İşte Reyhanlı'daki silahlı sakallı Suriyeliler
Abone olKimi eşini kimi çocuğunu kaybetmiş. Reyhanlı'da tedavi gören Suriyeli silahlı muhaliflerden çarpıcı açıklamalar.
Türkiye'nin sınırın sıfır noktasında hafif silahlar ve
mermi verdiğini söyledi. Dünyanın kendilerini
yalnız bıraktığını Türk hükümetinin kendilerine sahip çıktığını
belirten muhalifler Erdoğan'ı çok ama çok sevdiklerini
açıklıyor.
Taraf gazetesinden Amberin Zaman, Reyhanlı'da kalan ve burada
tedavi gören silahlı Suriyeli muhaliflerle görüştü. 51 kişinin
hayatını kaybettiği bomalı saldırı sonrası gözler ilçede kalan
Suriyeli silahlı muhaliflere çevrildi. Yazar Amberin Zaman imzalı
manşete taşınan Reyhanlı'da bombanın patladığı yerin yakınında bir
binada kalan “silahlı sakallı Suriyeliler” diye bilinen
savaşçıların sözleri yer alıyor. İşte o izlenimler ve Suriyelilerin
açıklamaları:
KİM TOPALLIYOR, KİMİ TEKERLEKLİ SANDALDEYE
Aralarında Arapça konuşan sakallı erkekler binanın içine girip
çıkıyor. Ancak ne ellerinde ne bellerinde silah var. Koltuk
değnekleri var. Kimisi topallıyor, kimisi tekerlekli sandalyede.
Hepsi Suriyeli ve —biri hariç— Esad güçlerine karşı savaşırken
yaralanmışlar. Türkiye’ye tedavi için gelmişler. Tekerlekli
sandalyede olan adamın adı Imad Ali Khaled. 37 yaşında. Humuslu.
Boynunda çekirdekten dizilmiş bir tespih var, elinde sigara.
Gözleri kapkara, keder saçıyor. Bir ay önce gelmiş. Kaçak
yollardan. El Faruk Tugayı’nda savaştığını anlatıyor. Geçtiğimiz
günlerde YouTube’a düşen dehşetengiz videoda Suriyeli bir askerin
göğsünü yararak kalbini çıkartıp yiyen Abu Sakkar isimli muhalifin
komutanlığını yürüttüğü ve lügatimize yeni giren “ılımlı
Selefi” diye tarif edilen El Faruk Tugayı’ndan
bahsediyor.
"KARIMI VE BEŞ ÇOCUĞUMU O CANİLER ÖLDÜRDÜ"
“Ilımlı” çünkü diğer İslami gruplardan farklı olarak hilafet düzenine sıcak bakmıyorlar. Tam anlamadım ya, neyse... İmad rejim güçleriyle çatışırken beline mermi isabet etmiş. Artık yürüyemiyor. Beş erkek kardeşi aynı şekilde savaşta hayatını yitirmiş. Mekanik şekilde not alıyorum. İmad birden sert bir tonla; “Karımı ve beş çocuğumu da o caniler öldürdü” diyor. “Onların ne suçu vardı?” Donup kalıyorum.
AMCAM VE İKİ KIZINI KATLETTİLER
Yan masada temiz yüzlü bir genç oturuyor. Adı Hani El Agâh. O da Humuslu. Daha yirmi yaşında. “Benim de amcam ve iki kızını katlettiler,” diyor. “Askerliğimi yapıyordum derhal kaçıp Liva El Hak Tugayı’na katıldım.” Liva El Hak, El Faruk’la yakın işbirliği yapan bir örgüt. İdeolojileri de benziyor. Anladığım kadarıyla örgütlenme farklı figürler etrafında yapılınca isimler de farklı oluyor. Bu parçalı yapı muhalefetin en büyük zaaflarından biri.
İRANLI ŞİİLER VURMUŞ
Hani, iki ay önce Humus’ta Esad güçleriyle birlikte savaşan “İranlı
Şiiler” tarafından vurulduğunu söylüyor. Ayağında karnında ve
omzunda kurşun yaraları var. Otururken aslan gibi duruyor. Ayağa
kalkınca birden çöküveriyor.
HAFİF SİLAHLAR MERMİ VERİYORLAR
Hani koltuğuna yeniden oturtulunca cesaretimi toplayıp kritik
soruyu atıyorum ortaya. “Türkiye’nin sizlere silah verdiği iddia
ediliyor, doğru mu?” İlk cevap Hani’den. “Türkler bizim
kardeşlerimiz. Dünya bizi yalnız bıraktı ama Türkler bize yardım
ediyor.” Tekrar soruyorum: “Silah veriyorlar
mı?” “Allah razı olsun,” diyor Hani.
