatı ve istihdamla ilgili birimleri son 10 yılda bir anlamda yeniden yapılandırılmış, bu yeniden yapılandırmada kadınların ihtiyaçları dikkate alınmamıştır. Devletin ilgili birimlerinin kadına yönelik sorun algısı, çalışma hayatındaki kadınları koruyan ILO standartlarının ulusal mevzuatımıza hangi ölçüde aktarılabildiği ile sınırlıdır. Bu durum, kadına yönelik ayrımcılığın devam etmesinde önemli bir yer tutmakta, hatta bizatihi bir ayrımcılık oluşturmaktadır. Bu sınırlılığın bir uzantısı olarak, örneğin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, AB direktiflerine uyum çalışmalarında işçi ve işveren kuruluşlarıyla işbirliği içinde çalışmaya özen gösterirken, kadın kuruluşlarını bu çalışmaların tarafı olarak görmemekte ve çalışmalara katmamaktadır. Türkiye kadın emeği açısından kavramsallaştırma eksikliği bulunmasına rağmen, ILO standartlarında işgücü istatistikleri üretiminde oldukça gelişmiş durumdadır. Bu istatistiklere göre, Türkiye’de 15 yaşından büyük kadın nüfusun işgücüne katılma oranı erkeklerinkinin yaklaşık yarısı olup % 25-29 dolayındadır. Bu fark, ayrımcılığın ne denli ciddi olduğunu göstermektedir. Türkiye’nin gelişmişlik düzeyindeki bir ülke için olamayacak ölçüde düşük olan kadının işgücüne katılım oranı, işgücü piyasasının kadınları çekmediğine ya da istatistiklerin işgücü piyasasının kadınları çeken kısımlarını kapsamadığına işaret eder. Örneğin eviçi emek işgücü dışında tanımlandığından, 12 milyonu aşkın ev kadını işgücünün tamamen dışında sayılmaktadır. Soru formu ev kadınlarının ev-eksenli çalışan olup olmadıklarını tespit etmeye yönelik bir soru içermektedir, ancak bu soru gerçek durumu yakalamaya yetmemektedir. İşgücü piyasasında cinsiyete dayalı eşitsizlik büyük ve derindir. Örneğin, kırsal kesimde kadının işgücüne katılımı % 45-48’e yükselirken, kentsel kesimde % 16-17’ye düşer. Kırsal kesimde işgücüne katılımın ciddi şekilde yüksek olması kadına yönelik başka bir ayrımcılığın, % 85-90’ı kadın olan bir çalışma türü olan ücretsiz aile işçiliğinin sonucudur. Mevsimlik tarım işçiliğinde belirgin bir kadın işçi ağırlığı vardır. Tarımsal faaliyetlere özgü bir iş yasasının çıkarılmaması doğrudan kadınlara yönelik bir ayrımcılık yaratmaktadır. İşgücü piyasasına girişteki ayrımcılık, erkek egemen toplumsal yapıdan kaynaklanmakta ve çeşitli biçimler alabilmektedir. Aile-eş, kadının işgücüne katılmasını engellemektedir. Örneğin, erkekler aile sorumluluklarını paylaşmaya yanaşmamakta, olumlu çaba harcayanlar da teşvik ve destek görmemekte, aksine aileleri ve sosyal çevreleri tarafından erkeklikleri sorgulanarak aşağılanmaktadırlar. Devlet, -“ebeveyn izni” gibi- aile sorumluluklarını “eşit paylaşılması gereken sorumluluklar olarak gördüğünü ve kabul ettiğini” gösterecek olan yasal düzenlemeleri yapmamaktadır. Erkeklerin kadınlara yönelik “koruyucu görünümlü baskıları”, “namus saiki”ne dayanan erkeklerle aynı mekanda çalışma yasağı gibi ağır uygulamaları mevcuttur. Evli kadının çalışmak için eşinden izin alması, yasal olarak 1996’da sona erdirildi; ancak kadınların eşten izin alarak çalışması geleneği devam ediyor. Müslüman dindar kadınlara, dindar kadının evinde oturması, eşine hizmet edip çocuklarını yetiştirmesi dini emir olarak sunulmaktadır. Devlet tüm bu konularda yapması gereken çeşitli çalışmaları yapmıyor, program bile geliştirmiyor. İşe almada ayrımcılık vardır. İşler kadın-erkek işi olarak ayrışmıştır. Erkek mesleği sayılan, inşaat, maden, petrol