İstanbul’un ikinci tarihi yarımadası bulundu
Abone olAvcılar Türkiye’nin olduğu gibi Dünyanın da gözünü kamaştırmaya başladı.
Parlayan Yıldız Avcılar Türkiye’nin olduğu gibi Dünyanın da
gözünü kamaştırmaya başladı. Geçtiğimiz yıl Avcılar sınırları
içerisinde Üniversite, Firuzköy ve Tahtakale Mahallelerini kapsayan
alanlarda 40 bilim adamı tarafından yapılan yüzeysel incelemelerde
İstanbul’un ikinci tarihi yarımadası bulundu.
Avcılar’ın Küçükçekmece Gölü kıyılarında keşfi yapılan tarihi
kalıntıların İstanbul’un bilinen tarihinde yeni bir sayfa açacağı
gibi Avrupa’nın geçmişine de ışık tutacak. Kocaeli
Üniversitesi’nden Yrd. Doç. Dr. Şengül Aydıngün’ün başkanlığını
yürüttüğüİstanbul Tarih Öncesi Çağlar Araştırmaları (İTA) projesi,
son yılların en önemli arkelojik keşiflerinden birini doğurdu.
Avcılar Belediye Başkanı Mustafa Değirmenci ve Küçükçekmece
Belediyesi’nin destekleriyle 2007 yılından beri Küçükçekmece
Gölünün Avcılar ve Küçükçekmece ilçeleri kıyılarında yapılan yüzey
araştırmalarında antik Bathonea kentinin izlerine ulaşıldı. Elde
edilen veriler ışığında “İstanbul’un İkinci Tarihi
Yarımadası” olarak nitelendirilen ve göle doğru uzanan
alanda, İstanbul’un Byzas tarafından kuruluş yıllarına tarihlendiği
düşünülen ikinci bir kent daha yattığı saptandı.Avcılar
bölgesindeki yüzeysel çalışmalar doğrultusunda yapılan müracaatlar
üzerine bu bölgede Bakanlar Kurulu kararı ile kazı çalışmalarına,
geçtiğimiz Pazar günü yapılan bir basın toplantısı ile ilk kazma
vurularak başlandı.
KAYIP KENTİN İLK İŞARETLERİ
Antik kaynaklarda İstanbul’un ilk kurulduğu kent olan Byzantion’un
yakınlarında, onunla çağdaş Bathonea adlı Hellenistik bir kentten
söz edilmekteydi. Kaynakların işaret ettiğine göre, Küçükçekmece
gölü yakınlarında olabileceği sanılan kentin tam yeri bugüne kadar
tespit edilememişti.
Avcılar Belediyesi ve Başkan Mustafa Değirmenci’nin destekleri ve
bilim heyetinin özverili çalışmaları 2008 yılında meyvelerini
vermeye başladı. İlk yüzey araştırmalarında kayıp kent Bathonea’nın
ilk işaretlerine; İstanbul’un en eski ve en büyük antik
limanlarından biri olduğu düşünülen büyük liman ve kent kalıntıları
ile fener yapısına rastlanıldı. Çalışmalar sırasında Küçükçekmece
Gölü havzasında tarih öncesi dönemlere ait taş aletler ve seramik
parçaları da bulundu.
Pek çok basın kuruluşu tarafından geçtiğimizin yılın Türkiye’deki
en büyük arkeolojik keşifleri arasında ilk sırada gösterilen
Bathonea’nın gün yüzüne çıkması için, Bakan Ertuğrul Günay’ın onayı
ile Kültür ve Turizm Bakanlığı, Bakanlar Kurulu’na teklifte
bulunuldu. Bakanlar Kurulu’nda geçtiğimiz günlerde alınan
2009/15280 sayılı kararla da uzun yıllar sürecek ve kentin tarihine
ışık tutacak kazı için geçtiğimiz Pazar günü düzenlenen bir basın
toplantısı ile ilk kazma vuruldu.