“Hafif silahlar, mermi veriyorlar.” Silahların
nasıl ve nerede teslim edildiğini soruyorum. Bu kez adı Firuz El
Zobhi olduğunu söyleyen biri cevap veriyor. Kolunda yılan gibi
yürüyen ince ama derin bir yara izi var. O da El Faruk’tan.
“Silahlar sınırın sıfır noktasında teslim ediliyor. Teslim
eden Türkler sivil giysili” diyor. Ve ekliyor:
“Teslimat gece yapılıyor.” “Tam olarak nerede peki?”
“Sınırın muhtelif noktalarında,” derken Firuz aniden
susuyor.
ERDOĞAN'I ÇOK SEVİYORUZ
Sorularımın artık şüphe uyandırdığını fark ediyorum. Oysa silah veren Türklerin devletle ilgilerinin olup olmadığını soracaktım. Havayı yumuşatmaya çalışıyorum. “Erdoğan’ı çok seviyorsunuz değil mi?” Hepsi birden rahmetli Erbakan gibi başparmaklarını kaldırıyor. “Erdoğan’ı çok ama çok seviyoruz, Şükran (teşekkürler) Erdoğan,” diyorlar Hani coşku dolu bir sesle.
RADİKAL DEĞİLİZ ÖZGÜRLÜK İSTİYORUZ
Ama Türkiye’de birçok insan kendileri gibi rejime karşı
savaşanlara radikal İslamcı etiketini yapıştırıyor ve burada
bulunmalarından rahatsızlık duyuyor. Hükümet bu konuda yoğun
eleştiri bombardımanına tutuluyor. Farkındalar mı? Söze giren
kumral yakışıklı bir genç “Biz radikal değiliz biz sadece
özgürlük istiyoruz,” diyor. Adı Muhammet El Musa. “Benim
elim asla silah tutmadı mesela. Humus’ta üniversitede İngilizce
edebiyatı okuyordum. Tarih 3 Ocak 2012. Sınavlardan eve dönüyordum.
Sokakta telefonla konuşurken birden kendimi çırılçıplak hâlde
hastanede buldum. Durup dururken beni sokak ortasında vurdular,
beynim etkilendi artık doğru dürüst yürüyemiyorum. Geleceğim
kayboldu, bundan sonra ne olurum hiç bir fikrim yok,” diyor.
Musa’nın en sevdiği yazarlar Charles Dickens ve Emily Brontë, ama
artık bol bol Kuran-ı Kerim okuyordur.
Birden orta yaşlı (ve evet sakallı) bir adam geliyor yanımıza. Adı
Abu Abdo. Ayaklanmanın ilk günlerinde 14 yaşındaki oğlu muhaliflere
katılmış. Çatışmada beyninden yaralanmış. O da yürüyemiyor. Acısını
dindirmek için Abdo oğlunun durumunda olan Suriyelilere yardım
etmeye karar vermiş. Sekiz ay önce Reyhanlı’daki fizik tedavi
merkezini kurmuş. “Gel içeri gezdireyim seni” diyor.
50'YE YAKIN SURİYELİ SAVAŞÇI TEDAVİ GÖRÜYOR
Çaktırmamaya çalışıyorum ama karşılaştığım manzara içimi iyice
karartıyor. Rehabilitasyon merkezi demek için bin şahit lazım.
Aletler gayet iptidai. Medikal havası veren tek şey masanın üstünde
duran alçıdan yapılmış omurga modeli. Ama çocuklar büyük sebatla
egzersizlerini yapıyorlar. “Eyvah, çocuklarım mı oldular şimdi. Ya
kalbi yiyen yamyam, tarafsız kalman gerekiyor tarafsız” diye ikaz
ediyorum kendimi. 50’ye yakın Suriyeli savaşçı burada tedavi
görüyormuş. Reyhanlı’da kalacak yerleri olmayanlar merkezde
yatıyor. Yerde. Doğru dürüst mutfak dahi yok. Abu Abdo merkezi
Suriyelilerin finanse ettiklerini anlatıyor. Türk hükümeti nakdî
herhangi bir yardımda bulunmuyormuş. “Bize kapılarınızı
açmış olmanız yeterli” diyor Abu Abdo.
Tedavi görenler arasında El Nusra Cephesi’nden olan var mı? “Olur
mu hiç” yanıtında bulunuyor Hani. “Onlar en güçlülerimiz,
onlar canlı bomba, onlar içeride savaşıyorlar.” Birden gözleri
doluyor “biz ise...” Odaya uzunca bir sessizlik
çöküyor.