İtiraf etti
Abone olNedim Gürsel yeni kitabını anlatırken itiraf etti "bir Fransız denizciye aşık oldum"
Fransa’yı, ünlü şair Baudelaire’in, “Orada ne varsa
nizam / şehvet, sükun, ihtişam” dizeleriyle tanımlıyorsunuz. Neden
şehvet?
Bana sorarsanız Fransa’ya en yakışan sözcük budur.
Fransız kadınlarından ötürü mü?
Sadece onlardan ötürü değil. Yalnızca erkek öğrencilerin okuduğu (o
yıllarda), Galatasaray Lisesi’nde okumamla, o yıllarımla da ilgisi
var. Çünkü o zamanlar, geceleri yatakhanedeki buz gibi yatağımda
büzülür, Notre Dame de Sion’un kızlarını hayal derdim. Onlardan
birine aşık olup Paris’e gittiğimi... Sonra Edit Piaf’ın alımlı
fahişeleri anlattığı şarkıları... Fahişeleri resmeden Toulouse
Lautrec’in tabloları... Bana hep Fransa’yı çağrıştırır.
Fransızlar kendilerini ifade ederken cinsellikten çok
yararlanır. Mesela Louvre Müzesi’ni gezerken her yerde Bebek İsa,
Çarmıhtaki İsa gibi tablolar görürken, Fransa bölümünde birden
kadınların göğüsleri açılır. Bu yaklaşım sizi etkiledi
mi?
Tabii ki etkiledi, etkilemez olur mu! Üstelik Fransa’ya gittiğimde
ben 20 yaşındaydım ve o zamanlar İstanbul yine büyük bir kentti ama
orada bile cinsel özgürlük sınırlıydı. Kuşağımın pek çok erkeğinde
olan bu kısıtlamanın izlerini ben de taşırdım içimde. Bu
bastırılmış ortamdan sonra birden Fransa’ya gittiğimde de, kendimi
birden cinsel özgürlüğün yaşandığı bir ortamda buldum. Ve 20
yaşındaydım!
Yani bir nevî travma geçirdiniz...
Travma mıydı bilmiyorum ama çok ilginçti. Mesela Sorbonne
Üniversitesi’nin Fransız Edebiyatı bölümündeydim. Sınıfta 27 kız, 3
erkek vardı ve kızlar dünyanın her yerinden geliyordu.
“Yoksa cennette miyim?” dediniz mi?
Demez miyim!
Nedim Bey, sizde otosansür yok mu? Türk yazarlarında bunun
çok olduğu söylenir. Mesela her türlü siyasi konuyu çok sert
konuşurlar ama iş kendi bedenlerine, ailelerine gelince susarlar,
yazmazlar. Sizde ise bu yok. Nasıl oluyor?
Fransız toplumu Katolik olduğu için, yazarlarında bir itiraf
geleneği vardır. Türk Edebiyatı’nda ise bu çok sınırlı. Hatta tam
aksine bizim yazarlarımız başkalarından söz etmeyi, çekiştirmeyi
sever. Kendilerine gelince de, egoları o kadar büyüktür ki, günah
çıkarma işine hiç girmezler.
Utanıyor da olabilirler mi?
Ee tabii ki! Bu da böyle bir geleneğin olmamasının sonucu. Ama ben
belki Fransız yazarların etkisi altında kaldığım için olsa gerek
ki, bunlardan biri de Baudelaire’dir, kitaplarımda fazla
gizlemeden, özel hayatımı da anlatabiliyor, yazdıklarımda itiraf
yönüne de ağırlık veriyorum.
Tıpkı bu kitabınızdaki gibi. Bunlardan biri; Marsilya’da 1969’da,
gemiden iner inmez sevgiliniz tarafından terk edilmiş
olmanız...
Evet bu yüzden Marsilya’yı pek sevmemiştim. Sevgilim beni bir kez
olsun öpmeden terk etmişti.
Ama bu olaydan bir hafta sonra sizi İstanbul’da öpmüş. Hem
de nasıl! Evet, Fransız tarzı denilen türdendi. Başıma ilk
kez geliyordu, 18 yaşındaydım.
Ne hissettiniz?
Hem bir çekinme, hem tiksinme... Çünkü ilk defa karşı cinsle
kurduğum bir yakınlıktı ve bu dil, damak işin içine girmişti...
Neyse bu bölümü en iyisi kitaptan alıntı yapmakta fayda var.