40 BİLİM ADAMI ARAŞTIRIYOR
Kocaeli Üniversitesi’nden Yrd. Doç. Dr. Şengül Aydıngün
başkanlığında, İstanbul Üniversitesi’nden Dr. Emre Güldoğan’ın
başkan yardımcılığını yürüttüğü çalışmalar, Bristol
Üniversitesi’nden Prof. Dr. Volker Heyd ve KKTC Doğu Akdeniz
Üniversitesinden Hakan Öniz ve Hollanda Lahey Üniversitesinden
Ümran Yüğrük Planken’ in alan başkanlıklarını yürüttükleri
uluslararası bir ekip tarafından gerçekleştiriliyor. Kazılara dokuz
ülkeden arkeolog, jeolog, mimar, sanat tarihçisi, sualtı
araştırmacıları gibi disiplinlerden 40 kadar uzman ve öğrenci de
katılıyor.
Antik kent, Tapınak ve Nekropol Alanı
Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel
Müdürlüğü denetiminde yürütülen ITA projesinin bir parçası olan
Bathonea yüzey araştırmalarının bu yaz yine Avcılar ve Küçükçekmece
belediyelerinin destekleriyle başlanılan üçüncü ayağında da çok
önemli bulgulara ulaşıldı. Antik limanın geçen yıl bulunan duvar
yapılarının devamı ve iki adet iskele daha tespit edildi. İskeleler
ve duvarlarda kullanılan taşların düzgün biçimde kesilmiş olmaları
Hellenistik dönemde yapıldıklarını gösteriyor. Esas heyecan verici
buluntular ise karada. Izgara sistemli, teraslar halinde göle doğru
uzanan bir kente ait izler, yukarıdaki bir tapınağa ait olduğu
düşünülen sütunlarla buluşuyor. Kalıntıların bitiminde rastlanan
Roma dönemine tarihlenen yol ise oldukça belirgin ve iyi durumda.
Geçen yıl bulunan Antik Fenere kadar uzanan bu yol, antik limanın
kuzeyindeki kenti boydan boya kat ediyor.
Karadaki bir başka sürpriz ise Roma Yolu’nun kenarındaki Osmanlı
dönemine ait bir hamam. Roma Yolu boyunca yer yer ortaya çıkan
duvarlarda da, daha önce burada olan bir Osmanlı çiftliğinin
binalarında kullanılan antik BATHONEA evlerine ait
düzgün kesilmiş taş bloklara rastlanıyor. Kentin uzantısında
oldukça büyük bir nekropol alanı var. Jeofizik çalışmalarla tespit
edilen alan, İstanbul Üniversitesinin Veterinerlik Fakültesi’nin
arazisi içinde bulunuyor.
ARAŞTIRMA TARİHÇESİ
BATHONEA, Küçükçekmece Gölü’nün Avcılar sahili ile Küçükçekmece
kıyıları boyunca Türkiye Atom Enerjisi Kurumu arazisinin kıyıları
da dahil 10 bin metrekareden fazla bir alanı kaplıyor.
İnsanların avcılık ve toplayıcılıkla yaşadığı Taş Devri’nden
Helenistik-Roma–Bizans ve Osmanlı’ya kadar uzanan dönemlerine ait
kalıntılarla dolu olan Avcılar bölgesi, tam bir tarih hazinesi.
Kazı Başkanı Kocaeli Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Arkeoloji
Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Şengül Aydıngün, kazıyla ilgili
şu bilgileri verdi:
‘M.Ö 2 ile MS. 2 . yüzyıla ait çeşitli kaynaklarda
Küçükçekmece Gölü çevresinde Byzantion’un ( İstanbul’un ilk adı) 12
mil yakınlarında “BATHONEA” adlı bir yerleşmeden söz edilmektedir.
