İşte CHP'nin yeni ekonomi politikaları!
Abone olCHP'nin yeni PM üyelerinden ekonomist Selin Sayek Böke, CHP'deki hedeflerini İnternethaber'e anlattı.
NESRİN YILMAZ
İNTERNETHABER-ANKARA
CHP'nin yeni PM üyesi Selin Sayek Böke, partinin ekonomi politikalarından sorumlu yeni Genel Başkan Yardımcısı.
Daha önce Dünya Bankası ve IMF'te çalışan Böke, Türkiye ekonomisinin şu an içinde bulunduğu durumu, CHP'nin bundan sonra neler yapacağını İnternethaber'e anlattı.
Ekonominin çok yavaş gittiğini söyleyen Böke, röportajımızda, büyüme performansımızın düştüğünü, bunun da bireylerin cebine yansıdığını anlattı.
CHP'nin politikasının bireyi, daha mutlu, daha umutlu ve daha zengin yapmak olduğunu belirten Böke, bunu halka, birlikte hayaller kurarak anlatacaklarını söyledi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın kredi derecelendirme kuruluşlarına rest çekmesini de değerlendiren Selin Sayek Böke, "Ya ortada Cumhurbaşkanının çekindiği bir şey var, yeterince iyi bir tablo çıkmayacağını düşünüyor, bu yüzden de suçlu biz değil de onlar gibi davranmayı tercih ediyor, ya da; gerçekten uzak, onların hakikaten bize nasıl etkileri olduğunu görmezden gelen bir yaklaşım sergiliyor. Bunun Türkiye'den başka kimseye zararı olmaz." dedi.
İşte CHP Genel Başkan Yardımcısı Selin Sayek Böke'nin İnternethaber'den Nesrin Yılmaz'a verdiği röportaj...
Türkiye ekonomisi ne durumda şu anda, bir ekonomist olarak nasıl görüyorsunuz?
BÜYÜMEYEN EKONOMİ, ZENGİNLEŞEMEYEN BİREYLER
Çok yavaş gidiyor. Zor bir dönemden geçiyoruz. Büyüme performansımız çok düştü. İnsanlar, "Büyümeden bane ne" diyebilir. Büyüme şunun için önemli; birincisi bizim gelirimize dair bir bilgi içeriyor. Büyümeyen bir ekonomi, zenginleşemeyen bireyler anlamına geliyor. Türkiye bu sene yaklaşık yüzde 3 büyüyecek gibi görünüyor. Türkiye gibi önemli işsizlik sorunu olan bir ülkede yüzde 3 büyüme çok düşük bir büyüme oranı. Bir diğeri de; büyüme dediğiniz şey aslında üretim yapıldığı anlamına gelir, üretim yapılıyor olması da insanların kolay iş bulması anlamına gelir. Dolayısıyla büyüme istihdam sebebiyle birey için çok önemli bir unsurdur. Yüzde 3 büyüme ile Türkiye'nin şu anda var olan yüksek işsizlik sorununu çözmesi malesef mümkün olmayacaktır.
İNSANLAR ENFLASYONUN ARTMASINI BEKLİYOR
Kısacası reel anlamda, Türkiye çok yavaş bir dönem geçiriyor. Ekonomi nasıl diye sorduğumuzda bakacağımız birkaç temel veri var; bir tanesi büyüme, bir tanesi işsizlik bir diğer ise enflasyon. Yani, "cebime giren bu parayla ihtiyaçlarımı karşılarken nasıl bir fiyatla karşılaşacağım" sorusu. Türkiye'de enflasyon da yükselen bir eğilime girmiş vaziyette. Yani, fiyatların artış hızı yükseliyor. Merkez Bankası'nın yaptığı bir araştırmada iki gün önce açıklanan bir veriye göre; insanlar enflasyonun daha da çok artmasını bekliyorlar.
