İyi geceler canım prens
Abone olAli Poyrazoğlu yazdıÇok yakışıklıydı; bütün kızlar ona aşıktı. Çok kıskanırdık. Çok iyi oyuncuydu, kontrollü bir avareydi... Ne oynarsa oynasın, döktürürdü; çok güzel ölürdü. Çok güzel öldü
Biliyoruz kader bir gün bizlere de gülecek; Kenterler’de
oynayacağız. Bomba patladı. Yıldız Hoca “‘Karakolda’ adlı bir oyun
sahneye koyuyoruz, okuldan seçtiğim birkaç kişiyi oyuna alıyorum”
dedi.
Ölüm sessizliği... Haftaya açıklayacak. Hafta, tarihin en uzun
haftası!
Hoca açıklıyor: Sema Özcan, Ali Poyrazoğlu, Mustafa Alabora, Erdal
Özyağcılar, Güler Ökten, Erdoğan Akduman. Yönetmen Yıldız Kenter.
Disiplin çelik. Müşfik Kenter ve Şükran Güngör’le aynı soyunma
odasına düşüyorum.
Müşfik, makyaj yapmıyor. Rolü giymiş üstüne, makyaja ne gerek
var?
Eliyle saçlarını düzeltiyor, yallah sahneye...
İçindeki yaratıcı enerjinin nereden geldiğini, nasıl bu kadar iyi
oynadığını anlamaya çalışıyorum.
Sırrını keşfediyorum. Kurallarla, disiplinle, sıradanlıklarla
takışmasında gizli oyunculuğunun sırrı. Fazla sıkı kuralların
yaratıcılığın önünü kestiğini keşfetmiş. Bir gün Müşfik, oyun
sırasında Kamran Yüce’yi güldürmeye çalıştı. Kamran gülmeyince
kendi gülmeye başladı... Bütün ekibe yayıldı... İş kontrolden
çıktı. Oyundurdu. Yıldız Hoca arkaya geldi, perdeyi kapattı.
Fırçanın Allah’ını yedik. Seyirciden özür, oyuna devam...
OYNARKEN MÜŞFİK’İ İZNE GÖNDERİRDİ
Serseriliği, başıbozukluğu, avareliği müthiş bir yaratıcı
yönteme dönüştürmüştü. Sanki oyunculuk yöntemleriyle ilgili hiçbir
şey bilmiyormuş gibi davranırdı. Bildiklerini unutmayı seçip
karakterin ruhuna sezgileriyle girmeyi yöntem eylemişti.
O adam olup çıkardı. Müşfik’i izne gönderirdi oyun oynanırken;
sonra tekrar buluşurlardı. Her karakter için ayrı teknik
geliştirir, çaktırmazdı. Her şey, şimdi, ilk kez o anda, ilk defa
oluyormuş gibi gelirdi izleyenlere.
LAFLARIN PAPAĞANI OLMAYA DİRENİYORDU
Kenterler’de yeni oyun asıldı tahtaya: ‘Ver Elini Yeni
Dünya’.
Rolüm var ve de asistanım. Baş işim reji defteri tutmak, bir de
Müşfik’e laflarını ezberletmek. Zor ezberliyor, adeta direniyor.
Ezberlerse lafların papağanı olacak diye direniyor. Sindire sindire
yerli yerine oturtmak istiyor her sözcüğü. Neye gereksinimi
olduğunu hissettim.
Oturduğum yerden değil tahtanın arkasına takılıp sufle vermeye
başladım. Gölgesi gibi yapıştım. Sahnede o nereye, ben oraya.
Fısıldıyorum repliklerini. Baktı böyle daha kolay oluyor, “Lan
ruhuma üflüyorsun lafları...” dedi. En büyük paye: Müşfik’in ruhuna
üfleyen adam! Uçuyorum sevinçten. Olağanüstü bir performans
sergiledi o oyunda. Bütün ödülleri sildi süpürdü. Benim üflememden
değil tabii ki...
YAKIŞIKLI BİR TV AL ÖDEŞELİM
Zaman geçmiş, kendi tiyatromu kurmuşum, Kenter Tiyatrosu’nu
kiralamışım, orada sergiliyorum oyunlarımı. Paylaşıyoruz salonu.
