İstanbul Hikayeleri
Abone olİstanbul'un mekanları, sosyal ilişkiler ve siyasi yapı hakkında ipuçları var.
Serdar Soydan'ın derlediği “” kitabı, yedi tepeli görkemli
şehirde, tarihin farklı dönemlerinde anlatılan altı farklı hikayeyi
kapsıyor. Ortak özellikleri üzerinden bir başlık altında toplanmış
bu hikayeler, ilk kez bu kitapta bir araya geliyor. Hayal ürünü
unsurların kullanılmadığı hikayelerde her şey neden-sonuç
ilişkisine dayandırılıyor ve günlük hayattan sıradan olaylara yer
veriliyor.
Bu yönüyle kitap , destansı ve masalsı anlatılardan ayrılırken, modern öncesi dönem anlatıları ile modern anlatı kalıpları arasında bir geçiş sağlıyor. İki yüzyıllık bir süreç içerisinde tekrar tekrar yazılan, anlatılan, okunan bu hikayeler topluca değişimin evrelerini görmek adına önemli bir kaynak olma özelliği taşıyor. Osmanlı'dan günümüze yazı dilinin, kadın erkek ilişkilerinin, cinselliğin algılanışında meydana gelen değişimleri de yine bu anlatılarda görmek mümkün.
Hikayelerden ilki Tayyarzade hikayesi. Sultan Murat Han zamanında Defterdar olan Hüseyin Efendi görevden alınmasının ardından Topkapı'da Yenibahçe'de bulunan evine çekilir. Bütün dostlarının elini eteğini çekmesi Hüseyin Efendi'yi çok üzer. Bir gün kendisini ziyarete gelen Derviş Murat'a dert yanar ve hakiki bir dost aradığını söyler. Bunun üzerine Derviş Murat, onu Tayyarzade ile tanıştırır. Tayyarzade Arapça ve Farsça bilen, musikiye hakim, söz ustası bir gençtir. Hüseyin Efendi ve Tayyarzade kısa bir sürede iki iyi dost olup muhabbetlerini arttırırlar.
Hüseyin Efendi ona ve ailesine hediyeler verir ve dostunun
muhabbetinden başka gözü hiçbirşey görmez. Ancak bir yanlış anlama
ikisini birbirinden ayırır. Hikayenin devamında söz ustalığındaki
ünü tüm şehre yayılan Tayyarzade'nin Hüseyin Efendinin konağından
saraya uzanan macerası anlatılıyor.
SANDAL YOLCUSU TIFLİ
Kitapta yer alan ilginç hikayelerden biri de Ünlü şairlerden Tıfli
Efendi ile İki arkadaşın hikayesi. Uzun bir zaman işsiz gezen iki
arkadaş Danişment Baba isimli bir hacının sayesinde sandal sahibi
olurlar. Hasan ve Hüseyin Ağa bir yandan para kazanırken İstanbul
deryalarında ilginç olaylar yaşarlar. Günün birinde tebdil-i
kıyafet gezen Padişah ve ünlü şair Tıfli, Hasan Ağa'nın sandalına
biner. Zalim birinin eline düşen kimsesiz ve zavallı bir kızın
çaresizliğini, sandalındaki yolcuların kim olduğunu bilmeden
anlatan Hasan Ağa'nın hayatı tamamen değişir. Hikayedeki Padişah ve
Tıfli'nin halkla diologu, o dönemin politikalarını anlamak
açısından önemli bilgiler de içeriyor.
KAMER VE SÜLEYMAN'IN AŞKI
Kitaptaki Hançerli Hanım hikayesi ise imkansız bir aşkı anlatıyor.
Tüm İstanbul'un diline güzelliği ile nam salmış Süleyman isimli
genç, babasının ölümünden sonra, servet düşmanlarının kıskacına
düşer. Babasının bıraktığı mal varlığında gözü olanlar, onu tatlı
sözlerle kandırmaya çalışırken, diğer yandan şehirde pek çok kadın
onu elde etmenin yollarını arar. Süleyman, tüm bu karmaşanın içinde
servetini dalkavuklara yedirir. Bunu fırsat bilen Hançerli Hanım
Süleyman'ı tuzağına düşürür. Fakat Süleyman Hançerli Hanım'ın
kölesi Kamer'e aşıktır.
Kamer aşkını şu dizelerle anlatır: 'Ah biricik mücevherim/
Cennet hurilerinden işaret idim/ Süleyman sofrasının sakisiydim/
Kamer idim o aydınlık güneşe/ Gülü mahcup ederdi yanağı/ Serviye
hayret salardı salınışı/ Olsa aşık gül bahçesi/ Bülbül ağzını keşf
eyleyemezdi.'
Hikayede, imkansız bir aşkın eline düşen aşıkların çileli yılları ve çektiği acılar detaylandırılarak anlatılıyor. Zamanın sevdalarından oldukça uzak düşen bu aşk anlatısı, okuru, bu haliyle ciddi bir ikileme sürüklüyor. Tayyarzade Hikâyesi, Tıflî ile İki Biraderler ve Hançerli Hanım Hikâyesi'nin yanında Sipahi Şadan ve Acuze'nin Kızı Hikâyesi, Evhad Çelebi Hikâyesi ve Cevrî Çelebi Hikâyesi de kitapta sadeleştirilmiş ve orijinal metinleri ile bir arada bulunuyor. İstanbul Hikayeleri'nin tümünün satır aralarında İstanbul'un mekanları, sosyal ilişkiler ve siyasi yapı hakkında ipuçları var.