İsmet İnönü darbeyi azmettirdi!

Abone ol

Celal Bayar'ın torunu Prof. Emine Gürsoy Naskali 27 Mayıs darbesinin bilinmeyen yönlerini kaleme aldı...

Üçüncü Cumhurbaşkanı Celal Bayar'ın torunu Prof. Dr. Emine Gürsoy Naskali, 27 Mayıs'ın 50. yıldönümünde darbenin bilinmeyen yönlerini kaleme aldı.

www.haberajanda.com.tr   adlı sitede uzun soluklu bir yazı kaleme alan Naskali, 27 Mayıs darbesinin milli iradeyi cezalandırdığı tespitinden yola çıkarak yazısına şöyle başladı:


YASSIADA Mahkemeleri bitmiş, büyükbabamın idam hükmü müebbet hapse çevrilmiş ve Kayseri Cezaevi’ne gönderilmişti.

Anneannem bu müddet içinde büyükbabamı hiç görmemişti. 1962'nin Aralık ayında anneannem Kayseri'ye gidip bir kaç ay orada kalacak, büyükbabamla görüşecekti. Çiftehavuzlar'daki odasını uzun bir yolculuğa çıkacak gibi toplamıştı. 12 yaşındaydım. Büyükbabama götürmesi için bir resim yapmış, anneanneme vermiştim. Karlarla kaplı dağlar... Anneannem 24 Aralık gecesi trenle yola çıktı. O gece bir telefon geldi: Anneannemin kalbi dayanamamış, yolda, trende vefat etmişti.
Cenazesi Hacıbayram Camii’nden kalktı. O güne kadar bir kadın için yapılan en kalabalık cenaze töreniydi. Seveni çoktu; cenazenin kalabalığı, darbeye bir tepki gösterisi gibi olmuştu.

27 Mayıs milli iradeyi cezalandırdı

Darbe günlerinde henüz 10 yaşında olduğunu aktaran Prof. Naskali, o dönemi şöyle anlattı:

27 Mayıs; demokratik rejimin, halk iradesinin vesayet altına alındığı tarihtir. Vatandaşa şu denmiştir: “Sen kime oy verirsen ver, senin oyunun bir değeri yoktur; çünkü sen anlamazsın, doğruyu seçmesini bilmezsin.” 27 Mayıs, toplum hafızasında yer etmiştir, çünkü telafisi mümkün olmayan bir kırılma noktası yaşanmıştır. Bu olayın etkileri günümüze kadar sürmüştür.

27 Mayıs darbesi yapıldığında ben 10 yaşındaydım ve Çankaya köşkündeydim. Tank uğultusuyla uyandım. Gayri tabii bir durum olduğunu tabii anladım ama -belki çocuk olduğum için - korkmadım. Büyükbabamı almaya gelmişlerdi. Büyükbabamın direndiğini, “Millet iradesi ile geldim, millet iradesi ile giderim, siz kim oluyorsunuz?” dediğini, silah çektiğini, gelenleri vurmak istediğini, sonra silahı kendisine çevirdiğini, bu silahın elinden alındığını ve Harbiye’ye götürüldüğünü biliyorum.

Yassıada Mahkemesi’nin silahlı ortamında bile -soğukkanlılıkla- büyükbabam, askerin siyasete karışmasına karşı olduğunu, askerin siyasete karışmaması için elden gelenin yapılması gerektiğini söyledi. Bugün de aynı konularla meşgulüz. Demokrasilerde sivilin askere değil, askerin sivile itaat mecburiyeti vardır.

1960 darbesinin yetiştirdiği tanıdık isimler

Yakın siyasi geçmişin ve günümüzün etkin aktörlerinden önemli isimlerinin o dönemin ürünü olduğuna dikkat çeken Naskali'nin şu satırları ilginç:

