Kadın sığınma evinde üç gün böyle geçti
Abone olTaraf muhabiri Tuğba Tekerek, şiddet gördüğünü söyleyerek İstanbul'daki bir kadın sığınmaevine girdi, yaşadıklarını yazdı.
Taraf muhabiri Tuğba Tekerek, kadın sığınma evinde üç gün kaldı
ve sonunda şunları yazdı: "Gördüm ki sığınak sayesinde bazı
kadınlar canlarını kurtarabiliyor ama bunun için bir yatakta dört
kişi yatmaya mecbur kalıyor."
Kadın süründürme evi başlığıyla sürmanşetten verilen çarpıcı ayıntılar aktarılıyor.
BAŞIMI KOLORİFERE ÇARPTI
21 şubat, akşam 6 suları... Kasımpaşa Polis Merkezi’ne doğru
yürüyorum. Şiddet görmüş bir kadınım. Beni memleketimden yatalak
akrabama bakmak üzere gönderdiler. Ama ben bir “hata” yaptım,
“face”ten tanıştığım bir adamla ilişki yaşadım. Adam öncelerı iyi
gibiydi ama sonra psikopat çıktı. Ayrılmak istediğimi söyleyince
şiddetin dozunu iyice artırdı. Geçen akşam kafamı kalorifere
çarptı. Sabahtan beri “Seni öldüreceğim, marta çıkmayacaksın” diye
mesaj atıyor. Çok korkuyorum, sığınmaevine gitmek istiyorum.
HAYIR BEN EVSİZ DEĞİLİM
Polis merkezinin girişinde bir sürü polis var, ürkerek
yaklaşıyorum. Güvenlik kulübesindeki polis, neden sonra yanıma
geliyor. Hikâyemi anlatıyorum. “Korkma” diyor “Hiçbir şey yapamaz,
dağ başı mı burası, hem hükümetimiz bu konunun üzerinde çok
duruyor.” Bunlar iyi. Ama ben, o adamın, daha önce koruma kararı
çıkartan karısını öldüresiye dövdüğünü, korktuğumu, bu nedenle
şikâyetçi olmak istediğimi söyleyince polis bana hayatî bir noktada
yanlış bilgi veriyor: “İşlem yapabilmemiz için, mutlaka şikâyetçi
olman lazım.” Oysa ki düzenlemeye göre, mağdur kadın şiddet gördüğü
kişiden şikâyetçi olmasa da sığınmaevine yerleştirilebilir.
Ertesi akşam Levent Polis Merkezi’ndeyim. Bu kez başvurumu
alıyorlar. Sonra “Bunu Metin Oktay’a götüreceğiz” diyorlar. Metin
Oktay Evsizlerin götürüldüğü yer! Polislerden birisi “Ama orayı
görüp de 10 dakika sonra kaçmayasın” diyor. Ama kendi aralarında da
tartışıyorlar. Biri diyor ki, “Kadına şiddet farklı, evsiz farklı.”
Bu arada “Seni memleketine gönderelim” de diyorlar. Neyse ki, Aile
Bakanlığı’nın şiddetle ilgili “Alo 183” hattını arıyorlar.
Oradakiler telefonla hikâyemi dinleyip “Kadın sığınmaevine gidecek”
diyor. Oh, sonunda! Polisler bu kez sığınağı arıyor. Bana dönüp “20
kişilik yerde 66 kişi kalıyormuş. İnsanlar yerlerde yatıyormuş. Ona
göre!” diyor.
BELKİ DE BATTANİYE ÜZERİNDE
Ve sığınmaevi... Avrupa yakasında, polis merkezlerine başvuran
bütün şiddet mağduru kadınların getirildiği ilk adım sığınağı. Yer
açılırsa, diğer sığınaklara gönderilmek üzere ilk buraya
getiriliyorsunuz. İki polis yanımda, nöbetçinin yanına gidiyoruz.
