İşte Dündarın manifestosu
Abone olManifesto kervanına Can Dündar da katıldı. Yazarı buna iten neden bir rektörün telefon konuşmasıydı.
Milliyet yazarı Can Dündar Arınç'ı uzun süre tartışılan o konuşmasının yankıları sürüyor. Yazar da Karşı manifesto yayınlayarak siyasi duruşunu gösterdi. Onu bu manifestoya iten ise bir rektörün odasında otururken rektöre gelen telefon konuşmasıydı..
Yazı: Can Dündar
Kaynak:
- Geçenlerde bir rektörün odasındaydım. Telefon çaldı. Rektör dinledi; "Maalesef izin veremem" dedi.
"Hayrola" diye sordum.
Bir öğrencileri okulda piyano konseri verecekmiş. Annesi dinleyici olarak gelmek istemiş. Ama türbanlı olduğu için kampusa giremezmiş.
"Yazık değil mi?" dedim, "Öğrenci değil, öğretim üyesi değil, bir öğrenci velisi... Hem de çocuğunun piyano konserini izleyecek. Niye giremesin?"
Buruktu:
"Doğru ama, yol olur diye endişe ediyorum. Buraları bilmiyorsunuz" dedi.
Bu politika, piyanist evlat yetiştiren samimi bir dindarı küstürmek ve radikalleştirmek dışında bir etki yaratabilir mi?
* * *
Meclis Başkanı Arınç'ın tartışılmasını istediği "laiklik ve kamusal alan" meselesi sanıyorum budur ve bence de tartışılmalıdır.
Önce kendi pozisyonumu tarif edeyim.
Altı imzalanacak bir manifesto aranıyorsa ben Atatürk'ün 1937 Meclis açış konuşmasına daha yakınım:
"Bizim devlet idaresindeki ana programımız(ın prensipleri) (..) gökten indiği sanılan kitapların dogmalarıyla asla bir tutulmamalıdır. Biz ilhamımızı gökten ve gaipten değil, doğrudan doğruya hayattan almış bulunuyoruz".
Ne kadar saklansa da, sulandırılsa da Atatürk'ün egemenlik tanımı ve laiklik düsturu budur.
Cumhuriyet'i bu irade kurmuştur.
Atatürk adını ağzına alanın, önce bu 2 cümleyi sindirmesinde yarar var.
Evet, devlet dogmalarla yönetilemez. Dogmacıların, "Türkiye'nin rotasını aydınlıktan geri çevirmemek için" susması hayırlıdır.
* * *
Öte yandan, zaman gösterdi ki, Cumhuriyet'in ilk yıllarının zorunlu (Arınç'ın tabiriyle "katı") laiklik politikası, toplumla devlet arasında bir gerilim yarattı.
"Kimsesizlerin kimsesi" diye tarif edilen Cumhuriyet, başındaki örtü yüzünden çocuğunu izleyemeyen anaların, okul kapısında örtüsünü çıkarıp peruk takmaya zorlanan kızların acısını anlayamadı.
Onların ıstırabını paylaşamadı.
Birçok tepkinin yanı sıra bu duyarsızlık da AKP'yi iktidara taşıdı.
Bugün atamalarda başörtülü eş sahibi olmayı tercih nedeni sayan, türbanı her yere sokmaya çalışan zihniyet laikliğe ne kadar zarar veriyorsa, hükümete duyduğu öfkenin acısını öğrenciden, velisinden çıkaran yaklaşım da o kadar zarar veriyor.
"Din siyasallaşmasın" denirken, kamusal alanda "yasak bölgeler"in sınırı günden güne genişletilerek mütedeyyin kitleler hepten muhalefete itiliyor.
* * *
Üniversitede ders verdiğim dönem türbanlı öğrencilerim de vardı. Bazısıyla iyi iletişim kurmuştuk. Kaçı gönüllü, kaçı zorunlu örtünmüştü bilmiyorum, ama türbanı simge olarak taksalar da, üniversitenin onlarda yarattığı değişimi gözleyebiliyordum.
Sonra YÖK onlara kapıyı kapattı; bu değişim sürecini de kesip attı. En çok içeri alması gereken kesime "Sen okuyamazsın, git evinin kadını ol" dedi. "En hakiki mürşit"le tanıştıracağı yerde gerisin geri babasının, kocasının yanına gönderdi.
Oysa Cumhuriyet, kimseyi ışığından mahrum etme lüksüne sahip değildir.
Sorun şu ki, bu ışığı yayacak kadrolar yetiştirilemedi. "Dogma"ya karşı laiklik, okulda fikirle değil, okul kapısında polisle korunur hale geldi.
Bu daha ne kadar böyle sürebilir ki?..
Laikliği koruma adına MGK'nın "Kırmızı Kitap"ını bile savunur hale gelen CHP, hürriyet bayrağını seçime yürüyen AKP'ye armağan ediyor.
Demokrasiye de Cumhuriyet kadar sahip çıkan, özgürlükçü bir hareketin tam zamanıdır.