İşte Sarı Gelin gerçekleri
Abone olSarı Gelin'in gerçek öyküsü romanlaştı. Bilinenleri ters yüz eden gerçekler bazı kesimleri kızdıracak gibi.
Türküye konu olan Senan ile Humar'ın aşkı, Leyla ile Mecnun'un
aşkından geri kalmıyor. 13. yüzyılda yaşanan Şeyh Senan ile Humar
hanımın aşkın, günümüzdeki tartışmlara da ışık tutuyor.
Topluma mal olan ''Sari Gelin'' türküsü hakkında ortaya atılan
''Sari Gelin'in sarı bir kız olduğu ve aslen Ermeni olduğu''
yönündeki iddialara, romanda açıklık getiriliyor.
ANNE ERMENİ BABA GÜRCÜ
Kitapta, ''Sarı Gelin'in esmer, yeşil gözlü ve annesinin Ermeni
olduğu babasının Gürcü kralı gerçeğinin yanı sıra ona aşık olanın
da Bağdat'tan gelen bir Şeyh olduğu, bu türkünün de Şeyh tarafından
yazıldığı anlatılıyor.
Gazeteci-Yazar Eyüphan Kılıç'ın Sarı Gelin romanı, okuyucuyla
buluşuyor. Karınca yayınevi tarafından yayımlanan ve tarihi aşk
romanı şeklinde kaleme alınan eser, çok sayıda kaynak eserlerin
araştırılmasıyla ortaya çıktı.
SARI GELİN'İN ÖYKÜSÜ
13. Yüzyıl başlarında Abdulkadir Geylani Hazretlerinin
müritlerinden Şeyh Senan, puta taptığını gördüğü bir rüya üzerine
Bağdat'tan yola çıkar. Şeyh Senan, Erzurum'da gördüğü Gürcü Penek
Kralı IV. David'in kızı Humar Hanım'a aşık olur.
Şeyh Senan, giydiği Hint elbisesinden dolayı ''Sari Gelin'' adını
taktığı Humar Hanım'ın tüm isteklerine boyun eğer. Aşkı uğruna
şarap içen, Kuran'ı ateşe atan ve Hıristiyan olan Senan, Humar
Hanım'ın isteği üzerine domuz çobanlığına başlar.
Şeyhlerinin düştüğü durumdan rahatsız olan dervişleri, buna çare
bulamayarak Bağdat'a döner. Şeyhlerinin yakalandığı aşkın gerçekte,
Allah uğruna çektiği çile olduğunu öğrenen dervişler, tekrar
Erzurum'a dönerek şeyhlerine sahip çıkarlar.
Dervişliğin en yüksek mertebesine ulaşan Şeyh Senan, Sari Gelin'e
kavuşmak üzereyken domuz çobanlığını bırakarak, dervişleriyle
saraydan ayrılır. Müslüman olan Humar Hanım, Şeyh Senan'ın aşkı
uğruna yaptığı fedakarlıklar karşısında hatasını anlayarak,
peşlerinden gider.
Sarı Gelin ve Şeyh Senan'ın kavuşmaları Allahuekber dağlarında
gerçekleşir. Ama bu aşkın sonu da hüsranla biter. O günden itibaren
bu dağlar ''Allahuekber'' adıyla anılır.
''UYANDIĞIMDA, SAĞ YANIM UYUŞMUŞ OLUYORDU''
Kılıç, Sarı Gelin türküsünü araştırmaya karar veriş nedenini
kitabında şöyle anlatıyor:
''Kimimiz sevip alamamışız, kimimiz seveceğimizi bulamamışız,
kimimiz içimizdeki Sarı Gelinin hayaliyle yaşamışızdır. İster
hayallerde yaşasın, ister gönüllerde, isterse bu cihanda yaşasın…
Yaşasın da nerede olursa olsun. Önemli olan sevginin yaşıyor olması
değil midir?
Sevgili, uğruna çok şey feda edilen ve buna değendir. İnsanoğlunun
sevdiği için feda edemeyeceği şey yoktur. Hangi sevgili, sevgisi
uğruna neleri feda etmemiştir ki? Bu sevgili, bazen Allah sevgisi
olarak çıkar karşımıza; bazen bir yüce makam, bazen güzel bir kız,
bazen de dünya malı…
O soğuk kış mevsiminde hapsolduğumuz evimiz, sobanın sıcaklığıyla
kucaklardı bizi. Sobanın üzerinde fokurdayarak kaynayan suyun sesi,
radyodaki haberleri okuyanın sesiyle yarışır dururdu. Dizine
yatarken sırtımı verdiğim sobanın sıcaklığı, annemin anlattığı
masallar unutulur gibi değildi.
Annem, ''Bir varmış, bir yokmuş, evvel zaman içinde kalbur saman
içinde, pireler berber iken, develer tellal iken, ben annemin
dizinde mışıl mışıl uyurken'' diye başlardı anlatmaya. Masalların
hiçbirini sonuna kadar dinleme imkanı bulamamıştım. Uyandığımda,
sağ yanım uyuşmuş oluyordu. Öyle uyuşmuştu ki o uyuşukluk,
masallarda dinlediğim Sarı Gelini arayıp buluncaya kadar
gitmemişti. İşte o zaman bir şeylerin farkına yeni yeni
varabildim.''
''KÜLTÜRÜN MİLLİYETİ OLMAZ''
Yaklaşık 800 yıl önce yaşanan Sarı Gelin'in günümüze kadar
unutulmadığını anlatan Kılıç, Leyla ile Mecnun, Ferhat ile Şirin,
Kerem ile Aslı'nın aşkından geri kalmayan Sarı Gelin ile Senan'ın
aşkının da evrensel hale geldiğini söyledi.
Yazar Kılıç, Ermenilerin, Gürcülerin ve Azerilerin de sahip çıktığı
Sarı Gelin türküsünü ''kültürün milliyeti olmaz'' düşüncesiyle
açıklıyor. Kılıç, ''Yaklaşık 3,5 yılı aşan araştırmalarımın
sonucunda böyle bir kitap yazma zarureti doğdu. Onlarca kitap,
yüzlerce yazılı eser taramamda elde ettiğim bulgular ışığında
yazdığım bu roman, gerçeğin hayalle harmanlanmasıdır'' dedi.