29 Kasım günü BM Genel Kurulu’nda tüm Ortadoğu coğrafyasını
ilgilendiren tarihi bir oylama yapıldı. Oylama sonucunda Filistin,
tam temsiliyet yolunda önemli bir adım atarak “üye
olmayan gözlemci devlet” statüsü kazandı.
Filistin’in elde ettiği bu kazanımın, Ortadoğu’da yaşanan
“Arap Baharıyla” oldukça ilişkili yeni bir dönemin
de başlangıcı olacağını söyleyebiliriz.
Diktatöryel yönetimlere sahip Arap Devletleri, Filistin
konusunda zaman zaman batılı ülkelerle uzlaşı içerisinde, zaman
zaman ise kavga ederek, gereken cesaretli adımları atamadılar
bugüne kadar.
Fakat demokratikleşmenin doğal bir sonucu olarak,
“baskıcı” liderlerin devrilmesiyle; halkların ülke
yönetimindeki sesi yükselmeye başlayacaktır.
Bu nedenle, Filistin konusunda duyarlı ve hassas kitlelere sahip
Arap toplumları, sorunun çözümünde daha dirayetli duran hükümetlere
destek vererek, aktif bir rol oynanmalarını isteyeceklerdir.
Örneğin, yapılan seçimler sonucunda Mısır ve Lübnan’da, geldiği
siyasal gelenek bakımından kendini Filistin sorununa daha yakın
hisseden hükümetlerin iktidar olması, hem İsrail’in
“8 gün saldırılarının” sona ermesi hem de BM
kararının Filistin lehine onaylanması noktasında oldukça etkili
oldu.
Bundan dolayı, Arap Baharı’nın bir sonucu olarak, ileride
Ortadoğu’da AB ve ABD’nin istemlerinin tam aksi yönünde gelişmeler
görülebileceğinin küçük bir örneği olarak değerlendirebiliriz bu
yaşananları.
Yani devrimi destekleyen devletlerin politikaları, “Arap
seçmeninin iradesi altında” ezilme riski yaşayabilir.
Tabi, tüm bu sürecin Türkiye ile olan bağına bakar isek;
İsrail’le yaşadığı politik krize ve Suriye ile arasındaki
gerilime rağmen, Türkiye’nin süreçteki diplomatik başarısını da
görmezden gelmemek gerekir.
Çünkü Türkiye'nin, demokrasi, refah, gelişmişlik ve batı ile
münasebet düzeyini tablonun bir kenarına yazdığımızda; Ortadoğu
coğrafyasında hala olmazsa olmaz bir denge unsuru ve Arap
Baharı’nın da model ülkesi olduğunu görebiliriz. Bu nedenle
Türkiye, süreç boyunca İran ve Mısır ile birlikte sözü en çok
dinlenen ülkelerden biri olarak etkili olmuştur.
Bu nedenle, son derece klişe bir söylem gibi görünebilir ama
“İsrail gerçekten önemli bir müttefikini”
kaybetti.
Fakat tüm yaşananlara karşın ABD ve İsrail, Filistin
politikasında kesinlikle tek bir geri adım bile atmayacaktır.
Keza İsrail hükümetinin BM kararının hemen ardından Filistin
topraklarında üç bin yeni yerleşim yerine izin vermesi, dünyaya
kafa tuttuğunun en güzel örneğidir. Ayrıca, bundan sonra şiddeti
kendi lehine bir çözüm aracı olarak kullanmaktan da yine
vazgeçmeyecektir.
ABD ve İsrail, Filistin’in BM’de devlet sıfatıyla tanınmış
olmasının sonucunda, “41 çekimser ve 138 Evet”
diyen devletin karşısında yalnızlaştığının farkında. Ve bu
yalnızlaşma hala devam eden Arap baharı dalgasıyla, hem Suriye’de
yaşanan iç savaşın durdurulmasının hem de İsrail’in güvenliği
bağlamında Ortadoğu’daki denklemlerin yeniden hesaplanmasının
yöntemlerini sorgulamalarına neden olacaktır.
Bu nedenle İsrail hükümetinin isyan eden sesini duyar gibiyim
:
“Netan Yahu, Netan?”
Toprağımızın Kokusu
İsrail ve Filistin sorunundan bahsetmişken sizlere yazar
“Kenize Mourad”ın “Toprağımızın
Kokusu-Filistin ve İsrail'in Sesleri” kitabını yeniden
hatırlatmak isterim.
Savaşın her iki toplum açısından ne kadar acı ve telafisi
olmayan bir gerçek olduğunun altını çizen Mourad, savaş sonucunda
sınırın her iki tarafından çocuklarını, eşlerini, baba ve
annelerini kaybeden insanların kendi ağızlarından yaşadıklarını
dinlememizi sağlıyor.
İsrail Filistin savaşını anlamamız açısından, mutlaka okunması
gereken kitaplardan biri olduğunu düşünüyorum.
Unutmayalım; savaşın dili belki bir değildir ama “acının
dili birdir”.