21 Mayıs 1960 günü, yani darbeden çok kısa bir süre önce Harp Okulu öğrencileri Ankara’da bir yürüyüş yapmışlardı. Bu yürüyüş elbette ki komutanlarının teşvik ve himayesinde yapılmıştı. Büyükbabam bu subayların disipline sevk edilmesini ve cezalandırılmasını istemişti. Bu konular Yassıada’da dava konusu oldu. Cumhurbaşkanı bu işlere karışmamalıymış, dendi. Bayar da “Elbette ki karışmalıydım, memleketin güvenliğini temin etmek en birinci telakki ettiğim görevdi” dedi. “Bayar, Harp Okulu’nu imha edecekti” dendi. Akla hayale sığmayacak şeyler... Zamanın Harp Okulu kumandanı Sıtkı Ulay –Milli Birlik Komitesi üyesi oldu- şahit olarak Yassıada’ya çağırılmıştı. Orada Sıtkı Ulay, Harp Okulu öğrencilerini darbeye kadar Ankara’da tutabilmek için yalan rapor düzenlediğini iftiharla anlattı. Nasıl Menteş Kampı’nın otları arasında yılanlar olduğunu ve bu sebeple kamp yapmaya uygun bir yer olmadığını –tabii ki doğru değil– sonra Harp Okulu öğrencilerini nasıl silahlandırdığını ve sorgulanması halinde öğrencinin silahını temizliyor olduğunu söyleyeceğini iftiharla anlattı. Yine bu aynı öğrenciler, darbe günü DP’lileri tutuklamakla görevlendirildiler. Yine o dönemin seçilmiş genç subayları Yassıada’da görev yaptılar. Silahlı olarak mahkeme salonunda nöbet tuttular. Yaklaşık 3000 ordu personeline bu görevleri dolayısıyla MBK ek maaş bağladı. Bu insanlar o yıllarda, tabii genç insanlar, bu işlerin içinde yetiştiler, yetiştirildiler. Tutuklamaları yapan, Yassıada’da nöbet tutan, darbe muhafızlığını gören o subaylar ileriki yıllarda terfi ettiler ve sonraları karşımıza sık sık çıkmaya başladılar: Mesela Şener Eruygur, Hurşit Tolon, Çetin Doğan, Çevik Bir, Tuncer Kılınç, Altay Tokat, Kemal Yılmaz, Edip Başer, Tamer Akbaş, Yaşar Büyükanıt, Fevzi Türkeri, Akay Şakman, Teoman Koman, İlhami Erdil, Namık Kemal Ersun, Necip Torumtay, İsmail Hakkı Karadayı, Kemal Yamak, İlhan Oral, İrfan Tınaz ve Doğu Aktulga... Bu isimlerin hiçbiri Harbiye yürüyüşünü ve Yassıada’yı ağızlarına almadılar, hiçbiri 27 Mayıs darbesinden ve yapılanlardan dolayı pişmanlık duyduklarını söylemediler ve hiçbiri Harbiye’de ve Yassıada’da ne yaptıklarını anlatmadılar. 1960 darbesi işte bu isimleri yetiştirdi…

YASSIADA MAHKEMELERİ MUHALEFETİN İNTİMADIR

Prof. Emine Gürsoy Naskali'nin yazısının bu bölümü için ikinci sayfaya geçiniz

[PAGE]



Büyükbabamın Yassıada Mahkemelerindeki tutumuyla ilgili olarak söyleyebileceğim şey, tüm hayatında olduğu gibi Yassıada’da da cesur ve dik duruşudur. Arkadaşlarına sahip çıkmıştır. “Vatanperver insanlardır, hepsine kefilim” demiş ve mesuliyeti kendi üzerine almıştır. Başsavcı buna müdahale etmek durumunda kalmış ve hukuken böyle bir şeyin olamayacağını söylemiştir.

Yassıada Mahkemeleri, bir yandan iktidar olamayan muhalefetin intikamıdır-, diğer yandan da darbecilerin kendilerini aklamak için kurguladıkları bir senaryodur. Darbecilere akıl hocalığı yapan CHP’li profesörler, iktidarın yargılanması gerektiğini söylemişler, “Yoksa isyan ve darbe suçundan siz ipe gidersiniz, mutlaka vahim suçların bulunması ve vahim cezaların verilmesi gerekir” demişlerdir. “Meşruiyetiniz için bu gereklidir” demişlerdir.

Yassıada Mahkemeleri’nin mahiyetini, sivil kesimden birkaç profesör, askeri yargı mensupları ve MBK’nın tayin ettiği Başhakim tasarlamışlardır. MBK ise arka planda “Sizi buraya tıkan güç”ü temsil ediyordu.

