Joost Lagendijkten uyarılar
Abone olLagendijk'e göre AK Parti içe döndü
Ankara Protokolü konusunda AB ile Türkiye arasında anlaşmazlık
olduğunu anımsatan Joost Lagendijk, 'Kıbrıs sorunu müzakere
sürecini donduracak bir konu değildir' diyor
DERYA SAZAK: Türkiye - AB ilişkilerinde gözlenen yavaşlama
anketlere de yansımaya başladı. Brüksel, Ankara'ya Kıbrıs nedeniyle
müzakerelerin kesintiye uğrayabileceği yönünde mesajlar veriliyor.
Kamuoyları da eski heyecanını kaybetmeye başladı. Bu noktaya nasıl
gelindi?
JOOST LAGENDİJK: İlk olarak bu duruma çok
şaşırmadığımı söylemek isterim. Görüşmeler ilk başladığında
insanların ilgisi ve isteği çok değildi. Kasım 2004'ten sonra,
basının da yoğun bir şekilde eğilmesiyle Türk kamuoyunda AB'ye olan
ilgi iyice arttı. Birkaç sene önceki sonuçlara baktığımızda hem
Türk hem de Avrupa kamuoyunda yüzde 50 dolayında bir destek
vardı.
Daha sonra Orhan Pamuk, Hrant Dink, Elif Şafak davaları başladı,
Kıbrıs sorunu gündemden hiç inmedi. Tüm bunlar, AB kamuoyunda
olumsuz bir etki yarattı. Birçok insan Türkiye konusunda kararsız
kaldı. Ama gelecek konusunda iyimserim. Eğer AB içinde bir
genişlemeden bahsediyorsak, Türkiye bunun içerisinde olmalı.
Bazı müzakere başlıkları açılmış olmasına karşın AB'den esen
olumsuz rüzgârlar çelişkili bir durum yaratmıyor mu? Türkiye'nin
adaylığı sürekli sorgulanıyor.
Müzakereler, hem çok politik hem de çok teknik bir süreç. Politik
süreçte var olan sıkıntılar düşünce ve ifade özgürlüğü, Kürt
sorunu, Kıbrıs gibi konular. Bunlar medyada geniş yer alıyor.
Ama teknik süreçle ilgili konular çok gündemde değil. Dolayısıyla
sorunlu alanlar konusundaki haberleri, makaleleri her yerde
manşetten görebiliyoruz. Bu nedenle Türkiye'yle ilgili negatif
görüşlerin daha çok olduğu izlenimi doğuyor. Ama bu çok normal.
Örneğin, Polonya açısından bu anket oranları yüzde 65'le başladı.
Müzakereler devam ettikçe, bu oran yüzde 45'lere kadar geriledi. AB
hedefi yaklaştıkça, bu oran yine % 65'lere kadar ulaştı. Türkiye'de
de durum aynen böyle. Kıbrıs'a gelirsek, AB'nin kendini bu konuda
suçlaması gerek, çünkü sürekli Türkiye'den yeni isteklerde
bulunuyor.
Kamuoyu desteğinin azalması normal. Bunun dışında din faktörü de
önemli. Avrupa'nın İslamla bir sorunu var. Türkiye'deki İslamla
değil, genel olarak İslamla. Dolayısıyla Türkler, AB'nin İslama ve
kendilerine karşı olduğunu düşünüyor. Yüzde 10'luk bir kesim böyle
düşünüyor.
TCK 301. maddeden verilen mahkûmiyetler, Avrupa'nın Türkiye'ye
bakışını olumsuz etkiledi diyorsunuz, AKP, şimdi daha milliyetçi
veya radikal diyebileceğimiz bir yöne mi kaydı?
Ceza Kanunu'nda değişiklikler yapıldığında gerek AB, gerekse
Türkiye Gazeteciler Cemiyeti 301. maddeye dikkati çektiler. Hükümet
ise "bekleyin ve görün" dedi. Daha çok düşünce ve ifade özgürlüğüne
yol açması beklenirken, tam tersi oldu. Dolayısıyla AB ve
hükümetteki bazı politikacılar 301. maddenin değiştirilmesi
gerektiğini düşünüyorlar. Abdullah Gül bile bunu ifade etti.