OLUMSUZ BİR TABLONUN İÇERİSİNDEYİZ
Bu durum bize şunu söylüyor; bir, cebimize giren para artmıyor, işsizlik sorununu çözmeye yarayacak bir üretim faaliyeti yok, bununla birlikte almak istediğimiz ürünlerin de fiyatlarındaki artış hızında yükselme bekliyoruz. Her anlamda bireyin cebine ve ekonomik gücüne olumsuz yansıyacak bir tablonun içerisindeyiz.
AK Parti, en büyük başarılarından birinin ekonomi olduğunu dile getiriyor ama siz ekonominin pek de iyi gitmediğini söylüyorsunuz, neye dayanarak iyi olduğunu söylüyorlar peki?
2007'NİN BAŞINA KADAR BAŞARIDAN SÖZ ETMEK MÜMKÜN
"AK Parti'nin ekonomisi diye adlandıracağımız süreç, yaklaşık 12 yıllık bir döneme denk geliyor. Bu 12 yıllık sürece tek bir süreç gibi bakmak mümkün değil. 2002 yılından yaklaşık 2007'nin başına kadar gerçekten başarılı bir ekonomiden söz etmek mümkün. Neden derseniz, Türkiye kriz sonrası doğru reçetelerle büyümeye başlayan bir ekonomi görüntüsü sergiliyordu ve en önemlisi sürdürülebilir büyüme yaratacak reformları yapıyor görüntüsü sergiliyordu. Mesela, kamu finansmanı tarafında, maliye tarafında ciddi bir dizi reform yapıldı, Merkez Bankası'nın bağımsızlığı reformu yapıldı, sosyal güvenlik tarafında önemli adımlar atıldı. Bu önemli adımların her biri Türkiye'nin sadece 2-3 yıl büyümesi değil, kurumsal olarak yapısının değişmesi ve dolayısıyla daha uzun soluklu büyüme oranları yakalaması anlamına gelecekti.
2007DEN SONRA REFORM YAPMAYI BIRAKTIK
2007'de kırılan şey tam da bu oldu. 2007'den sonra biz reform yapmayı bıraktık, yaptığımız reformların hepsini de tersine döndürecek adımlar atmaya başladık. İşte bu yüzden 2002'den 2007'ye bir dönem, 2007'den bugüne başka bir dönem diyebiliriz. Türkiye, ilk dönemde ekonomik başarıları yakalamanın zor olmadığını gördü, ilk 5 yıl çok kritikti, "biz bunu yapabiliriz" dememize fırsat verdi. Son 7 yılda ise yapabileceğimizi bilirken yapmıyor olmanın büyük hayal kırıklığını yaşadık. Bir başarıdan söz etmek mümkünken, birden o başarıların hepsi yok sayılarak adı reform olan ama yapısal sorunlara çözüm oluşturmayan, bilakis derinleştiren adımlar atıldı.
Neden başarılı olacakken yapılmadı peki tüm bunlar?
DÜNYA EKONOMİSİ KÖTÜ GİTTİĞİ İÇİN BİZ BÜYÜYORMUŞ GİBİ HİSSETTİK
"Dünya konjonktürü ekonominin gelişimi açısından çok önemli. 2002 ve 2007 arasında bu başarı sağlanırken, dünya ekonomik olarak olumlu bir dönemden geçiyordu ve bu olumlu dönem Türkiye'ye de yansıyodu. Türkiye'ye ciddi bir finansman imkanı yaratmıştı. Bu dönemde her şey iyi giderken Türkiye ödevini doğru yaparak bu durumdan faydalandı.
2007'den sonra, Türkiye’nin kendi ödevini yapmayı bıraktığı dönemde, aynı anda dünyada da ciddi ekonomik bunalım başladı ve küresel anlamda uzun soluklu bir yavaşlama oldu. Bu küresel sorunlarla mücadele adına piyasalara ciddi bir para sağlandı, bu paranın gidebileceği gelişmiş ülkeler yoktu; Amerika'da, Avrupa'da işler kötüydü. Buralar yerine, oraları kurtarmak için pompalanmış olan para, kendine kar elde edebileceği alternatif yerler arayışına girdi.