‘Oğlum Çiçek Açtı’yı sahneye koymaya karar verdim. Hem oynayıp hem
yönetmenlik yapmak istemiyorum. Yönetmen arıyorum. Körüm, önümde
kahve içen Müşfik Kenter’e niye teklif etmiyorum? “Şu oyunu, ‘Oğlum
Çiçek Açtı’yı sen yönetsene” diyorum. Hiç ikiletmiyor. “Olur, ver
teksti bir okuyayım” diyor.
“Kaç para vereceğiz” diyorum. “Para istemez, evdeki televizyon
eskidi, yakışıklı bir TV alırsın, ödeşiriz” diyor.
İlk provada “Nasıl oynayacağım ben bu adamı, benden 20 yaş büyük.
Azıcık yaşlı gibi çalışayım mı” diyorum. Gayet sakin cevap veriyor:
“Ben senden 20 yaş büyüğüm, aramızda bir fark var mı? Ben senden
çok çalışıyorum üstelik. Oyna olduğun gibi. İnsan gibi, adam gibi
oyna işte...”
Baş lafıydı: “Önce adam olun, insan olun, sonra oyuncu... Role de
insan gibi davran. O karakteri anla, kavra, acılarını, sevinçlerini
paylaş. O zaman iyi oynarsın. Hem de çok iyi.”
HAMLET’İN SON SÖZLERİNİ MIRILDANDI
Çok güzel ölürdü…
Çok yakışıklıydı. Bütün kızlar ona aşıktı…
Çok güzel öldü…
Yukarıdan, Göçmüş Oyuncular Bahçesinden Muhsin Ertuğrul, Şükran
Güngör, Kamran Yüce ellerini uzattılar. “Gel bakalım” dediler.
Müşfik döndü aşağıya baktı, Hamlet’in son sözlerini mırıldandı.
“Bundan sonrası… Sessizlik…”
Shakespeare, Horatio’nun Hamlet’in arkasından söylediklerini
mırıldandı…
“Bir soylu yürek durdu. İyi geceler canım prens.
Meleklerin ninnileriyle uyu son uykunu…”
(Hamlet. W. Shakespeare. Çeviren Sabahattin Eyüboğlu)
HAKKINI HELAL ETTİ, DUYULMADI
İçindeki Müşfikleri barıştırmaya, kaynaştırmaya uğraştı hep.
Bilge adamla avareyi, içen dağıtan yanıyla büyük bir üstadı, hocayı
dengede tutmayı becerdi.
Çok güzel, çok yakışıklı, sessizce ölüyordu Hamlet’te… Bütün
salonun içi titrerdi.
Hamlet ölür, Shakespeare’in mirasını bırakır bizlere.
Müşfik Kenter de mirasını bıraktı, ailesine, öğrencilerine,
seyircilerine.
Sevgisini, kaygılarını, korkularını, bilgisini, ustalığını
bıraktı.
Yarım kalmış hayallerini bıraktı. Ülkeyle, gelecekle ilgili
kaygılarını bıraktı. Hüznünü de bizlere emanet etti. Gözlerinden
hiç eksilmeyen hüznünü…
Miras bıraktım sizlere. Yarım kalmış sevgilerimi, dostluklarımı,
yalnızlıklarımı bıraktım. Başıbozuk günlerimin içine gizlediğim
sarıp sarmaladığım disiplinimi, yarattığım bütün karakterleri size
bıraktım. Sizlere bıraktım ustalığımı, çıraklığımı…
Sesimle ruhlarınıza üfledim Orhan Veli’yi, Nazım Hikmet’i,
Shakespeare’i.
Mirasımdır, tiyatrom, Türk Tiyatrosu, öğrencilerim, meslektaşlarım,
oynadığım ve oynayamadığım bütün yazarlar. Sahip çıkın.
Mirasımdır ablam, karım, çocuklarım… Sizlere bıraktım onları…
Birlikte tiyatro yapmaya devam ederiz, diye.
Sordular “Hakkınızı helal ediyor musunuz?” diye. Helal olsun”
dediler. Müşfik de “Ben de sizlere hakkımı helal ediyorum”
dedi.
Duyulmadı.