gibi mühendislik alanlarında, inşaat teknikerliğinde diplomalı kadınlar ya işe alınmayarak ya da masa başında çalışmaya zorlanarak ayrımcılığa uğramaktadırlar. Bizzat devlet, Kamu Personel Sınavı (KPS) sonuçlarına göre memuriyete yerleştirmelerde bazı işlerde erkek olma şartı aramaktadır. Örneğin, 2002-2004 yıllarında Devlet Personel Başkanlığı’nca yayınlanan işe yerleştirme tercih kitapçıklarında Maden Tetkik Arama ve Devlet Su İşleri gibi kuruluşlarda işe girecek bazı mühendisler için “erkek” olma şartına yer verilmiştir. Teolog kadınlar Diyanet İşleri Başkanlığı’nda vaize, kurs öğreticisi ya da araştırmacı kadroları dışında bir işe atanmamakta kadınlara üst kademelerde görev verilmemektedir. Cinsel yönelim, dinsel inanca dayalı giyim işe girme ve iş kurmakta daha da özel güçlüklere neden olmaktadır. Bakanlıklardan kadın milli futbol takımına kadar bir çok işte kadın ve erkeklerin maskülen/feminen görünümlü ve/veya sakat olup olmadıklarına bakılmaktadır. Özel sektörde, özellikle bankacılıkta, işe alma görüşmelerinde kadınlara “evlenmeyi düşünüp düşünmedikleri” açıkça sorulmakta, kadınlara “belirli bir süre için, örneğin iki yıl çocuk yapmayacakları”na dair taahhütname imzalatılmakta, taahhüdüne uymayanlara tazminat ödettirilmektedir. İstihdamda “eşit davranma ilkesi” 2003’te çıkarılan İş Kanunu’nda yer aldı. Ancak, yasal düzenlemeler kadınlar dikkate alınarak geliştirilmemektedir. Kadınlar, sadece doğum ve hamilelikle sınırlı şekilde dikkate alınıyorlar, önlemler de aşırı koruyucu gece ve sualtı-yer altı işlerde çalıştırmama vb ile sınırlı tutuluyor. Eşitlikçi yasal düzenleme olsa bile uygulamada eşitsizlik yaygın şekilde devam etmektedir. Ücret eşitsizliği, çok bilinen, bir örnektir. Mesela, zeytin toplayıcısı işçi kadınların ücretleri genellikle erkeklerinkinin yarısı kadardır. Kamu kesimindeki eşitsizlik, hizmet içi eğitimlerden yararlanamama, yükselmenin siyasi koruma gerektirmesi gibi nedenlerle ortaya çıkmaktadır. Özel sektörde daha düşük vasıf gerektiren alt düzeydeki işlerde çalıştırılma yoluyla ücret eşitsizliği gizlenmektedir. Kadınlar, mevcut sosyal güvenlik yasalarından da daha az yararlanmakta olup, kendileri de kendilerini geçici süreli bir çalışan olarak gördüklerinden özellikle uzun vadeli sigorta kollarından yararlanamayacaklarına, örneğin emekli olamayacaklarına inanmaktadırlar. Tarımda kendi hesabına çalışan kadın çiftçilerin sigortalı olabilme şartları erkeklerinkinden farklıdır; sadece aile reisi olan kadınların sigortalı olabilmesi Medeni Kanun değişikliği ile aile reisliği kalkmasına rağmen devam etmektedir. 1999 ve 2001 ekonomik krizleri sırasında bir yandan toplu işten çıkarmalarda öncelikle kadınlar işten çıkarılmış, diğer yandan işyerlerinden dışarıya, evlere ve çile atölyelerine iş kaymaları yaşanmış, kayan işler kayıtsız, güvencesiz, düzensiz, sigortasız, çok düşük ücretli, sendikasız çalışma şartlarındaki işler olarak kadın istihdamıyla karşılanmıştır. Bu durum hem işten çıkarmalarda hem de yeni istihdamda kadına yönelik ayrımcılık içermektedir. Enformel ekonominin kadınlaşmış istihdamı aynı zamanda kadınların zaten zayıf olan sendikal örgütlülükle bağının bütünüyle kopmasına yol açmıştır. 