2007'den sonra ortaya çıkan başarının temel unsurlarından biri buydu. Biz, ödevimizi yaptığımız için değil, dünya kötü gittiği için bize gelen parayla biz hiçbir şey yapmadan büyüyormuş gibi hissedeceğimiz bir döneme girdik. Burada da işler daha iyiye gidebilirdi, birincisi bu parayla birlikte ödevlerimizi de yapabilirdik, o zaman zaten hiç kaygı duymayacağımız bilgi ekonomisine geçilmiş olacaktı ve Türkiye zaten sürdürülebilir büyümeyi yakalamış olacaktı. O ödevi yapmadığımız gibi, gelen parayı da inşaata akıtmaya devam ettik.
Yani, biz sadece taş üstüne taş koyarak ama bilgi üstüne bilgi koymadan alternatif bir büyüme modeline çok sağlam bir şekilde geçiş yaptık.
Ne oldu da ödev yapmayı bıraktık?
Ödev yapma yükümlülüğümüz ortadan kalkınca içten yapmak istemediğimiz için bıraktık.
Halk, enflasyonun yükselmesini bekliyor dediniz, sonuçta yükselen enflasyonun cebine yansıdığını biliyor. Fakat hala ekonominin iyi gittiğini düşünüyor. Sizce bunun sebebi nedir?
VAR OLANDAN AYRILAMAMA DUYGUSU
Galiba bu sorunun yanıtını daha çok sosyologlar verebilir. Belki şunu söylemek mümkün olabilir; 12 yıl az bir süre değil. Şimdi bir istikrar kelimesi dolanıyor kamuoyunda. İstikrar kelimesi benim gördüğüm kadarıyla "devamlılık" olarak algılanıyor. İstikrar kelimesinden anlaşılan sanki "olumlu devamlılık"tan ziyade bir devamlılık. Yani, var olandan ayrılamama duygusu. Bu, kırılabilecek bir şey. Bize düşen yükümlülük, halka esasında hak ettiği ve olabileceğini bildiği geleceğin var olduğunu söylemek ve bunu gerçekleştirmek.
2001 ekomik krizinin yaşandığı dönemli şimdiyi kıyaslarsanız ortaya nasıl bir tablo çıkıyor?
ESKİDEN DEVLET BORÇLUYDU ŞİMDİ İNSANLAR BORÇLU
"2001 krizinden sonra Türkiye'de çok ciddi kurumsal adımlar atılmıştı. O dönemdeki bazı kırılganlıklar atılan olumlu adımlar sayesinde yoklar. Mesela BDDK'nın ortaya çıkışı ve yaptığı düzenlemeler, bizim 2008 yılında Amerika'da bankacılık sektörü sallanırken sallanmamıza engel olan kurumsal yapının sonucuydu. Yani risk alma davranışlarını değiştiren düzenlemeler 2001 öncesi bazı sorunların şimdi ortaya çıkmasına engel oldu. Çok büyük bir kamu borcu olmadığı için 2001 ile şimdiyi karşılaştırdığımızda kamu sektörü borçlanmasından kaynaklı bir ekonomik risk yok. Burada büyük bir AMA geliyor. 2001 öncesinde borçlu kesim farklıyken, 2014'te başka insanlar ve başka kurumlar borçlu. Türkiye'nin kırılganlığı diye baktığınızda değişen hiçbir şey yok. Eskiden devlet borçluydu, ve riskler bankalar üzerinden aktarılıyordu, şimdi insanlar ve şirketler borçlu.
Bir krizin içinde miyiz yani, bunu mu anlamalıyız?