(Alıntı şöyle: Dilini ağzımın içinde yadırgayınca, bu derin
öpüşmeye “Fransız tarzı” denildiğini söylemişti. Nasıl da gizemli,
istekli ve sıcaktı. Onun sadece ağzımda değil, ergen gövdemde
uyandırdığı nemli, kaygan, itici ürpertiyi nice dillere dokunduktan
sonra bile unutamadım.)
İki kadınla aynı anda birlikte oldum o zamanlar buna ‘grup
seks’ denmezdi
Özel hayatınıza dair bir diğer çarpıcı bilgi de, iki genç
kadınla aynı anda birlikte olmuş olmanız. Pardon grup seks mi
yaptınız?
Tabii, tabii bu grup seks... Tabii o zamanlar öyle bir deyim yoktu.
Ee, öyle oldu valla, ne desem ki şimdi (Karşılıklı gülüyoruz). Ama
tabii kitapta grup seksi ayrıntılarıyla anlatmıyorum. Sadece iki
genç kadınla aynı anda birlikte olduğumu söylüyorum, o kadar.
Peki, niye söylüyorsunuz?
“” gibi bir kitabın yazarı olarak istesem ayrıntılara da girerdim.
Ama bu kitabın amacı o değildi. Bu bölümde 20 yaşında cinsel açıdan
aç bir Türk erkeğinin hazla ve cinsel aşkla olan ilişkisini
anlattım.
Gelelim kitabın itiraf bölümüne. Diyorsunuz ki; “Hiçbir kızı
dudaklarından öpmemiştim ama Brest’li bir gemiciye, galiba âşık
olmuştum.” İşte bu, gerçekten bir itiraf.
Bir ergen düşünün yatılı okulda okuyor ve hep Fransa’yı hayal
ediyor. Sonra birden İstanbul’a Fransız denizciler geliyor. O
denizcilerden biriyle tanışıyor, geziyorlar, denizci kadınlara
gidiyor. O denizci 20 yaşlarında, ben de sanırım
16 yaşındayım. Aramızda hem bir sırdaşlık, hem de bir yakınlık
olmuştu. Yıllar sonra tüm bunları düşündüğümde, bu yakınlığın
eşcinsel bir eğilim de taşıdığı fikri geldi aklıma. O yüzden yazdım
bunu. Ama yine de bir soru işaretidir bu.
Eşcinsel bir deneyiminiz oldu mu?
Hayır, benim bir eşcinsel deneyimim olmadı. Ama her insanda
biseksüelliğin bastırılmış olarak bulunduğunu söyler
psikanalistler. Ben de onların yalancısıyım!
Nedim Bey, nasıl bu kadar rahat
olabiliyorsunuz?
Fransız kültüründe Libertinage yani ‘cinsellik başta olmak üzere
özgür yaşam savunusu’ diye bir şey vardır.
Bu 18. yüzyılda ortaya çıkmış, cinsel anlamda tabuları yok sayan
bir yaklaşımdır. Ben de bu kitabımda, Fransa’yı anlattığım için
kendime Libertinage ahlâkı koymaya çalıştım. Tabii kendimden
örnekler vererek.
Orhan Pamuk’la ilginç rastlantılarımız var
Aileniz Orhan Pamuk’un ailesine benzemiyor mu?
Sizin de aileniz iyi eğitimli, bir burjuva ailesi, ikinizin abisi
iktisatçı. Sizin abiniz Seyfettin Gürsel, onun Şevket Pamuk.
İkinizin de kızı var.
Ekşisözlük’te biri “Orhan Pamuk’la Nedim Gürsel’in ortak yönleri
nedir?” diye sormuş, bir başkası da “İkisinin de abisi iktisatçı”
diyerek yanıtlamış. Siz de oradan mı okudunuz?
Hayır. Başkalarının da aklına geldiğine göre doğru iz üzerindeyim
demek ki!
Orhan’ın da benim de abim iktisatçı ve ikimizin de abileri ile
arasındaki yaş farkı az. Böyle ilginç bir rastlantımız var.
Orhan Bey romanlarında abisiyle arasında bir kıskançlık
olduğunu anlatır. Sizin ilişkiniz nasıl?
Biz de çekişirdik ama aramızda bir rekabet olmadı. Zaman içinde bir
uzaklaşma yaşadık. Oysa başta çok yakındık çünkü ikimiz de
Galatasaray Lisesi’nde yatılı okuduk, ikimiz de Fransa’da okuduk,
doktora yaptık. Sonra o Türkiye’ye döndü Aramıza bir uzaklık
girdi.