2003’te çıkarılan yeni iş yasası işten çıkarmayı kolaylaştırmış; getirilen hukuksal işe iade yöntemleri çok zaman alıcı ve zor olduğundan, kadınların iş gücü pazarındaki sürekliliğini azaltıcı bir etki yapmaya başlamıştır. İşgücü piyasası ve istihdamdaki bir başka ayrımcılık, örgütlenme ve temsilde ayrımcılıktır. Bu alanda örgütlenmiş kadın kuruluşu sınırlı sayıdadır ve devlet desteğinden yoksundur. Ev-eksenli çalışan kadınlar 2002’de bir kooperatif modeli geliştirdiler. Ayrıca, kadın kooperatifleri yaygınlaşmaya başladı. Yani, bu alanda yeni kadın örgütlenmeleri ortaya çıkmaya başlamıştır. Meslek kuruluşlarında ve işçi ve memur sendikalarında kadın üye oranı –eğitim işkolu dışında- düşüktür, karar organlarında kadın temsili oldukça sınırlıdır. Bir memur sendikaları konfederasyonunun eğitim işkolundaki sendikası dışında, sendikalar şube düzeyinden itibaren kadın üyelerini dikkate alan bir örgütlenme modeli geliştirmemiştir. Devletin ve mesleki ya da sendikal örgütlerin kadınları işgücü piyasası ve istihdama ilişkin mevzuat ve uygulamalar hakkında bilgilendiren destek program ve uygulamaları son derece sınırlı sayıda ve düzensizdir. Küçük ölçekli aile girişimciliğinde işletme yasal olarak erkeğin üzerine kurulmakta, kuruluş döneminde kadın emeğinden karşılıksız yararlanılmakta, işletme belirli kararlılık kazandığında kadının işletmeden uzaklaşarak eve dönmesi istenmektedir. Girişimcilikte kadınlara yönelik özel önlem yokluğu engellerin aşılmasını güçleştirmektedir. Girişimci olmak isteyen kadınlar maaşları ve ipotek gösterecek malları olmadığından özellikle kredi almakta güçlük yaşamaktadırlar. Mikro kredi yasal düzenlemeye kavuşturulmamış, dar alanlı pilot uygulamalar olarak mevcuttur. Makro ve mikro ekonomik ve sosyal programların geliştirilmesinde ne kadın girişimciliği ne de kadın istihdamına özel bir ilgi gösterilmektedir. Yoksulluktaki artış, yoksul kadın kitlesini hızla genişletmektedir. Miras yoluyla ayrımcılık ve boşanma kadını yoksullaştırmakta, buna karşı koruyucu önlem alınmamaktadır. Krizler ve küreselleşmenin zararlarını azaltan önlemlerin yetersizliği kadın yoksulluğunu artırmaktadır. Özelleştirmelerde yumuşak geçiş programlarının zayıf ve kadın işçiler dikkate alınmadan hazırlanmış olması, kadın işsizliğini artırmaktadır. Küçük yerleşimlerdeki Sümerbank gibi kadın yoğun KİT’lerdeki özelleştirmeler yerel dokuyu olumsuz etkilemektedir. Uygulanan tarımsal politikalar, önemli ölçüde kadın olan tarım işçilerinin yoksulluğunu derinleştirmiştir. Yoksul kadınlar daha ağır ayrımcılıklarla karşılaşma riski taşımaktadır: Yardım talep etmeye zorlanmak, yardıma bağımlılaştırılmak, kayıtdışı ve yasadışı işlere, seks işçiliğine zorlanmak, eğitim hakkını kullanamamak vb. Kadınların yoksullukla baş etme stratejilerine değer verilmemekte, yoksul kadın sterotipleştirilmektedir. Örneğin, “çalışan yoksul” kavramının geliştirilmemesi kadınları olumsuz etkilemektedir. Kentlerde lise mezunu genç kadınlarda işsizlik oranı % 40’ı aşmıştır. Yaşlı, terk edilmiş, kimsesiz, kuma yüzünden sokağa atılmış yoksul kadınların sayısı da artmaktadır. Yoksullukla mücadele programları çok yukarıdan oluşturulan, belirli kalkınma modellerine dayandırılan, kadınların yaşamlarındaki gerçekliklerden kopuk olduğu için kadınları kapsayamayan, insanların mevcut bilgi ve becerilerinden yararlanmayan, programlardır. YASAL DÜZENLEMELER VE ÖNEMLİ EKSİKLİKLER: Kadın istihdamını artırmaya yönelik bir istihdam politikası oluşturulmalıdır. Yasal düzenlemeler toplumsal cinsiyetçi yaklaşım ile gözden geçirilmelidir. Devlet, ayrımcılığı desteklemediğini, tersine karşı olduğunu, aile sorumluluklarını eşit paylaşmanın geliştirilmesini önemli bulduğunu gösteren yasal düzenlemeler