27 Mayıs’ta büyükbabam 78 yaşındaydı. Cumhurbaşkanı olduğu için ancak “vatana ihanet” suçundan yargılanabilir ve idam edilebilirdi. Bu sebeple Yassıada’da görülen Anayasa davası “vatana ihanet” suçlamasıyla açıldı.

Darbeden hemen sonra İnönü’nün damadı Metin Toker’in çıkardığı Akis dergisinin kapağında bir darağacı, darağacından sallanan bir idam ipi ve önünde de büyükbabamın bir fotoğraf vardı. Altında ise “Cürüm ve Ceza” denilmekteydi. İnönü ve CHP, darbenin azmettiricisi olmuştur.

Derken, 61 Anayasası hazırlandı. Şu da bir tezat: Bir taraftan DP’liler aleyhinde Anayasayı ihlal davası sürüyor, diğer yandan 24 Anayasası toptan ortadan kaldırılıyor. 27 Mayıs, “Anayasa ve Hürriyet Bayramı” ilan ediliyor, 20 yıl süreyle devlet eliyle kutlanıyor, okul kitaplarında bayram olarak okutuluyor.

Büyükbabamın 61 Anayasası üzerinde iki görüşünü ve duruşunu nakledeyim:

61 Anayasası milli iradeye ortaklar getirdiğini söylemiştir. Kimdir bu ortaklar? Anayasa Mahkemesi ve Milli Güvenlik Kurulu’dur. Milli Güvenlik Kurulu, askeri doğrudan doğruya siyasetin içine yerleştirmiştir.

İkinci husus da, 61 Anayasası darbecilere ve eski cumhurbaşkanlarına ömür boyu “tabii senatörlük” ihdas ediyordu. Büyükbabamın asılacağı var sayıldığı için eski cumhurbaşkanı olarak sadece İnönü kalıyordu. Tabii senatörlüğün “cumhurbaşkanı” maddesi İnönü için çıkarılmıştı. Yıllar sonra büyükbabam Kayseri cezaevinden çıkınca tabii senatör olarak Meclis’e davet edildi. Ancak büyükbabam bu çağırıyı reddetti, “Milli irade ile seçilmediğim bir makamı kabul edemem, prensiplerime aykırıdır” dedi. Halbuki darbeciler olsun, İnönü olsun tabii senatörlüğü kabul etmekte hiç bir sakınca görmemişler, gidip Meclis’e oturmuşlardı.

MİLLİ GÜVENLİK KURULU ASKERİ DOĞRUDAN DOĞRUYA SİYASETİN İÇİNE YERLEŞTİRMİŞTİR

Derken, 61 Anayasası hazırlandı. Şu da bir tezat: Bir taraftan DP’liler aleyhinde Anayasayı ihlal davası sürüyor, diğer yandan 24 Anayasası toptan ortadan kaldırılıyor. 27 Mayıs, “Anayasa ve Hürriyet Bayramı” ilan ediliyor, 20 yıl süreyle devlet eliyle kutlanıyor, okul kitaplarında bayram olarak okutuluyor.

Büyükbabamın 61 Anayasası üzerinde iki görüşünü ve duruşunu nakledeyim:

61 Anayasası milli iradeye ortaklar getirdiğini söylemiştir. Kimdir bu ortaklar? Anayasa Mahkemesi ve Milli Güvenlik Kurulu’dur. Milli Güvenlik Kurulu, askeri doğrudan doğruya siyasetin içine yerleştirmiştir.

İkinci husus da, 61 Anayasası darbecilere ve eski cumhurbaşkanlarına ömür boyu “tabii senatörlük” ihdas ediyordu. Büyükbabamın asılacağı var sayıldığı için eski cumhurbaşkanı olarak sadece İnönü kalıyordu. Tabii senatörlüğün “cumhurbaşkanı” maddesi İnönü için çıkarılmıştı. Yıllar sonra büyükbabam Kayseri cezaevinden çıkınca tabii senatör olarak Meclis’e davet edildi. Ancak büyükbabam bu çağırıyı reddetti, “Milli irade ile seçilmediğim bir makamı kabul edemem, prensiplerime aykırıdır” dedi. Halbuki darbeciler olsun, İnönü olsun tabii senatörlüğü kabul etmekte hiç bir sakınca görmemişler, gidip Meclis’e oturmuşlardı.