BATHONEA ismi, Sazlıdere’nin antik çağdaki adı olan ve ‘Derin dere’
anlamına gelen “Bathynias” tan geliyor. BATHONEA’ bir başka anlamda
ise “yüzen ordu” “donanma” anlamına da geliyor. Kentin bugüne kadar
yeri tespit edilememişti. 2007 yılında başlattığımız ve 2008
yılında da süren yüzey araştırmaları sırasında göl kıyısında çok
düzgün kesimli blok taşlardan oluşan oldukça kalın duvar
kalıntılarına rastlandı. Duvar sırasının metrelerce uzadığının
görülmesiyle detaylandırılan çalışmada bu kalıntıların sıradan
duvarlar olmadığı tespit edildi. Yapılan ölçümlerde duvarların 400
metresi netleşti. Göl içinde kalmış sıraların Sonar ile takibinden
elde ettiğimiz veriler duvarların 2 km. uzunluğunda olduğunu
gösteriyor. Duvar sırasının önemli bir ticaret ağına sahip limana
ait kalıntılar olduğu açık. Kalıntıların bir ucu göl içinde rıhtım
şeklinde uzanıyor.’
Araştırmanın sualtı ayağını Doğu Akdeniz
Üniversitesi’nden sualtı arkeologu Hakan Öniz başkanlığındaki bir
ekip yürütüyor. Gölün aşırı kirliliği nedeniyle zor koşullarda
süren sualtı “sonar” araştırmalarında halk
arasında “Gölün içinde cami var” diye bilinen
kalıntının aslında antik limanın mermer feneri olduğu belirlendi.
Bölgede geçen yıl yapılan çalışmalarda Hellenistik Dönem amphora
kırıkları, Geç Roma dönemi sütun ve sütun başlıkları ile Bizans
döneminden kalma Hz. İsa kabartmalı taş eserler bulunmuştu. 2008
yılındaki araştırmalarda ise yine Helenistik dönem Amfora
parçaları, M.S. 5-6. yy’a ait olduğu sanılan damgalı pişmiş
topraktan koku ya da gözyaşı şişesi, desenli kap parçaları, Tarih
Öncesine ait çakmak taşı aletler, naviform çekirdekler ve henüz
çarkın kullanılmadığı ilkel biçimli el yapımı seramik parçaları ele
geçti. Göl üzerinde yapılan sonar taramalarında ise büyük boyutlu
demir çapalar tespit edildi. Her buluntunun tek tek numaralanıp,
envanterinin tutulduğu araştırmaya, arkeologların yanı sıra,
mimarlar, şehir plancıları, jeologlar, jeofizikçiler, zoologlar,
botanikçiler gibi çeşitli bilim dallarından otuza yakın bilim
insanı katılıyor. Araştırmalar İstanbul’un kültürel tarihine eşsiz
bir katkının sunulacağı yönünde
YÜZBİNLERCE YILLIK YAŞAM
Ülkemizin en eski yerleşim yeri olan Yarımburgaz Mağarası’nın da
içinde bulunduğu Küçükçekmece Gölü havzasında yaşam izlerinin
geçmişi yüzbinlerce yıl öncesine gidiyor. Küçükçekmece Gölü Çevresi
Tarih Öncesinde adeta bir cennetti. Kuzeyden gelen Eskinoz ve
Sazlıdere (Bathynias), gölü temiz sularla beslerken, gölün güney
ucu Marmara deniziyle birleşmekteydi. Etraf çeşitli endemik
türlerin barındığı yemyeşil bitki örtüsüne sahipti ve göl
kenarındaki bataklık alanlar kurudukça verimli topraklar ortaya
çıkmıştı.
Geçmişte bizon, geyik, karaca, leopar, ayı, benekli sırtlan gibi
pek çok yaban hayvanı ve kuş cinsinin yaşadığı Küçükçekmece gölü
havzasında bol miktarda balık türleri de bulunmaktaydı. Bu nedenle
tarih öncesinin avcı ve toplayıcı topluluklarının yaşamı için çok
uygun olan bu coğrafya, Taş çağının insan toplulukları için ideal
bir yaşam alanı oluşturuyordu.
Başlatılan yüzey araştırmaları sırasında yüzbinlerce yıllık
avlanma, ezme, parçalama, kesme ve bilemeye yarayan taş aletlerin
benzerleri bulundu. Bunların başında satırlar, ağırlıklar, biley
taşları, kesici ve kazıyıcılar geliyor. Alanda volkanik ve
çakmaktaşı kökenli taş hammaddeler de elde edildi. Çevrede volkanik
bir alan olmadığı için bu taşların başka bölgelerden getirildiği
düşünülüyor. Bu da binlerce yıllık tarih öncesi çağların ticaret
rotalarını anlayabilmek için önemli bir ipucu...