yapmalı, örneğin ebeveyn izni müessesesini oluşturmalıdır. Bu gibi uygulamaların toplu iş sözleşmeleri ve centilmenlik anlaşmaları ile yapılması yolu da denenmelidir. Hükümet ikircikli muhafazakar tutumunu bırakarak geçici özel önlemler almaya başlamalı, ulusal eylem plan ve programlarını geliştirmeli ve uygulamaya geçmelidir. Girişimcilikte özellikle kredi borçlanma ve sigorta konularında pozitif ayrımcılık uygulanmalıdır. İstatistikler iyileştirilmeli, kadın işgücü görünürlük kazandırılmalı, kamu bütçeleri toplumsal cinsiyetçi bütçeleme açısından incelenerek, kadınların kaynaklardan eşit yararlanmadığı açığa çıkarılmalıdır. Tarım İş Yasası kadınlar açısından önemli bir ihtiyaçtır. AB’NİN KADIN’IN GÜÇLENDİRİLMESİ VE CİNSİYET AYRIMCILIĞINA YÖNELİK PROJELERE HIBE VE FONLARI AB yukarda belirtilen problem alanlarda çözüm sağlamaya, kadının toplumdaki statüsünü güçlendirmeye ve siyasetteki temsilini arttırmaya yönelik konularda proje üretebilecek kurum, kuruluş ve kimselere çeşitli hibe ve kredi imkanları sağlamaktadır. Kredi ve Hibeler genellikle Türkiye’de görevlendirdikleri kamu kuruluşları vasıtasıyla aşağıdaki başlıklar altında verilmektedir. İSKUR-Aktif İşgücü-Yeni Fırsatlar Programı 6nci Çerçeve programı, GAP Bölgesel Kalkınma Programı-Kültürel Mirası Geliştirme, Kırsal Kalkınma, KOBİ’leri geliştirme benzeri programları Socrates Leonardo Da Vinci Youth Programme Şu anda çeşitli ülkelerde hazırlanmış ve uygulamaya konulmuş olan; Kadın Girişimciliği:Bölgesel Kalkınma Unsuru olarak Kadınlar Eğitim ve İş Hayatında Cinsel Eşitliği Sağlama Avrupa Sosyal Yaşamında Cinsel Eşitlik konusunda Uzlaşmaya Doğru Enerji Sektöründe, Bilimde, Siyasette Eşit Fırsat Eşit işe, Eşit Ödeme projeleriyle kadının sosyal, ekonomik alanda güçlendirilmesine çalışılmaktadır. PROJE HAZIRLARKEN DİKKAT EDİLMESİ GEREKEN KONULAR Projelerin Hazırlanması hem kompleks hem de konsantrasyon gerektiren başlı başına ayrı bir süreçtir. Projelerin hazırlanmasında elbette birinci konu o konuyla ilgili yayınlanmış direktiflere uygun olmasıdır. Burada ki önemli iki konu hem formatın hem de proje kapsamının başvurulacak programa uygun olmasıdır. Talimatlar da adim adim belirtilen proje bileşenlerinin dikkatli hazırlanması, teknik yeterliliği ile mali boyutunun o projeden beklenen etkiyle orantılı olması, tüm iş terminlerinin net bir plan halinde sunulması, bütçelendirmenin kurallara uygun olarak yapılması, proje ortakları, koordinatörlerinin bulunması (ki bu ortakların uluslararası kurumlar, belediyeler, yerel yönetim organları, STK’lardan oluşan Konsorsiyum’dan oluşması bir avantajdır.) gibi bir dizi karmaşık ancak değerlendiriciler açısından önemli aşamalardan geçilmesi gerekmektedir. PROJE HAZIRLARKEN EN ÇOK YAPILAN HATALAR Projelerde en fazla rastlanan hata, ilan edilen direktif ve ihalenin ruhuna uyan projelerin hazırlanmamasıdır. Bunun dışında hazırlanan projelerden elde edilecek fayda ile proje için gereken bütçe arasındaki orantısızlık ve proje hazırlarken dikkat edilmesi bölümünde belirttiğim hususlara riayet edilmemesi çokça rastlanan hataları oluşturmaktadır. Bu konuda kazanan bir proje hazırlamak için mutlak bir danışmanlığa ihtiyaç vardır. TÜRKİYE’DE KADININ GÜÇLENDİRİLMESİNE YÖNELİK HAZIRLANAN PROJELER Türkiye’de de kadının güçlendirilmesine yönelik projeler gerçekleştirilmektedir. Bunların en bilinenleri ; KAGİDER’in gerçekleştirdiği kadınların iş hayatına yönlendirilerek ekonomik gücünü arttırmaya ve ülke istihdamına katkıda bulunmaya yönelik “Girişim Danışmanlığı” ki bu projede HERMES YÖNETİM DANIŞMANLIĞI VE EĞİTİM MERKEZİ aday kadınlara sağlıklı bir girişimci olmalarını sağlayıcı bilgileri düzenlediği eğitimlerle aktarmıştır. Bu projenin dışında gerçekleştirilmesi planlanan projeler şöyledir; 1- Su Damlası KAGİDER’in tek başına Aktif İşgücü Finans Kurumu Avrupa Birliği Fonları’ndan sağladığı fon ile yürütülen Anadolu’nun 7 ilinde 50 kadına insan kaynakları şirketi kurmaya yönelik geniş çaplı proje.. 