AKP içe döndü
Öte yandan milliyetçilik dalgasının Türkiye içinde yükselmesinden
ötürü, radikal fraksiyonlar reform sürecini olumsuz olarak
değerlendirerek ya da kasıtlı eylemlerde bulunarak AKP'nin
eleştirilmesine neden oldular. Bu durum kendi tabanı açısından da
normalden çok daha fazla tepki topladı; çünkü bir anda AB'ye
yönelik birçok yasa ve uygulama yürürlüğe girdi. Seçimlerin
yaklaşmasıyla beraber, AKP de AB'den çok içine döndü. Seçimleri
kazanmak istiyor. Kendi oy tabanını elinde tutmaya çalışarak ve
onun beklentileri doğrultusunda davranmaya başlayarak kendini iç
meselelere yönlendiriyor.
Örneğin Kıbrıs konusunda, hükümet "Biz elimizden geleni yaptık,
şimdi sıra AB'de" diyor. Kürtlerle ilgili tutumu da aynı. AKP'nin
AB sürecini bir kenara bıraktığını düşünmüyorum.
Çünkü AB perspektifi olmaksızın, AKP'nin zor durumda kalacağını
düşünüyorum. Müslüman demokratların seküler bir sistemde
kalmaktansa, AB'ye girmenin daha iyi bir fikir olduğunu
düşündüklerine inanıyorum.
AKP kilitlenmiş halde
AKP, Kıbrıs ve Ek Protokol gibi nedenlerle müzakereleri
kesintiye uğratmayı göze alabilir mi?
Bu konuda AKP kilitlenmiş durumda. AKP'nin, Kıbrıs konusunda
örneğin, Ecevit ve ordu kadar duygusal bir bağı yok. Ancak bir
yandan da, Türkiye'de var olan güncel eğilimleri göz önünde
bulundurarak, elinden geleni yaptığını ve hamle sırasının AB'de
olduğunu düşünüyor. Bu noktada AKP ve AB'nin birlikte hamle yapması
gerekiyor. Çünkü AKP'nin şu andan itibaren yeni bir hamle yapması,
seçim tabanında büyük sarsıntılara yol açabilir. İfade özgürlüğü,
Kürt sorunu konusunda hamlelerine ve girişimlerine devam
edebilirler ama Kıbrıs konusunda yeni hamle yapmaları şu an mümkün
değil gibi gözüküyor.
Ek Protokol uygulanmazsa, limanlar Güney Kıbrıs gemilerine
açılmazsa, AB müzakereleri kesebilir mi?
Hayır, kesmez. Ama gündemde bir kriz yaşanacağı konusunda birçok
söylenti var. AB limanlar, havaalanları, ambargo konusunda ısrar
ediyor. Ankara Protokolü konusunda AB ve Türkiye arasında bir
anlaşmazlık var. Türkiye mal ticaretine sıcak bakabileceğini
söylerken, gemi ve uçaklarla hizmet alınıp verilmesi konusunda
olumsuz bir yaklaşım sergiliyor.
Dolayısıyla, Türkiye'nin bu koşulu yerine getirmeyeceğini söyleyip
arabuluculukla sorunu ileriki yıllarda halletmesi mümkün. Ama bunun
yanında eğitim, çevre gibi konularda gelişmeler sağlayabilir.
İngiliz Dışişleri Bakanı'nın dediği gibi, AB'li ülkelerin büyük bir
çoğunluğu Türkiye ile müzakerelerin sürmesini istiyor.
Tek ülke durduramaz
Türk basını Fransa, Kıbrıs ve Avusturya gibi birkaç ülkenin olumsuz
söylem ve tavırlarını göz önüne alarak değerlendirme yapıyor. Oysa
onlar 25 ülkeden sadece 3'ü. Türkiye'nin bunu görmesi lazım.
Sonuç olarak, Kıbrıs konusu bir sorun olmakla birlikte müzakere
sürecini donduracak bir konu değildir. Ayrıca Türkiye ile Kıbrıs
arasında her ne kadar büyük sorunlar olsa da, tek bir ülkenin AB
müzakere sürecini durdurabileceğini düşünmüyorum. Annan'ın Ada'ya
temsilci göndermesi gerilimin düşmesine neden olabilir. Avrupa
konteksi içinde BM aracılığıyla sağlanan bu görüşme, en azından
tarafların birbirlerini "dinlemelerine" yardımcı olabilir.
Şemdinli kararı bir mesaj verdi
AB'nin Türkiye konusunda vurgu yaptığı alanlardan birisi de 'sivil
asker ilişkileri'. Şemdinli davası bu süreci nasıl etkileyecek?
