KADIN VE ERKEĞİN CİNSİYET VE GÖREV TANIMLARININ BELİRLENEMEMESİ

Yemek yemek, üremek, barınmak, eğitim, çalışmak gibi konular cinsiyetlerden bağımsız tamamen temel insani ihtiyaçlardır. Bunların bir tarafa görev gibi yüklenip o görevlerin karşı cinsçe yapıldığında bir lütuf gibi yaşantılanması yalnızca bizi yüzyıllarca geriye götürür ve hayat içerisinde her zaman asıl olanı kaçırmamıza sebep olur.

Ege Ebrar ÖNÜR egebrar@gmail.com

Cinsiyet, kromozomal farklılıklara bağlı olarak kadınlık ve erkeklikle ilgili olan ve bunlar arasında ayrım yapan özellikler dizisidir. Kişilerin kendilerini nasıl hissettiği ve konumlandırdıklarından bağımsız olarak yalnızca iki tip cinsiyet vardır. Kadın ve Erkek. Bayan, hanımefendi, kız, adam, beyefendi, oğlan gibi söylemlerse yalnızca hitaptan ibarettir. Ve ne yazık ki kullanım alanlarına göre de çok farklı anlamlar taşıyabilmektedir. Yeri gelince mertlik yeri gelince çocukluk yeri gelince cinsel yönelim ve hatta bekaret temsili olan sıfatlar dizisidir. Bu sıfatlar dizisi haliyle de cinsiyetçi bir tutumu beraberinde getirir. Cinsiyetçi tutum taraf olmanın bir başka formunu bizlere verir. Bir gruba ait olma, bir başkasından ayrışmanın ötesinde olup kendinden olanı yücelterek kendinden olmayanı yerin dibine sokma haliyle karşımıza çıkar. Sadece bununla da sınırlı kalmaz. Aynı zamanda cinsiyetlere atfedilen birtakım özellikler ve de görevler mevcuttur. Ve ne yazık ki bu özellikler ve görev tanımlamaları hiç bir bilimsel dayanağı olmayan nesnellikten uzak ilkel söylemler dizisidir.

Elbetteki bu söylemler dizisi bir takım gerçekliklerden esinlenerek oluşturulmuştur. Avcı toplayıcı olduğumuz, mağarada yaşadığımız ve henüz medeniyetten bir haber olduğumuz zamanlardan esinlenerek… Erkeğin biyolojik yapısı gereği mağaradan çıkıp avcılanması kadınınsa mağaranın yakınlarında olan otları toplaması ile birlikte şayet çocuk sahibi iseler çocuklarına bakması üzerine kurgulanmıştır. O zamanları düşününce bir bilinmezliğin içine yolcu edilen erkek, nelerle karşılaşacağını bilmeden başına ne geleceğinden habersiz, eşini ve çocuklarını doyurabilmek, soyunun devamlılığını sağlayabilmek adına bu kutsal görevi kendine amaç edinmiştir. Ancak kadın da aynı yerden güdülenerek ve aynı amacı kendine görev edinerek topladığı otlardan neler yapabileceğini keşfederken bir taraftan da bebeğine bakım vermeyi sürdürmüştür. Bu döngü günümüze kadar ulaşırken niteliğini ne yazık ki yitirmiş ve farklı söylemlere konu olmuştur. Süreklilik arz etmesi sebebiyle de bir görev tanımı haline dönüşmüş toplumlarca da bu durum benimsenip içselleştirilmiş ve hatta bir takım atasözleri bile bu çerçeve de var olmuştur. Oğlan atadan öğrenir sofra açmayı, kız anadan öğrenir biçki biçmeyi gibi. Erkek çocuklarının babalarından, kız çocuklarınınsa annelerinden hayat becerilerini ve geleneksel cinsiyet rollerini öğrendiğini belirten bu söz, toplumun geleneksel beklenti ve rollerinin adeta bir göstergesidir. Sanki her birimizin içerisinde bir kadınsı ve bir erkeksi taraf yokmuş ya da kız çocuğu olarak babadan, erkek çocuğu olarak anneden öğrenecek sayısız bilgi ve beceriler yokmuş gibi. Yüzyıllardır alışılagelmiş ve yalnızca son birkaç yıldır kimi kesimler tarafından rahatsızlık uyandıran bu cinsiyetçi söylemler aslında bilinç dışına farkında olmadan işlenilen mesajlardır ve ne yazık ki kişinin sadece söylemlerine değil aynı zamanda davranışlarına da pek tabi yansır.

Hepimiz bir yerlerde mutlaka duymuşuzdur “ben karı mıyım da yemek yapıcam?” ya da “erkekse çalışacak, bana da çocuklarıma da bakacak!” söylemlerini. Neden peki? Hayatta kalmak için para kazanmak yemek yemek soyun devamlılığını sürdürmek için üremek gerekli olan ve hepimiz için var olan şeyler değil mi? Belirli bir yaşa gelmiş olan erkek kendi karnını doyurmak ya da misafirlerini ağırlamak adına hala yemek yapmayı bilmiyor ve adeta bir bebek gibi bunu hala başkalarından bekliyorsa buna ne demeli? Yahut belli bir yaşa gelmiş olan kadın kendi ya da çocuklarının bakımı için bir başkasına ihtiyaç duyuyorsa bundan nasıl bir anlam çıkartmalı? Bir taraftan bu söylemlerden bu düşünce örüntüsünden rahatsızlık duyarken bir taraftan da tüm bunlara karşı çıkanlara duyulan öfke neyden kaynaklı?

Oysaki hiç birimiz eşimizin bizi yalnızca bir maddi kaynak bir bakım veren / ebeveyn ya da hizmetkar görmesini istemeyiz. Ancak bir taraftan da aynı düzlemde olmanın makul olan olduğunu savunanları da kendimize rakip görür hemen onları ortadan kaldırmak isteriz. Belki kadının iş yaşamına katılımını sorun etmeyiz ancak bir erkek olarak da bizden daha iyi kazanmasını ya da daha üstün olmasını da kabul edemeyiz. Ya da bir kadın olarak çocuğumuzun her şeyi ile ilgilenen kişinin biz olduğumuzu eşimizin sürece hiç katılım sağlamadığı söyler, şikayet eder eşimiz sürece katılacak olduğunda da “dur sen şimdi  onu beceremezsin” diye de babaya babalık işlevlerini icra etmesine izin vermeyiz. Oysaki birey her şeyden bağımsız yalnızca bir insan olarak kendine bakım vermeyi beceren, hayatta kalma becerileri gelişmiş, kendini bir çok alanda geliştirmiş bir kişi olmalıdır. Öyle olmadığı, temel beceriler hususunda belli bir yaşa geldiği halde hala başkalarına ihtiyaç duyduğu taktirde bir bebekten ya da çocuktan farksızdır. Bu da bir başka kişi ile sağlıklı bir yetişkin ilişkisi kurmayı zorlaştırır. Kişi kendinden olmayanı bir başkasına da veremeyeceğinden öncelikle kendi hayatta kalabilme becerilerini geliştirmek zorundadır.

Yemek yemek, üremek, barınmak, eğitim, çalışmak gibi konular cinsiyetlerden bağımsız tamamen temel insani ihtiyaçlardır. Bunların bir tarafa görev gibi yüklenip o görevlerin karşı cinsçe yapıldığında bir lütuf gibi yaşantılanması yalnızca bizi yüzyıllarca geriye götürür ve hayat içerisinde her zaman asıl olanı kaçırmamıza sebep olur.