Bu görevli de erkek. Odada iki polis bir de 16 yaşında Azeri kız
var. Görevli onların önünde başımdan geçenleri anlatmamı istiyor.
Bu arada içeri kucağında bebekle bir kadın giriyor: “Ben çıkışımı
istiyorum”. Görevli “Sen bir saat önce gelmedin mi?” diye sorunca
“Evet ama” diyor “Burda kalınmaz. Oturmak için bile yer yok. Çocuğa
su istiyorsun, temiz mi değil mi bilmiyorsun.” Görevli, bana
“Haklı, bir şey diyemiyorsun. Size de söylüyorum, battaniye
üzerinde yatabilirsiniz” diyor.
BİRİ BEYAZ DİĞERİ SİYAH TERLİK
Kadınların olduğu bölüme gidiyoruz. Büyük, demir, koyu gri bir
kapı... Biz girince kapıya dönen yüzlerden biri gülümseyip “Hoş
geldin” diyor. Kadınlar getirilen çaya üşüşürken, ben girişteki
televizyon odasında, boşalan koltuklardan birine oturuyorum.
Etrafta bir sürü kadın, ağır bir koku ve ciddi bir gürültü var. Bir
de kavga eden, koşturan, ağlayan, oracıkta altı değiştirilen
çocuklar. Burası aslında dört oda bir salon, büyük bir ailenin
kalabileceği bir ev gibi. Ama o akşam orada 70 kişi var. Kadınların
bir kısmı televizyon odasında dip dibe konmuş altı kanepe ve üç
koltukta oturuyor - koltuklardan birinin minderi yok. Bir grup
kadınsa akşamı banyoda geçiriyor. Banyo penceresinin önünde, kimi
oturuyor, kimi ayakta. Orada sigara içiliyor. Banyoya geçtiğimde
yorgunluktan çömelince bana ters çevrilmiş bir kova uzatıyorlar,
üzerine oturmam için.
Görevli oradan oraya koşturuyor, kimi çocuğa bez soruyor, kimi su
için bardak. Ben de bir ara boş bulduğumda “Çantamı nereye
koyacağım” diyorum. “Yer yok, yanında duracak” diye cevap veriyor.
“Peki kıyafet, terlik? Benim hiçbir şeyim yok.” “Bizde de yok”
diyor görevli. Sonradan görüyorum ki evden gecelikle kaçan burada
gece gündüz gecelikle duruyor, sokaktayken adamın elinden kurtulan,
o sırada ayağında çizmesi varsa çizmesiyle... Bir kadının ayağında
biri beyaz diğeri siyah terlik var. Giden kadınların
bıraktıklarından böyle çözümler üretilebiliyor. Ha bir de “Diyanet
çözümü” var. Onu sonra anlatacağım.... Görevliye umutsuzca “Banyo
için havlu” diye soruyorum. Görevli bana çaresizce bakıyor. Diş
fırçasının da burada ultra lüks olduğunu kısa zamanda
kavrıyorum.
DİYANET PASTA GETİRİYOR
BURASI istasyon sığınak. Yani şiddet mağduru kadınlar önce buraya
getiriliyor, başka sığınaklarda yer açıldığında oralara
naklediliyor. Benimle konuşan görevli “Nakil, hiç belli olmaz, bir
ay da sürebilir, daha fazla da” diyor. Kadınların bu süre
içerisinde alabildiği tek uzman desteği psikologlarla yapılan
görüşme. Psikologlar da her gün yeni gelen bir sürü kadınla
görüştüklerinden ayırdıkları süre çok sınırlı oluyor. Ve üç
psikolog üç kişiyle aynı anda aynı küçük odanın içinde görüşüyor.
Bu sırada mahremiyet için yapabileceğiniz tek şey sesinizi
alçaltmak. Psikolog görüşmesinin dışında hiçbir uzman desteği yok.