MENDERES'E İDAMDAN ÖNCE MAKATTAN MUAYENE EDİP SAĞLAM RAPORU VERDİLER...

İdamların olacağı önceden belliydi. Olayların içindeyken bunu net olarak görememiş olsak bile... İmralı Cezaevi Müdürü Acarol’a Yassıada davaları sürerken bir talimat geliyor, 80-90 idam için hazırlık yapması isteniyor. İmralı’da ağaç yok, gemiyle kereste getirtiliyor. Hazırlıkların gizli yapılması lazım, onun için müdür futbol sahası yapılacağını söylüyor, mühimmat depolanacak, diye sandukalar hazırlanıyor, zeytin ağacı dikilecek diye çukurlar açılıyor. İmralı’ya bir grup genç subay çıkıyor, 200 kadar tomsonlu subay, “İdamları idamları göreceğiz” diye... Bu grubu yönlendiren şahıs, Harp Okulu Komutanı ve Silahlı Kuvvetler Birliği Başkanı Talat Aydemir’dir. Talat Aydemir, daha sonraki iki darbe girişiminin mimarıdır.

15 Eylül 1961’de Yassıada Mahkeme kararları tebliğ edildi, 15 idam kararı vardı. Büyükbabam 1 numaralı sanık, ilk önce onun kararı açıklandı. Kararı duyunca kulaklığını çıkarıp atıyor, eliyle de “Hadi oradan, siz de önemsenecek insanlar mısınız?” anlamında bir hareket yapıyor. Kararlar tebliğ edilir edilmez idama mahkûm edilen sanıklardan 14’ü mahkeme salonundan doğruca İmralı’ya sevk ediliyor.

İmralı’da elleri arkalarından bağlı olarak büyükbabam ve diğerleri hücrelere alınıyorlar ve bekleme başlıyor. İmralı’da geçirdiği o gece, büyükbabamın hücresine bakan gardiyan, büyükbabama bir testi su getiriyor. Kırık bir testi... İmralı Cezaevi’nde Umurbeyli bir mahkûm varmış, cinayetten yatıyormuş. Büyükbabama yardım etmek istiyor, ama elinden bir şey gelmiyor. Biraz külhanbeyi tipli bir adammış, hapishanede forsu geçermiş. Bir testi su gönderiyor. “Bu reziller -yani darbeciler- toprağına su dökmezler” diyor, “Mezarına dökülecek suyu olsun” diyor, gardiyana “Sen döküver” diyor. Bu testi Celal Bayar Vakfı Müzesi’nde duruyor.

Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ipini kendi geçirmiş boynuna, gardiyanın eli titremiş, “Elin niye titriyor, asılacak olan sen değilsin” demiş. “Allah memleketi korusun, haydi Allahaısmarladık!” demiş, sonra da altındaki tabureyi tekmelemiş…

Doktorlar Menderes’i apar topar canlandırmaya çalışıyorlar, bir an önce Menderes’i de İmralı’ya göndermek istiyorlar. Menderes’e “İstirham ederim, yapmayın!” demesin rağmen makattan muayene de yapıldıktan sonra sağlamdır raporu veriliyor.

Menderes İmralı’ya getirildiğinde yürüyecek halde değildi. İki kolunda iki askerle yürüyebilmiştir. İmralı’ya inişini ve darağacına yürüyüşünü görüntüleyen film ve fotoğraflar, göstermelik ve bir iki saniyenin görüntüleridir. Yoksa iki kolunda askerle yürütülmüştür.

Menderes, boynuna geçirilen ip uygun şekilde yerleştirilmediği için çok can çekişerek hayatını teslim etmiştir. Vücudunun titremesinden ayakkabıları ayağından fırlamıştır. Menderes asıldıktan sonra -oradaki subaylar sırf onu darağacında sallanır vaziyette görmek istedikleri için- cansız bedenini yeniden ipe çekmişlerdir.

Günün Önemli Haberleri