Aydınım, işçilerle Kaynaşmadım
Kitapta Yaşar Kemal’den de bahsediyorsunuz. Onunla birlikte
Avignon’a gidişinizi ve onun trenden iner inmez “Adana’ya geldik”
dediğini...
Yaşar Kemal kendi öznel coğrafyasının o kadar etkisindeki başka
coğrafyalara kapalı bir yazar. Paris’ten Avignon’a çok güzel bir
tren yolculuğu ile gelmiştik. Ben de bu yüzden Fransa manzaralarına
kapalı, kendi iç manzaralarına açık bir Yaşar Kemal portresini
yazdım.
Bir bölümde oradaki Türkleri tabela gibi
görüyorsunuz.
Aydın kesime dahil olduğum için işçilerle kaynaşmadım. Ama onları,
dönerci ve duvar ustası Türkleri, bir tabela olarak görmüyorum.
Onlar girişimci Türkler ve onların bu yönlerini vurgulamak
istedim.
Başbakan “Yargılanan yazar yok” dedi ben ne oluyorum?
“” romanınıza geçen Haziran’da TCK’nın 216. maddesince soruşturma
açılmış ama takipsizlik kararı verilmişti. Karar şimdi bozuldu ve
Mayıs’ta mahkemeye çıkacaksınız. Ne diyorsunuz?
Soruşturma açıldığında Fransa’daydım. Türkiye’ye geldim ve ifade
verdim. O zaman “Bunun roman olduğunu, beğenmeyenin okumama
özgürlüğü olduğunu, teokratik bir ülke değilsek de dini eleştirme
özgürlüğümüzün olduğunu, kaldı ki, romanımda radikal bir eleştiri
olmadığını” söylemiştim. Ardından takipsizlik geldi. Ancak bu bir
mahkeme tarafından bozuldu, yargılanacağım. Birkaç hafta önce
Başbakanımız, Çetin Altan’ın ödül töreninde Türkiye’de artık
yazarların yargılanma döneminin bittiğini söyledi. Galiba bitmemiş
ki, ben yargılanmayı bekliyorum.
Size dava açılırken Nazım Hikmet’e de vatandaşlığı iade
edildi. Bu bir çelişki mi?
Hâlâ mehter yürüyüşüyle, iki adım ileri, bir adım geri giderek
Batı’ya yürüyoruz. Karamsar değilim. Artık yazarları rahat
bıraksınlar. “Allah’ın Kızları” bir edebiyat yapıtı, roman. Bu
romana insanların dinsel değerlerini rencide etmek gibi bir misyon
yüklenemez. Ayrıca din de eleştirilebilir. Türkiye, hâlâ şeriat
yasalarıyla yönetilen bir ülke izlenimi uyandırmak istemiyorsa,
yazarlarını yargılamaktan kaçınmalıdır. Ama hukuki bir süreç
başladı. Ben de herkes gibi bağımsız Türk yargısına
güveniyorum.
Cinselliği yazarak annemden intikam alıyor
olabilirim
Anneniz sizi, abinizi (Seyfettin Gürsel) ve ölüm döşeğindeki
babasını bırakıp, Fransa’ya dil öğrenmeye gitmiş. Bundan ötürü ona
kızgın mısınız?
Hayır. Babam çok genç yaşta (38) trafik kazasında öldüğü için beni
ve abimi annem büyüttü. Ben o sırada 12 yaşındaydım, abim de benden
18 ay büyük... Annem Fransa ve Fransızca aşkına; iki öksüz
çocuğunu, dört aylığına olsa, kardeşlerine bırakıp Besançon’a
gitmişti. Ama dört aylığına. Yoksa çok iyi bir anneydi.
“Ölüm döşeğindeki babasını” da bırakarak...
Evet. Sizce kitabın bunları anlattığım kısmından bir kızgınlık
çıkıyor mu?
Anneyle hesaplaşma gibi bir şey var gibi değil
mi?
Var tabii. Hatta bu yüzden “Kitaplarınızda cinselliği bu kadar
yoğun yazarak annenizden intikam almaya mı çalışıyorsunuz” diye de
düşündüm.
Olabilir, tabii. Her okur, kitabıma kendi yorumunu getirecektir.
Ben bu kitapta özetle şunu yaptım: Gezdiğim mekânlarla ya da
karşılaştığım manzaralarla anılarımı eklemledim. Beçanson’a
gittiğimde, burası annemin Fransa’da gittiği yer olduğu için ben de
bunları hatırladım. (Buket Aşçı)