Ne kadınlara hukuki haklarıyla ilgili bilgilendirme, ne şiddetle
ilgili bir atölye yapılıyor. Duvarlarda “Kadına şiddete hayır” bile
yazmıyor. Sığınmaevindeki tek etkinlik, dinî sohbetler. Diyanet
İşleri Başkanlığı’ndan gelen görevliler çarşamba ve perşembe
günleri ikişer saat kadınlara kendi pencerelerinden dünyayı
anlatıyor. Bu arada kadınların çok ihtiyacı olan ama sığınmaevinde
bulunmayan şeyleri yanlarında getiriyorlar. Sığınmaevindeki külot
problemi onların müdahalesiyle çözülmüş mesela. Kadınlar din
görevlilerinin çok güzel pasta börekler getirdiğini de
söylüyor.
AĞLAMA OĞLUM
Beş aylık Ulaş var gücüyle ağlıyor. Sabahtan beri ateşi var. 19
yaşındaki annesi Arzu, onu ayağında sallayarak uyutmaya çalışıyor.
Ama Ulaş uyumak bir yana sakinleşmiyor bile. Ateşi 38.5 derece.
Hastaneye götürülüyor. Doktor ilaç yazıyor ama annesinin ilaçların
farkını ödeyecek parası yok. Çaresiz dönüyor sığınağa. Ulaş’ı
emzirmeye çalışıyor ama bir şey yemediğinden sütü de gelmiyor.
Ağlayan oğluna gözleri dolarak çaresizce “Ağlama oğlum” diyebiliyor
sadece. Sonra Ulaş’ın ateşi 39.5 dereceye çıkıyor. Tekrar hastaneye
gidiyoruz. Bu defa iğne yapıyorlar da çocuk biraz rahatlıyor. Ama
ilaçların alınması lazım. Neyse ki, ertesi gün ablasıyla buluşuyor
da, o ilaçları alıyor. Arzu’yu kocası ikinci kattan atmış
“Allah’tan bir şey olmadı, sadece kolum kırıldı” diye anlatıyor.
Kaçarak evlendiği için ailesi ona küs, ablasının babasını ikna
etmesini bekliyor, ama “Ben bu çocukla nasıl bekleyeceğim”
diyor.
Sığınmaevinde pek çok kişi burada kaptığı mikroptan dolayı hasta.
Bir gözü şiş ve kapalı kadının, şiddet sonucu değil de sığınakta
kaptığı enfeksiyon sonucu böyle olduğunu öğreniyorum. Hasta
kadınlara sigortaları varsa hastaneye gidebilecekleri, yoksa
pazartesiyi beklemeleri gerektiği söyleniyor.
ÇORAPLAR ARASINDA UYKU
Gece saat 12’ye yaklaşırken görevli “Hanımlaaar yatma vakti” diyor.
Sıraya girip kullanılmış battaniyelerden birer tane alıyoruz.
Görevli, çocukları için de battaniye alanlara “Hanımlar, bir
tane... Sonra, gece gelenlere battaniye kalmıyor” diyor. Bir iki
çarşaf, kapanın elinde kalıyor. “Nerde yatacağım” diyorum görevliye
“Nerde yer bulursan” diyor.
Sığınaktaki dört odada dip dibe sıralanmış tek kişilik yataklarda
kadınlar genellikle ikişer kişi yatıyor. Çocuklarıyla aynı yatakta
üç kişi yatan da var, dört kişi yatan da... Ben ilk iki gece
televizyon odasındaki bir çekyatta çocuklu bir kadınla yatıyorum.
Çocukların üzerinde tepinmiş olduğu kırlentin üzerine paltomu
serip, kendime yastık yapıyorum. Üçüncü gece beraber yattığım kadın
hastalanınca, koridorun yanında yere konmuş yataklardan birinde
yatıyorum. Burada dip dibe konmuş yedi yataktan adım atacak yer
yok. Yatmadan önce “ayaklar battaniyenin altına” deniyor, ayak
kokusu yayılmasın diye...