2- Girişimci Geliştirme Programı (GGP); Eğitim-Danışmanlık-İzleme-2005 Aktif İşgücü Finans Kurumu Avrupa Birliği Fonları’ndan sağlanan finansman ile Sabancı Üniversitesi ile ortak olarak yürüttüğümüz eğitim programı Bir başka Kadın kuruluşu olan KA-DER’in yürüttüğü projeler; İnteraktif Kadın Projede amaçlanan, STK üyesi olan veya olma potansiyeli taşıyan kadınlara ve 18-25 yaş arası genç kızlara, çağın bir gerekliliği olan internet kullanımının öğretilmesidir, böylece, bu kadınlar diğer kadınlar ve kadın gruplarıyla iletişim kurabilecek, bir haberleşme ağı içinde olabilecek, kendilerini geliştirebilecek ve bu öğrendikleri beceriyi politik süreçlere etkin katılım sağlamayı hedeflemektedir. Ulaşılması hedeflenen kadın sayısı 3000’dir MEDA Eğitimi Projesi: Bu eğitim çerçevesinde örgütlü ve yarı örgütlü kadın gruplarına 2 günlük Toplumsal Cinsiyet ve Siyaset eğitimi verilmiştir. 80 KA.DER eğiticisinin yürüttüğü projede tüm Türkiye'de 3050 kadına ulaşılmıştır. Sürekli Kadın ve Siyaset Okulu Amaç: Bu proje, kadınların atanma ve seçilmeyle gelinen her türlü karar verme noktasında eşit temsilini sağlamaya yönelik kadın siyasetçi eğitmeyi amaçlamaktadır. KA.DER Uzmanlığı KA.DER 2000-2001 yılında kadın aktivist yetiştirmek üzere AT'nin MEDA bölümünden aldığı bir fonla bir proje yürütmüştür. Bu proje sonucunda KA.DER eğitiminin kadın ve siyaset alanında çok önemli bir ihtiyaca cevap verdiği ortaya çıkmıştır. Özellikle toplumsal cinsiyetin siyasi alanda işleme biçimleri, kadın kotası, siyasi partilerde kadın örgütlenmeleri ile özgüven, iletişim gibi alanlarda çok büyük bir taleple karşılaşıldı. Çeşitli parti örgütlerinden gelen kadınların önce eğitmen olarak eğitildiği bu projenin sonunda 3000'den fazla siyasetçi kadın KA-DER eğiticilerinden kadın ve siyaset eğitimi almıştır. Bu süreç içerisinde çeşitli alanlarda uzmanlık geliştirilmiştir. ÇAĞDAŞ YAŞAMI DESTEKLEME DERNEĞİ’nin bu alandaki projelerinden bazıları; "Anadolu'da bir Kızım Var Okuyup Öğretmen Olacak" Okuyup öğretmen olmak isteyen ancak ekonomik zorluk içindeki ailelerin çocukları olan ilköğretimin ikinci aşamasına veya liseye devam eden başarılı kızlarımıza bu projede, okullar açılırken ve bahar yarı yılı başlarken olmak üzere yılda iki kez toplu burs verilmektedir. Burs miktarı her yıl yeniden belirlenmekte olup, verilecek burs ile kızlarımızın okul, kitap-kırtasiye vb gereksinimlerinin karşılanması amaçlanmaktadır. 2001-2002 Eğitim-Öğretim yılında bu proje kapsamında "Çağdaş Türkiye'nin Çağdaş Kızları" a 200 kızımıza burs verilmektedir KADIN KONUSUNDAKİ ÇALIŞMALARA NERDEN ULAŞABİLİRİM ? Kadınla ilgili çalışma yapan bu kuruluşlara ve AB hibeleriyle ilgili bilgilere aşağıdaki web-sitelerinden ulaşılabilir. http://www.deltur.cec.eu.int www.abigem.org http://www.kagider.org.tr http://www.ka-der.org.tr/index.html http://www.cydd.org.tr/ http://www.ucansupurge.org/ http://www.tobb.org.tr/6cerceve/teklif.php

Günün Önemli Haberleri