AB için Şemdinli konusu çok önemliydi. Yargılanma sonucunda iki
kişi 39 yıl ceza aldılar. Eğer yargılanma ve mahkûmiyet olmasaydı,
Türkiye için bu durumun hazin sonuçları olabilirdi. Şemdinli ile
ilgili gelişmelere çok olumlu bakıyorum. Bu olay Türkiye'ye bir
mesaj verdi. O mesaj da şuydu: Ordu ya da güvenlik güçleriyle
bağlantılı bile olsanız, yargı sisteminden kaçamazsınız. İki
askerin mahkûmiyeti çok önemli, ancak bir de bu suçun işlenmesinde
kimin parmağı olduğu konusu var.
Ordu politikadan uzaklaşmalı
30 Ağustos'taki Asker Şûra'da genelkurmay başkanı değişecek. Eski
Avrupa Parlamentosu üyesi Ozan Ceyhun, Brüksel'de Büyükanıt olmasın
diye lobi yapıldığını öne sürdü. Bunlar doğru mu?
AB bu konuyu uzaktan izliyor olsa da, buna karışmaması gerekir.
Kimin genelkurmay başkanı olacağına Türkiye kendisi karar verir.
AB'nin bu konuyla ilgili olarak önemsemesi gereken nokta, asker -
sivil, asker - hükümet ilişkileridir. Ama ordunun Türkiye'de
politik konular üzerine bu kadar eğilmesi ya da politik konularda
bu kadar etkin olmaya çalışmasını AB anlayamıyor. Ordunun politik
alandan yavaş yavaş da olsa uzaklaşması gerekiyor.
Cumhurbaşkanı bütünleştirici olmalı
Cumhurbaşkanlığı seçimleri konusunda ne düşünüyorsunuz? Erdoğan'ın
adaylığı tartışılıyor. Çankaya konusunda ordu da hassas...
Önemli olan bu ismin tüm Türkiye'nin düşüncesini yansıtmasıdır.
Yani sadece AKP'yi ve tabanını temsil etmemesi gerekir. Başörtüsü,
laiklik gibi konular Türkiye'nin gündeminde bu kadar çok yer
alırken, Erdoğan seçilecekse bile bunun uzlaşma zeminine oturması
gerekiyor. Seçilecek kişi kim olursa olsun, ülkeyi bütünleştirecek
bir yapıya sahip olmalı. AB'de ordunun bu tip konulara müdahale
etmesi görülmemiş bir durumdur. Ordunun Türkiye'de farklı
misyonunun olduğunu biliyorum. Ordunun zamanla AB'deki ordu
anlayışına yaklaşmasını umuyoruz.
Ben de dönmeyi düşünmezdim
Kürt sorununun sosyal ve siyasi boyutları üzerinde ne
söyleyebilirsiniz?
Göç eden insanların aklında, memleketlerinde yeni bir hayat kurma
düşüncesi var. Ama ekonomik dönüşüm yaşanmamış ya da güvenlik tesis
edilmemişse, geri dönmekten vazgeçiyorlar. Ben de dönmeyi
düşünmezdim.
Hükümetin Kürt dilinin konuşulmasına sınırlamalar getirmesinin
nedenini anlayamıyorum. Geçen sene, Erdoğan önemli projelerden
bahsetmişti. Ancak bunların tam olarak uygulamaya geçmediğini
görüyoruz. PKK'nın yaptıklarını çok yanlış buluyorum. Türkiye'nin
kırmızı çizgilerini zorluyorlar. Ordunun soruna müdahalesi
Kürtlerin yaşanacak gelişmelere olan inancını törpülerken, diğer
taraftan terörist olaylar ordunun bu konudaki çekincelerinin
onaylanmasına neden olup hükümetin daha pasif kalmasına yol
açıyor.
Farklı mezhepler temsil edilmeli
Zorunlu din dersleri ve Aleviler konusu 3 Ekim'de AİHM'nin
gündemine gelecek.
Gelişmeler gösteriyor ki, zamanla Türkiye'de İslam farklı mezhepler
göz önüne alınarak yorumlanacak. Türkiye'de gerek İslam içindeki
farklı mezheplerin, gerekse Hıristiyanlık içindeki farklı
mezheplerin temsil edilmesi, haklarının korunması gerekiyor. Çünkü
bu sayede insanlar Kürt, Alevi ya da Protestan olup aynı zamanda
Türk olmaktan gurur duyabilir. Birçok insan, AB'nin azınlık
haklarıyla bu kadar ilgilenmesini Türkiye'yi bölme emeli olarak
algılıyor. Ama gerçek bu değil.
Röportaj: Derya Sazak
Kaynak: