İşte Kurtulmuş'un yeni partisinin şifreleri
Abone olSaadet Partisi ile köprüleri atan Numan Kurtulmuş, yol haritasını çizdi. Yeni partisinin ismi konusunda da ipuçları verdi.
Saadet Partisi ile yollarını ayıran Numan Kurtulmuş,
yeni partisini Ekim ayı sonuna yetiştirmeye çalışıyor. İçinde
"refah", "özgürlük", "kardeşlik", "adalet", "hak" kelimelerinin
geçtiği parti ismi düşünüyor.
Partinin ambleminden bahsederken de "Hilal de olabilir, zeytin dalı
da olabilir, başak da olabilir, hiçbiri de olmayabilir" şeklinde
ifade kullandı. İplerin koptuğu anın iftar
baskını olduğunu açıklayan Kurtulmuş'a göre bu olay 28 Şubat
sürecinden daha acı vericiydi.
Saadet cephesiyle köprüleri atan Kurtulmuş, Milliyet gazetesinden
Devrim Sevimay'a konuştu, kongre sürecini, sonrasında yaşananları
ve yeni yol haritasını anlattı.
Aslında bu ilk ayrılışınız değil; siz daha önce de bir
kez görevi bırakmıştınız değil mi?
Evet, 2002’de seçim yenilgisi üzerine genel başkan yardımcılığı
görevimi bırakmıştım. Ortada yüzde 2.5 oy almak gibi ciddi bir
başarısızlık vardı ve bu başarısızlığın hesabını millete vermemiz
gerekirdi. Dolayısıyla yöneticiliği bırakmıştım, ama bu partiden
bir kopuş değildi. Aksine ondan sonra çok daha fazla çalışmıştım,
Anadolu’da gitmediğim yer kalmamıştı.
Ama herhalde bunu yaparkenki beklentiniz genel başkanın
da (Recai Kutan) benzer bir tavır göstermesiydi?
Tabii
yani bu herkesin, bütün genel başkan ve başkan yardımcılarının
yapması gereken bir davranıştı. O süreçte arkadaşlarımızın çoğu da
hakikaten “Ayrılmak lazım, millete hesap vermek lazım, bu seçim
yenilgisinin değerlendirilmesi gerekir” diye düşündüler, fakat
maalesef bir türlü o değerlendirme, o öz eleştiri yapılamadı.
Acaba bu sizinki gecikmiş bir istifa mı? Yani siz
Gül-Erdoğan-Arınç-Şener giderken ayrılmamıştınız, ama acaba ne
kadar geciktirseniz de bu zaten beklenen bir son
muydu?
Yok, hayır değil, çünkü o zamanki ayrışma sürecindeki olgular, o
zamanki talepler farklıydı. “Yenilikçi kanat” dediğimiz kanadın
ayrılığındaki temel gerekçe, “Biz önceye ilişkin ne söylüyorsak
artık bütün bunlardan vazgeçelim ve kendimize yeni bir yol haritası
belirleyelim” şeklinde bir çıkıştı. Ben ise o zaman Fazilet
Partisi’nin İstanbul İl Başkanı’ydım ve Recai Bey’le Abdullah
Bey’in genel başkan adayı olarak girdikleri kongredeki konuşmamda
da Mevlana’nın pergel metaforunu savunmuştum. Yani bir ayağımız
medeniyetimizin değerlerinde sabit, ama bir ayağımız da toplumun
bütün kesimlerine, bütün dünyaya açılacak kadar büyük bir özgüvene
ve ufka sahip olmalı. Ta Fazilet Partisi’nin içersinden itibaren
hep bunu savundum ben: Evet, kendi değerlerimizle ayağımızı sabit
tutalım, ama dünya olaylarını yorumlayışımız, Türkiye’nin
sorunlarına bakış açımız, bütün toplumun sorunlarını önceleyecek ve
bu anlamda da sadece bir grubun, bir hizbin, bir cemaatin partisi
değil, Türkiye’nin partisi olabilecek bir anlayışla hareket
edelim.
Sabit ayak bırakmadılar
Dolayısıyla sizin gelenekçi kanattan farklı bir anlayışınız
vardı, ama yenilikçi kanatla da ortak hareket etmeniz imkânsızdı,
öyle mi?
Yani şöyle söylemek gerekirse, FP-AKP ayrışma sürecinde arkadaşlar
evet pergelin ucunu açtılar, ama sabit bir ayak bırakmadılar. Sabit
bir ayakları olmadığı için de ortaya eskilerin tabiriyle fikr-i
müdrir, yani bir paradigma çıktı. Evet, topluma açıldılar, yüzde
35, yüzde 47 gibi oylar aldılar, ama tüm toplumu kucaklayarak
Türkiye’de bir dönüşüm sağlayacak, Türkiye’de ciddi bir reformu
ortaya koyabilecek, milletin gerçek taleplerini siyasete
taşıyabilecek bir iradeyi ortaya çıkaramadılar. Saadet Partisi
içersindeyse ayağımızın biri sabit oldu ama pergelin diğer ucunu da
getirip onun üstüne koymaya çalıştılar ve ortaya sadece bir nokta
çıktı.
Siz ikisi de değilsiniz?
İkisi de değiliz, ikisinin de olmamasına gayret ettik ve
zannediyorum 2008’de genel başkan olduktan bugüne kadarki ortaya
koyduğumuz siyaset üslubuyla da ne yapmak istediğimizin en azından
küçük bir örneğini bütün Türkiye’ye gösterdik. Örneğin 29 Mart 2009
seçimlerinde oylarımızı 780 binden, 2 milyon 61 bin civarına
çıkarttık. Ama daha önemlisi, toplumun her kesimi bizi dinledi.
Aldığımız oyların belki de büyük bir çoğunluğunu hayatında ilk kez
bir Milli Görüş partisine oy veren insanlar oluşturdu. Yani
geleneksel kitlemizden oy almakla yetinmeyip, yeni seçmen kitlesi
oluşturmaya çalıştık ki bizim yapmak istediğimiz de buydu.
Sizi il başkanlığınızdan beri izleyenler de bilir bunu
aslında... Siz hakikaten başından beri hep o klasik Milli Görüş
retoriğinin dışında durdunuz. Hatta değil Milli Görüş retoriği,
İslam referanslı pek çok siyasetçinin kullandığı, o artık dini
gösterişe kaçan, ağdalı dili, mesajları dahi kullanmadınız.
Dolayısıyla size “Saadet Partisi’nden ayrılmakla Milli Görüş
gömleğini çıkarmış oldunuz mu?” diye soracağım, ama acaba zaten hiç
giymemiş miydiniz bile?
Şöyle görmek lazım bence: Eğer biz Milli Görüş’ü bir şahıstan ya da
sadece bir partinin çalışmalarından ibaret görürsek yanılırız.
Benim Milli Görüş’ten anladığım bu milletin 1071 Malazgirt’ten bu
yana gelen medeniyet değerleridir. Böyle baktığımız zaman da Milli
Görüş, sadece bir partiyle, bir şahısla sınırlı, sadece ortaya
konan birtakım şablon sözlerden ibaret değildir. Dolayısıyla
siyasete başladığımdan günden beri hem kullandığım terminoloji hem
bu terminolojiye uygun olarak bakış açımız, evet doğrudur, çok daha
geniş kapsamlı çok daha kuşatıcı, çok daha bütünleştirici
olmuştur.
Yani zaten siyasi retorik anlamında Milli Görüş
gömleğinin dışındaydınız mı demeliyiz?
Kendi anladığım
Milli Görüş gömleğini çıkarmadım, ama birileri bizim bu gömleğimizi
yırtmaya çalıştı, ona da müsaade etmedik, diyelim. Ayrıca ben
siyasetin böyle kostümler üzerinden ifade edilmesini de hoş
bulmuyorum. Nihayetinde insanların fikirleri, ideolojileri
hakikaten üstündeki bir elbise değildir, ki eskidiği zaman veya
canları sıkıldığı zaman bir kenara koysunlar. Siyaset kostümlerle
değil, fikirlerle insanların düşünceleriyle, ufuklarıyla
yapılabilen bir iştir.
İşte ama ben de bu “gömlek” üzerinden şunu anlamaya çalışıyorum:
Siz son temmuz ayındaki kongrede mi birden değiştiniz, yoksa zaten
başından beri mi partinin kimyasından değişik bir yapınız
vardı?
Hayır, ben kendimi bildim bileli böyleyim. Siyasete başladığım 12
yıldan beri hep geniş kitlelere ulaşmanın perspektifi içinde
çalıştım ve zaten temmuz kongresinde de bunu “değişmeden
yenileşmek” diye tanımladım. Yani temel iddialarımızdan
vazgeçmeden, ama onları bugünün ihtiyaçları çerçevesinde, dünyanın
realitelerine uygun bir şekilde anlatmak. Benim Saadet
Partisi’ndeyken amacım hep bu oldu.
O zaman siz 12 yıldır dayanmaya
çalışıyordunuz?
Yani zaman zaman çok zorlandığım
dönemler oldu. Parti içersinde bu anlayışımızı eleştirenler, içten
içe direnç gösterenler oldu, ama ne zaman insanlara gidip bu
görüşlerimizi anlatsam söylediklerimin parti teşkilatında,
tabanımızda, kamuoyunda çok büyük bir karşılığı olduğunu gördüm. O
da tabii büyük güç verdi.
Peki zaman zaman liderlik yapmaktan feragat ettiğiniz
dönemler oldu mu?
Asla olmadı, zaten belki de öyle olduğu için bu noktaya gelindi.
Yani tam, “Yumuşak başlıysam kim demiş uysal koyunum” durumu. Evet,
herkese karşı hep saygılı davrandım. Benden yaşça küçükler dahil...
Bugün hiç kimse kalkıp “Numan Bey bana burada şöyle bir hakaret
etti, şöyle bir yanlış yaptı” diyemez, bu kadar açık söylüyorum
bunu. Çok aykırı fikirleri dahi dinledim. Bize karşı çok haddini
aşanlara karşı bile çok sabrettim. Ve sonuçta büyük çoğunluktan hep
şunu duydum: “SP’de işler iyi gidiyor, parti yükselişe geçiyor, hiç
daha evvel ulaşamadıkları insanlara ulaşabiliyorlar, insanları ikna
edebiliyorlar.” Ben birçok il başkanımızdan, ilçe başkanımızdan
şunu işitmişimdir, “Bu süreçte bizim ildeki çarşıda pazarda
dolaşmamız değişti. Herkes bize artık itibar ediyor, bizi ilgiyle
dinliyor.” Zaten bunlar da olmasa hakikaten çok zor günlerimiz,
böyle dayanmanın çok sınırına geldiğimiz noktalar oldu.
Yani daha önce de kopma noktasına gelip dönüldüğü
oldu?
Birçok şey oldu, zaten bunlar bir birikimin sonucu. Ama ben hep
şuna baktım: Biz, cebinde beş kuruş parası olmadığı halde son
paralarını harcayıp toplantıya gelen, aidatını ödeyen o gariban,
zavallı insanlar için bu mücadelenin içersindeyiz. Bundan sonra da
bu insanlar için olacağız.
Erbakan'ı ne zaman arayacak?
[PAGE]Bu hareketi bu kadar sahiplenmeseniz zaten herhalde
2007’de iktidar partisinin ikinci adamı olmanız teklif edildiğinde
giderdiniz?
Tabii yani burada değerler üzerinde bir ayağını sabit tutarak
toplumla bütünleşen bir siyaset inşa edileceğine inandığım için o
teklifi reddetmiştim.
Sizin için bu inancınızın bittiği, ilk kopma noktası
neresi?
Benim için her şey geçen Temmuz ayında yaptığımız kongre salonunda
koptu. Geniş istişarelerle hazırladığım bir liste vardı. Ancak
baktık ortaya 6-7 ismin bizim listemizde olmamasından kaynaklanan
bir ikinci liste çıktı. Hadi buna normaldir, demokratik bir
yarıştır diyelim, fakat maalesef ikinci listeyi savunan arkadaşlar
kongre divanını bastılar, kongre salonundan insanları dışarı
çıkarttılar ve o salondan itibaren süreç başlamış oldu.
Ama karşı taraf da sizin önceden söz verdiğiniz halde o
6-7 ismi listeye koymadığınızı iddia etti?
Hayır, böyle bir şey yok. Bunu zaten o dönem televizyona çıkan
birçok kimse de “Zaten bir uzlaşma yoktu” diye açıkça söylediler.
Kaldı ki bir genel başkan olarak ben deli miyim, bir uzlaşma olmuş
olsa neden o liste üzerinden devam etmeyeyim, iki listenin de genel
başkan adayı ben iken neden kavga çıkmasını isteyeyim?
Müslümanlarca bir iftar ilk kez basıldı
Peki 11 Temmuz’daki kongreden 1 Ekim’de ayrılana kadar neler
yaşadınız?
Hakikaten dört koldan saldırıya uğradık. Bunlardan birincisi, hemen
o akşam delegelerden imza toplanarak olağanüstü kongre çalışması
yapıldı.
İkincisi, 13 Temmuz’dan itibaren 14 tane farklı dava açıldı
partinin aleyhine. Birinin sonucunda biliyorsunuz partiye kayyum
atandı. Çok ilginçtir, davacı olan arkadaşlar tarafsızmış gibi
kayyum olarak atandılar. Bu da Türkiye’de bir ilktir, ama daha
önemlisi Türkiye’de ilk kez bir siyasi parti bir sulh hukuk
mahkemesi tarafından kongre sürecine zorlandı. Yani öyle ki bu
vakadan sonra artık Türkiye’de bir siyasi partinin Anayasa
Mahkemesi tarafından kapatılmasına gerek yok. Artık bir yerel
mahkeme de bir partinin bütün hukuki süreçlerini değiştirebilecek
konumdadır ve bu bütün hukuki boşlukları kapatmak da parlamentonun
vazifesidir.
Üçüncüsü, fiili saldırılar başladı. Partinin genel başkan
yardımcılarına bazı illerde fiili saldırılarda bulunuldu. İstanbul
İl Başkanı’nın arabasına taşlı sopalı saldırılarda bulunuldu. Ama
en önemlisi İstanbul iftarımız basıldı.
Bunlar bu hareketin içinde ilk kez oluyor, değil
mi?
İlk kez oluyor, hatta bir iftar İslam dünyasında ilk sefer
Müslümanlar tarafından basılıyor. Ben o günü yaşadım ve hayatım
boyunca hiç unutamayacağım günlerden bir tanesi olarak kalacak. Çok
açık söylüyorum, Fazilet kapatıldı, Refah kapatıldı, 28 Şubat oldu,
biz o süreçleri de yaşadık, ama o süreçlerde inanın ki hiç bu kadar
üzülmedik. Bu iftar baskını bunların hepsinden çok daha acı bir
süreçtir.
Hiç mi beklemiyordunuz?
Yani birtakım
internet siteleri üzerinden saldırılar planlandığı söyleniyordu,
ama ben bunların en fazla bir protesto düzeyinde olacağını ümit
ediyordum. Düşünebiliyor musunuz, iftar sofralarında
misafirlerimizin üzerine çatallar bıçaklar atıldı. Biz bu
arkadaşlara müdahale edilmemesi, kavga çıkartılmaması için
uyarılarda bulunmasak daha da kötü olabilirdi, ama sonuçta o gün
işte hepimizin gönül bağları kopmuş oldu.
O gün mü bitti?
O gün fiilen koptu. Yani
artık çünkü o insanlığın bittiği yerdi. Müslümanlıkla ilgisi
olmayan bir şeydi ve insanlar fanatik hale getirilerek nasıl
insanlıktan çıkarılabilirler, onun örneklerinden biriydi. Aslında
şu anda dahi bunları üzülerek anlatıyorum. Ve bir daha da
anlatmayacağım. Zihin dünyamdan bunları sildim ve tekrar hatırlamak
da istemiyorum.
Peki, demin dört koldan saldırdılar demiştiniz;
dördüncüsü ne oldu?
O da hemen kongrenin ertesi gününden itibaren televizyonlarda,
gazetelerde, yaşça benden küçük olanlar ve yaşça benden çok kıdemli
insanlar akla hayale gelmeyecek ağza alınmayacak bir sürü
hakaretlerle bana ve arkadaşlarıma saldırıda bulundular. Bütün
bunların hepsi artık bu parti içersinde birlikte siyaset yapma
imkânımızın olmadığını ortaya koydu. Gördük ki, millete hizmet
imkânınızın kalmadığı bir yerde siyaset yapmanın imkânı da yok
artık.
Erbakan’ı herhalde bayramda ararım
Kalsaydınız, kongreyi kazanabilir miydiniz?
Kongreyi kazanacağımıza hiç şüphe yoktu. Teşkilattan bu kadar hızlı
çözülme ve istifalar bunu gösteriyor zaten. Ama problem kongreyi
kazanmak değildi, çünkü biz bir kongre yapmadığımız veya kongreyi
kaybettiğimiz için bunlar yaşanmadı. Tam tersine kongre yaptığımız
ve kongreyi kazandığımız için bunları yaşadık.
Yine kazansaydınız ne olurdu, niye istemediniz kongre
kazanmayı?
Bu kez aynı film, ama daha şiddetli bir şekilde oynanırdı. Ve
insanların artık birbirlerinin yüzüne bakacakları, birbirlerinin
isimlerini anacakları dahi bir durum ortada kalmazdı. Çünkü sürekli
giderek dozajı arttırılan, edepten uzak bir noktaya doğru taşınan
bir muhalefet vardı. Oysa benim üslubumu biliyorsunuz, ben değil
kendi partimin içersinde başka partilerle bile kavga etmeyen
üslupta bir siyasetçiyim ve bir kavganın içinde görünmeyi de hiç
arzu etmem.
Bu konuyla ilgili sadece bir şey soracağım: Bir daha
Necmettin Erbakan’la görüşür müsünüz? Mesela önümüz bayram, onu
arar mısınız?
Yani herhalde bayramda ararım. Nihayetinde Sayın Erbakan benim
babamın arkadaşı, belli hukuk var. Zaten hep şuna çok şükrediyorum,
her şey milletin gözü önünde oldu. Hiç kimse şunu söyleyemez,
“Numan Kurtulmuş insanlarla olan dostluk ilişkisini, kardeşlik
hukukunu çiğnediÖ” Çünkü benim için hayat sadece politikadan ibaret
değildir.
Fatih Erbakan’la?
Onunla da görüşürüz. Yani söylediği laflar milletin gözü önünde
söylenmiş sözlerdir, ama artık benim için çok önemli değil. Zaten
ben
1 Ekim’deki veda konuşmamda da söyledim, bana ve aileme
yapılanlarda dahil olmak üzere ne yapılmış ve ne söylenmişse
bunların hepsine hakkımı helal ediyorum.
Yetişirse partiyi 29 Ekim’de kurabiliriz
Yeni partinin ismi belli mi?
Belli değil, sağ olsun vatandaşlarımız, teşkilatlarımız o kadar
ilgi gösterdiler ki sürekli yeni bir isim önerisi alıyoruz. Biz
içinde “refah”, “özgürlük”, “kardeşlik”, “adalet”, “hak”
kelimelerinin geçtiği bir isim düşünüyoruz ama ne çok uzun olmasını
ne de daha önce kurulmuş partilerin isimlerini çağrıştırmasını
istiyoruz. Tüm meramımızı tek bir kelimede anlatmaya ya da anlamlı
bir kısaltma bulmaya çalışıyoruz.
Amblem?
O da hiç belli değil. Hilal de olabilir, zeytin dalı da olabilir,
başak da olabilir, hiçbiri de olmayabilir. Aradığımız amblem ilk
bakışta akılda kalıcı, basit ve sade olmalı. Şu ana kadar amblem
hazırlayıp gelen üyelerimiz dahi var, ama henüz bir sonuca
ulaşmadık. Bunların hiçbiri belli değil.
Resmi kuruluş tarihinizi belirlediniz mi?
Ekim sonu, ama kesin bir tarih veremiyorum. Ekim sonu resmi olarak
kurulup, sonra hemen seçimlere katılabilmek için asgari 41 il
örgütünün oluşumunu tamamlayacağız.
29 Ekim tam da cumaya denk geliyor; o gün olabilir
mi?
Aa, olur tabii. Hatta yetişirse çok da güzel olur, hatırlattığınız
için sağ olun...
Aklımda yanlış kalmadıysa o gün aynı zamanda Erbakan’ın
da doğum günü?
... (Yanıtını sadece gülümseyerek veriyor)