Her zaman savaşları ile anılmış ve o “ciddi” görüntüsünü bizlere yansıtılan Osmanlı Devleti'nin padişahları hayatta nasıl insanlardı? İşte Osmanlı'nın mahrem tarihi... Mücevher Düşkünü - Kanuni Sultan Süleyman Babası ve dedesinin aksine şık, süslü ve haşmetli giyinmeyi severdi. Serasere ve diba giyer, üstünde çok fazla zenginlik ve ziynet eşyası bulunurdu. Değişik değişik “çakşırlar” giydiği için Yavuz onu sarayda “Çakşırlı” diye çağırırdı. Hatta bir seferinde yine ihtişamlı elbiseler içinde görünce oğluna takılmış ve “Anana giyecek bir şey bırakmamışsın” diye alay etmiştir. Değişik değişik “çakşırlar” giydiği için Yavuz onu sarayda “Çakşırlı” diye çağırırdı. Hatta bir seferinde yine ihtişamlı elbiseler içinde görünce oğluna takılmış ve “Anana giyecek bir şey bırakmamışsın” diye alay etmiştir. Kanuni Sultan Süleyman, babası Yavuz gibi kuyumculuğa meraklıydı; ustalığı o derecedeydi ki, İtalyan kuyumculuk sanatının örneklerini tanıyacak ve uygulayacak kadar mükemmeldi. 49 Çocuğu Olan Padişah - III. Murad Bazı yayınlarda kadınlara aşırı derecede düşkün olduğunu yazılmaktaysa da, 102 çocuğu olduğu ve haremde aynı anda 50 beşik sallandığı gibi bilgiler kesinlikle hayalidir. Toplam 49 çocuğunun doğduğu ve hepsinin de yaşamadığını biliyoruz. Öldüğünde ise 7 cariyesinin hamile bulunduğu rivayeti daha akla yatkın gelmektedir. Sarayda bilinen ilk ikiz doğum vakası da onun hareminde gerçekleşmiş, Cihangir ve Süleyman adlarını taşıyan şehzadelerden ikisi de henüz yaşlarını doldurmadan ölmüşlerdir. Eyer Yapan Padişah - II. Osman Sultan II. Osman çocukluğundan itibaren saraçlığa ilgi duymuş ve bindiği atların eyerlerini genellikle kendisi imal etmiştir. Öldürülmek üzere yeniçerilerin eline geçtikten sonraki son yolculuğunda eyersiz bir ata bindirilmiş olması ise tarihin en acı alaylarından biri olsa gerektir. Bir padişahın canına -hele bu denli feci bir şekilde- kıyılmış olması hiçbir şekilde tecviz edilemez. Ancak efsaneleşen talihsiz ölümüne biraz da kendi gençliğinin ve siyaset bilmezliğinin sebep olduğunu, en azından darbe için fırsat arayanlara zemin hazırladığını da unutmamak gerekir. Birden Çok Mesleği Olan Padişah - I. Mahmud I. Mahmud kaynaklarda kısa boylu, zayıf ve yumuşak huylu birisi olarak anlatılır. Yeniliğe açık olduğu kadar geleneklerine bağlı ve dindardı. Padişahların genellikle birer mesleği vardı fakat. I. Mahmud’un ise tek bir mesleği yoktu, meslekleri vardı. Meslek zenginiydi bir başka deyişle. Şöyle bir göz gezdirince eminim siz de şaşıracaksınız bu meslek bolluğuna: Hilalci, mühür kazıcısı ve kuyumcuydu. Vakti müsait olduğunda kantaşı üzerine mühür kazırdı. Ayrıca abanoz ve fildişinden kürdanlar (hilaller) yapardı. Kazdığı mühürleri çarşıda sattırır, eline geçen paralarla sadakalarını dağıttırarak sevap kazanmaya çalışır, diğer kısmıyla ise ufak tefek ihtiyaçlarını karşılar, bundan da büyük bir haz alırdı. Bir gün vezirlerinden birisi kendisine, “Şevketlim, milletin hazinesi sizin demektir. Niçin böyle uğraşıp zahmet edersiniz?” deyince, padişahtan “Milletin hazinesini millete sarf etmek gerek. Saniyen, insanın çalışıp alın teri dökerek kazandığı paranın zevki başkadır” cevabını almıştır. Bir başka kaynağa göre mücevher işlemekte en yüksek üstadlık mertebesine erişmiştir. Oymacılıkla meşgul olduğuna dair de bir rivayet vardır. Hain mi yoksa kahraman mı? diye hala tartıştığımız Sultan Vahîdüddin (yaygın söylenişiyle Vahdettin) devletin en zor zamanında padişah olmuştu. Mabeyn Başkâtibi Ali Fuad Türkgeldi’nin anlattığına göre cülus törenine giderken bastonunu Çengelköy’deki köşkünde unuttuğunu anlayınca “Bu bir felaket!” demiştir. Sonradan Topkapı Sarayı’na adım atarken söylediği bu ilk söz yüzünden saltanatı da felaketle geçti, yorumu yapılmıştır. Ve padişahların hiç bilinmeyen yönleri... Ulucami’nin Hikayesi - Yıldırım Bayezid Bursa’nın çekim merkezi olan Ulucami’nin bir Niğbolu adağı olduğunu bilir miydiniz? Rivayete göre Yıldırım Bayezid, Niğbolu seferini zaferle taçlandırırsa ganimet malından 20 tane ayrı cami yaptıracağı yolunda bir adakta bulunur. Derken zafer müyesser olur ve başlar adamlarıyla beraber camilerin yerlerini belirlemeye. Bir süre sonra bu camileri ayrı ayrı yaptırmanın çetinliğini gören Yıldırım Bayezid, bir çözüm bulmalarını ister etrafından. Onlar da adağında 20 kubbeden söz ettiğini, eğer 20 kubbeli bir cami yaptırırsa bu adağın yerine gelmiş sayılacağını söyleyerek ikna ederler onu ve Ulucami böylece ortaya çıkar.