Yanımda yatan 50 yaşlarındaki teyze ışık gelmesin diye gözlerini,
koku ve mikroptan korunmak için de burnuyla ağzını tülbentlerle
bağlamış. Ürkütücü görünüyor. Yatıyoruz, bir süre sonra iki
tarafımda bükülen dizlerin arasında benim bacaklarıma yer kalmıyor.
Ayağımı uzatabildiğim zamanlarda ayağımın altında bir kadının
saçlarını hissediyorum. Kafamı kaldırdığımda ise bir çocuğun
çorabıyla burun buruna geliyorum... O gece hiç uyuyamıyorum.
Geceleri biz yattıktan sonra da gelenler oluyor. Görevli, onları
bir yerlere “tıkıştırıyor.” Bazı kadınlar ise koltukta oturur
vaziyette uyuyor. Onlar genellikle bir sonraki gün gidiyor. İki
haftadır burada olanlardan Muazzez “Siz şanslısınız, ben ilk gece
betonda battaniyenin üzerinde yatmıştım” diyor. Şubat ayının
ortalarında sığınakta yaklaşık 100 kişinin kaldığını ve battaniye
üzerinde yatıldığını, o dönemde burada kalan başka pek çok kadından
da duyuyorum.
TUVALETTEN SONRA EL YIKAYAMADIK
SIĞINAKTA ciddi bir hijyen problemi var. Tuvalette, tuvalet kağıdı
yok. Benim orada kaldığım üç akşam da sular kesildi. İlk ikisinde
yaklaşık ikiüç saat, üçüncüsünde ise sabaha kadar. Üçüncü akşam
sıvı sabun da bitti. Sabahleyin tuvaletler çok fena kokarken,
yetmiş kadın ve çocuk, pek çoğumuz tuvaletten sonra ellerini
yıkayamamış halde uyandık.
İŞ GÖRÜŞMESİNE GİDECEK PARA YOK
ÇİĞDEM “cinnet geçirip” televizyonu parçalayan kocası bir ara evden
çıkınca kendini evden dışarı atmış. Gece 12’de karşı yakadan buraya
taksiyle gelmiş. Bindiği taksiye parasının olmadığını söylememiş.
Sığınaktakiler kefil olmuş, burada kalan kadınlara üç ayda bir
verilen 100 lira yardımı alınca 65 lirasını taksiciye verecek.
Geriye kalan 35 lirayı da “bozdurup bozdurup harcayacak.” Kadınlar
üç öğün yemeklerini sığınakta yiyor. Ama iş görüşmesine giderken
yol parası büyük mesele. Bir kadın işe kabul edilmiş ama
“Gelemiyorum, yol paramı siz karşılayın sonra maaşımdan kesin”
diyerek telefonda işvereniyle çözüm üretmeye çalışıyor. Kimi
kadınlar da “otobüs şoföründen rica etsem ne der acaba” diyor.
HER ŞEYE RAĞMEN
Üç uykusuz gecenin ardından, dizlerim dermansız, bademciklerim şiş
şekilde ayrılıyorum sığınaktan. Bu süreçte “Sığınağa gelmesem beni
öldürecekti” diyen kadınların çaresizce kocalarına döndüğünü
görüyorum. Hele çocuklu olana, “Ne yapacaksın” diye sormaya
utanıyorum. Çünkü seçenekleri ya şiddet ya da çocukların
hastalıktan kırıldığı bu sığınmaevi... Öte yandan her şeye rağmen
sığınağın bazı kadınları ölümden kurtardığını, yeni bir hayata kapı
araladığını görüyorum. Bazı kadınlar “Yıllardır ilk kez dayak
korkusu olmadan rahat uyudum” diyor. Ama bu uyku için devletin de
bir yatağı esirgememesi gerekiyor.