Yapılan araştırmalarda henüz çarkın bulunmadığı dönemlerden
itibaren üretilmiş seramik örneklerinden, Bizans ve Osmanlı’nın son
dönemine kadar üretilmiş seramik parçalar da bulundu. Karadaki bir
Osmanlı sarnıcı da göl çevresinin yüzbinlerce yıldan beri
kesintisiz olarak günümüze kadar insanlığa hizmet verdiğini ortaya
koyuyor.
Konstantin dönemi tuğlaları
Araştırma sırasında belirlenen ve hellenistik çağa kadar indiği
sanılan antik limanın İstanbul’un yakın çevresindeki en eski antik
limanlarından birisi olabileceğini destekleyen kanıtlar olarak
İmparator Konstantin döneminden itibaren kullanılmış
“constan” yazılı damgalı yapı tuğlaların
bulunması. Antik kaynaklar İmparator Konstantin zamanında başkent
Kostantinopolis’in en dış sınırının Küçükçekmece olarak
belirlendiğini yazıyor. Bu kaynaklara göre İmparator Konstantin
Byzantion kentini M.S. 330 yılında kendi adını vererek Roma’nın
başkenti ilan ettiğinde yani “Konstantinopolis”
çevresinde büyük bir imar faaliyetine kalkmış ve çevresiyle
birlikte surlar, limanlar, hamamlar, caddeler, sokaklar ve resmi
yapılarla donatmış ve mahalleler kurdurmuştu. Küçükçekmece göl ve
kıyısı boyunca uzanan sur, liman ve diğer yapı kalıntılarının bu
dönemin yapıları olup olamayacağı üzerinde tartışılıyor. Ya da
İstanbul’un Byzantion olarak tanındığı Helenistik dönemdeki komşu
kenti Bathonea’ya mı ait oldukları sorusu araştırılıyor. Geç Roma
döneminden sonra önemini kaybettiği sanılan Limanın tek edilerek
tarih sahnesinden kaybolmasının en önemli nedenlerinden birisinin
ise deprem gibi ani ve yıkıcı bir fenomenden kaynaklanmış
olabileceği düşünülüyor. Antik kaynaklarda 557-558 yıllarında
yaşanan depremin Küçükçekmece bölgesinde çok şiddetli hissedildiği
ve bölgedeki tüm yapı, kale, kiliselerin temellerine kadar
yıkıldığından söz ediliyor. Bu nedenle böyle bir olayın gerçekleşip
gerçekleşmediği ancak kazı ve jeolojik çalışmalarla
anlaşılabilinecek.
İşte tarihi yarımadanın tarihçesi
İstanbul’un çekirdeği, tarihçi Herodotos, Roma İmparatorluk
Dönemi`nde yaşamış olan Eusebius Amasya’lı coğrafyacı Strabon’a
göre Milattan önce 7’inci yüzyılda önce şimdiki Kadıköy’de atılmış,
o dönemde Khalkedon yani ‘Körler ülkesi’ olarak tanımlanan bu
yerleşimin karşısına da 17 yıl sonra Megaralı Byzas tarafından
Byzantion kurulmuştu. Byzantion, Avrupa ile Asya’yı ayıran İstanbul
Boğazı’nın (Bosporos) Trakya yakasında, bugün, Topkapı Sarayı ve
Ayasofya’nın kapladığı alan üstünde kurulmuştu. Yani, Sarayburnu ve
hinterlandı Byzantion’un çekirdeğini oluşturuyordu. Kent zamanla
gelişmiş, Helenistik, Roma ve Bizans dönemlerinde, kabaca bugün
Eminönü ve Fatih ilçelerinin bulunduğu alana yayılmıştır.
İstanbul’un sözkonusu dönemlerine ait izlerin bulunduğu bu alan
günümüzde Tarihi Yarımada olarak anılmaktadır.