Virüs ile mücadele eden ve bütün enerjisini buraya teksif etmiş
olan ülkemiz geçtiğimiz hafta böyle bir zamanda yaşanmaması gereken
bir tartışmaya sahne oldu. Birlik ve beraberlik olmamız gereken bir
zamanda hele ki Ramazan gibi kutsal bir ayda yaşanan bu gereksiz
tartışma bazı şeylerin artık ciddi şekilde ele alınması zamanının
geldiğini ve geçtiğini gösterdi bizlere.
Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın Kur’an-ı
Kerim’deki ayetleri Cuma hutbesinde
hatırlatmasıyla başlayan tartışma çok çirkin bir üslupla devam
ettirildi.
Özellikle Ankara Barosu tarafından yapılan sözüm ona
açıklamadaki kelimeler ve suçlamalar yenilir yutulur cinsten değil.
Tartışmada iş Diyanet İşleri Başkanı’nın okumuş olduğu
ayetler sebebiyle suç duyurusunda bulunmaya kadar gitti!
Peki, bir Diyanet İşleri Başkanı’na okumuş olduğu
ayetler ile hatırlatmış olduğu hakikat dolayısıyla böylesine
çirkince saldıranlar ve suç duyurusunda bulunanlar bu cesareti
nerden alıyor?
Nasıl oluyor da bu kadar pervasızca sözler sarf
edebiliyorlar?
Ankara Barosu ve diğer barolar eğer bir dayanak noktası
olmasa bu kadar pervasızlaşabilir mi?
Hayır, yapamazlar…
Başta barolar olmak üzere tartışmayı çirkin bir boyuta taşıyan
kesimlerin güç aldıkları yer hiç de yabancı değil aslında.
Tehlikelerine daha önceki yazılarımda da defaatle dikkat çektiğim
İstanbul Sözleşmesi bu kesimlerin işi bu kadar
azıtmalarının kaynağı.
Özellikle geçtiğimiz yıl benimle birlikte birçok kişinin de
dikkat çektiği ve aile mefhumunu yerle bir eden ve
gayri meşru bir yaşamı yasal hale getiren bu sözleşme toplumu ifsat
edip bozacak adeta bir saatli bomba hükmünde.
Her türlü gayri meşru ilişkiyi yasal düzenleme ile koruma altına
alan bu sözleşme sadece Türkiye için değil dünya
toplumları için de bir tehdit unsuru.
Nitekim bu tehlikeyi gören Rusya bu sözleşmeyi
imzalamadı. Ki Rusya’yı biz dinsiz bir ülke ve toplum
olarak bilmekteyiz.
Kahir ekseriyetimizin “kafir” diye nitelediği
Putin; “LGBT’ciler ülkemizde rahatça gösteri yapıp
gövde gösterisi yaparken bu rezalete izin veremem” diyen
bir isim.
Toplumun en temel yapıtaşı olan aile bozulduğunda toplum
da bozulur.
Bireysel hatalar her zaman düzeltilebilir, insan
günahlarına tövbe edebilir ve daha iyi bir insan olmaya yelken
açabilir. Ancak bir aile dağıldığında bundan başta
çocuklar olmak üzere toplumun oldukça geniş bir kısmı
etkilenir.
İstanbul Sözleşmesinde öyle maddeler var ki lezbiyen,
gay, homoseksüel vb. ne kadar ahlak dışı ilişki varsa laf
söyleyenleri kanun karşısında suçlu durumuna düşürüyor. Bu ister
Diyanet İşleri Başkanı olsun isterse iktidar partisinden
birisi olsun isterse sokaktaki bir vatandaş olsun… Fark
etmiyor.
Cami minberlerinden dışladığımız gayri ahlaki ilişkilere
kendi elimizle kanun koruyuculuğu aldık anlayacağınız.
Son tartışmalar bize şunu gösterdi: İstanbul Sözleşmesi
bir an önce feshedilmelidir. Yoksa bir gün gelecek
memlekette LGBT’yi eleştirip de ceza almamış kimse
kalmayacak bu gidişle.
Aslında son tartışma ile bu konuda büyük bir kamuoyu da
kendiliğinden oluşmuş durumda. Şu zamanlar İstanbul
Sözleşmesi’nin feshedilmesi için en uygun zamanlar.
Sineklerle uğraşmak yerine bataklığı kurutmak daha
güzeldir. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın hutbesine
konu yaptığı lanetlenmiş ilişkilerin kaynağı
olan İstanbul Sözleşmesi’nin ortadan kaldırılması için
bundan iyi bir zaman olamaz.
Diyanet İşleri Başkanlığı, Aile Bakanlığı ile
birlikte hareket ederek son yüzyılın en büyük beka
sorunu haline gelmiş bu durumdan toplumu ve geleceğimizi
kurtarmak adına mesailerini harcamalıdırlar.
Şunu net bir şekilde ifade edebilirim: İstanbul Sözleşmesi
feshedilmediği müddetçe biz daha çok sapkınlıklar görürüz
sokaklarımızda.
Daha çok hakaretler edilip, çok suç duyurularında bulunulur
Diyanet camiasına…
Bu gidiş iyi bir gidiş değil anlayacağınız…
İstanbul Sözleşmesi şimdi feshedilmeyecekse ne zaman
feshedilecek acaba…
facebook.com/msbeser
twitter.com/msbeser
instagram.com/msbeser