KRİZ DEMEK YANLIŞ OLUR
Buna kriz demek yanlış olur bence. Türkiye kendi potansiyeli kadar büyümüyor diyebiliriz. Yüzde 3 büyüyen bir ekonomiye kriz demek yanlış olur ama Türkiye yüzde 3 ile, var olan sorunlarını ve bunun ötesinde gelişmekte olan ülkeden çıkıp, gelişmiş ülke statüsüne geçişi yakalayamaz.
Gelelim CHP'ye... Siz Dünya Bankası kökenlisiniz, nasıl oldu da sosyal demokrat bir partide size görev verildi ve siz bunu kabul ettiniz?
GÜNÜMÜZDE SOSYAL PİYASA EKONOMİSİNDEN BAHSEDİYORUZ
"Bir kere sosyal demokratlıkla piyasa ekonomisi birbiriyle çelişen şeyler değil artık. Benim profesyonel geçmişimin, Dünya Bankası ve IMF’de yaptıklarımla bilimsel çalışmalarım bir araya geldiğinde müthiş bir iktisatçı zenginliği yarattığını biliyorum. Ben, değişik ülkelerin sorunlarına bakarak kendi ülkeme dair bir şeyler söyleyebilecek, bireyi önemseyen sosyal dahiliyetin merkezi olduğu vurgusunun yapıldığı projelerde yer aldım. Zaten günümüzde sosyal piyasa ekonomisinden bahsediyoruz, o da içerisinde hem piyasa ekonomisini hem de sosyal demokratlığı barındıran bir kavram.
Nasıl bir yol çizeceksiniz CHP'nin ekonomi politikaları adına, neler yapmayı planlıyorsunuz?
BİREYİN DAHA MUTLU, DAHA ZENGİN HİSSEDECEĞİ POLİTİKA
"Bundan sonrası için çizilecek yol sosyal piyasa ekonomisinden geçiyor. Biz, günümüzün şartlarını çok iyi anlayan, hem yerelde, hem uluslararası anlamda güncel durumu takip eden ve bireyin daha mutlu, daha umutlu ve zengin hissedeceği bir Türkiye'nin yaratılmasına ortak olacak bir politika izlemeliyiz, yapmamız gereken bu.
CHP'nin daha önceki ekonomi politikalarını nasıl buluyordunuz?
VURGUMUZU ARTIRACAĞIZ
CHP aslında bunu daha önce de yapıyordu.. Yani özündeki mesajlarda bir değişiklik yok fakat vurgumuzu artıracağız. Ekonomi dediğiniz şey nihayetinde hayatınızı kolaylaştıracak bir çerçeve. Birey, yapmak istediklerini yapabilecek gücü hissetmeli. Bireyin bu özgürlüğü olmalı ki, diğer özgürlüklerinin tadını çıkarabilsin. CHP'nin bundan sonraki atacağı her adımda, özgürlükler anlamında ekonomik özgürlüğü vurgulayan ve bireyi daha mutlu, daha umutlu, daha zengin hissettirecek bir dizi ekonomik politika tasarlamak.
Biz bilgi ekonomisine geçeceğiz diyorsak, en önemli kaynağımız insan kaynağı olmalı. Onun için de insana yatırım anlamına gelecek her tür şey bizim ekonomi politikamızın bir parçası olacak. Zaten bu önerilen politikalarla büyüme yaratılacak, büyüme zaten kaynak demek olacak. Yani, kendi kendini besleyen, kaynağını da yaratan bir dizi politikalarımız olacak. Bir diğeri de, maliyet tarafındaki disiplin. Mali disiplini kaybetmeden bu politikalrın yapılması proğramımızın temel çerçevesi olacak.
Halka bunu nasıl anlatacaksınız, halk kendi ekonomisinin düzeleceğine nasıl ikna olacak?
BİRLİKTE HAYALLER KURACAĞIZ
"Birlikte hayaller kurarak anlatacağız. Ekonomi dediğinizde bu kelime insanları ürkütüyor. Bir sürü insan, "bilmiyorum ve bilmek istemiyorum" diyor. Çünkü ekonomi ile ilgili yaratılmış olan anahtar kelimeler; büyüme, döviz kuru, faiz.... Oysa ki ekonominin merkezinde insan var. Ben size büyümeden bahsettiğim zaman sizin birey olarak zenginleşmenizden bahsediyorum, ben size işsizlikten bahsettiğim zaman, sizin birey olarak yarın istediğiniz işe girmenize dair bir şey söylüyorum.
BİR HAYAL KURALIM
Bunu ortak hayaller kurarak yapacağız. Bir hayal kuralım; bir sabah gözünüzü açıyorsunuz ve özgürlüklerinizin çok sınırlı olduğu bir ortama uyandınız. Bir inşaat işçisisiniz, evden çıktınız, işe gittiniz, taş üstüne taş koydunuz, betonları yığdınız ve binanın tepesindeki asansör bir anda aşağı çakıldı. Sizin hayalleriniz orada öldü.
Şimdi başka bir hayal kuralım; siz sabah özgürlüklerinizin sınırsız olduğu bir ülkede uyandınız. Evden çıktınız, işe gittiniz, fiziksel yorgunluk yaratan bir iş yapmıyorsunuz. Masanızın başına geçtiniz ve gününüzü, bir ürünün insanlara daha faydalı olabilmesi için insanlarla fikir alışverişi yaparak geçirdiniz. Sonra eve döndünüz, fiziksel yorgunluğunuz yok ve sevdiklerinizle çok iyi vakit geçirerek günü bitirdiniz.
Bu iki hayalden hangisine ait olmak istiyorsunuz, hangisinin gerçeğe dönüşmesini istiyorsunuz, bence esas soru bu. Bizim anlatmamız gereken de bu. Ekonomi ve birey her yerde olduğu için bütün bunları her yerde herkese anlatacağız.
CHP'nin gençlik politikasını ekonomiye uyarlarsanız, umutlu musunuz gençlerden?
Bu gençlik bana çok umut veriyor. Gençlik günün gerçeğini görmüş olan bir gençlik. Dolayısıyla kendisi için ve ülke için doğru şeyleri istiyor. Bireyin ekonomik özgürlüğü varsa diğer özgürlükler de kıymetli hale geliyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, dünyanın en önemli ekonomik derecelendirme kuruluşuna rest çekti. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz bir ekonomist olarak?
CUMHURBAŞKANININ ÇEKİNDİĞİ BİR ŞEY OLABİLİR
"Bu çok olumsuz bir şey. Bu kuruluşların da bazı hataları olabilir. Derecelendirme kuruluşlarının temelde yaptığı iş, neyi derecelendiriyorlarsa, ülkelerin, kuruluşların göstergelerine bakarak oraya yatırım yapacak olanlara, "biz bu göstergelerden şunu anlıyoruz" dedikleri bir özet bilgi çıkarmaktır. Bizim, kredi derecelendirme kuruluşlarına "biz artık sizi dinlemeyeceğiz" dememizin bizden başka kimseye zararı yok. Çünkü, yatırım yapacak olanlar Kredi derecelendirme kuruluşlarını dinlemeye devam edecekler. İlişkileri koparmak, bizden gidecek bilgiyi sınırlamak anlamına gelecektir. Halbu ki bizim amacımız; derecelendirme kuruluşlarını doğru ve derin bilgilendirmek olmalı ki, bize doğru iyi olanı öne çıkartacak ve doğru bilgiyi yatırımcıya sunacak tabloyu ortaya koysun.
Ya ortada Cumhurbaşkanının çekindiği bir şey var, yeterince iyi bir tablo çıkmayacağını düşünüyor, bu yüzden de suçlu biz değil de onlar gibi davranmayı tercih ediyor. Ya da; gerçekten uzak, onların hakikaten bize nasıl etkileri olduğunu görmezden gelen bir yaklaşım sergiliyor. Bunun Türkiye'den başka kimseye zararı olmaz.