İslamofobia giderek korkudan çıkıp nefrete dönüştü
Abone olDiyanet İşleri Başkanı Prof.Dr. Mehmet Görmez, İslam’a ve Müslümanlara yönelik büyük tehdidin de İslamafobia olduğunu dile belirterek, “11 E...
Diyanet İşleri Başkanı Prof.Dr. Mehmet Görmez, İslam’a ve
Müslümanlara yönelik büyük tehdidin de İslamafobia olduğunu dile
belirterek, “11 Eylül’de ortaya çıkan İslamafobia’nın giderek
korkudan çıkıp bir nefrete dönüştüğünü görüyoruz" dedi.
Diyanet İşleri Başkanı Prof.Dr. Mehmet Görmez, Diyanet İşleri
Başkanlığı tarafından Sakarya’nın Sapanca İlçesinde
gerçekleştirilen Yurtdışı Hizmetleri Konferansı’na katıldı, Diyanet
İşleri Başkanlığı Yurt Dışı Hizmetleri, eylem planlaması ve durum
analiziyle ilgili açıklamalarda bulundu.
Sapanca Gürol Otel’de düzenlenen konferansa Sakarya Valisi Mustafa
Büyük, Sakarya Büyükşehir Belediye Başkan Zeki Toçoğlu ve yabancı
ülke ataşeleri katıldı. Konferansın ilk konuşmasını gerçekleştiren
Diyanet İşleri Başkanlığı Dış İlişkiler Genel Müdürü Prof. Dr.
Mehmet Paçacı, “Geniş bir kadro ile neredeyse Avrupa, Asya ve son
olarak da Afrika’da yaygın bir din hizmeti vermek amacındayız"
dedi. Japonya, Rusya ve Afrika’ya hizmet götürdüklerini belirten
Görmez, şöyle konuştu: "Müşavir, ataşe, kısa ve uzun süreli erkek
ve kadın din görevlilerimizle toplam 3 bin personelimiz var.
Doğrudan hizmet verdiğimiz kişi sayısı bu sayıların çok çok
üstündedir. 70’li yıllarda hizmet götürmeye başladığımız Avrupa’da
yabancı düşmanlığının, ırkçılık ve İslam karşıtlığının çoğaldığı
zamanlarda 5 milyonu aşkın vatandaşımız hâla güven içerisinde
yaşamaya devam ediyor. Sadece din alanında değil, din dışı
alanlarda da kurumsallaşma çalışmaları devam ediyor. 20- 25 yıl
önce başlatılan uygulamayla dini eğitim veren okullar meyvelerini
vermeye başlamıştır.”
Diyanet İşleri Başkanı Prof.Dr. Mehmet Görmez de, “Sözlerime
başlarken hepinizi sevgiyle selamlıyorum" dedi. Yaklaşık bir sene
önce yine bu salonda bu konferansların ilkini gerçekleştirdiklerini
belirten Görmez, şunları söyledi: "Hem bu sene içerisinde
yaptıklarımızı değerlendirmek hem de gelecek planlarımızı görüşmek
için burada bulunuyoruz. Bu toplantımızda yeni değerler ve yeni
öneriler içerisinde bulunacağız. Her şeyden önce çok geniş bir
coğrafya ile karşı karşıyayız. 1970’lerde sadece yurt dışına giden
vatandaşlarımıza hizmet götürmek için başlatılan bu çalışma
bugünlerde gerçekleştirilen çalışmalarda ne kadar büyük gayret
içerisinde olduğumuzu göstermektedir. Her şeyden önce hizmet
götürdüğümüz ülkelerin farklılıklarına göre farklı modeller
uyguluyoruz. Geleceğe dönük eylem planları çok büyük önem arz
ediyor. Her ülke için farklı eylem planları, göz önünde
bulunduracağımız farklı hassasiyetler söz konusu oluyor”
Görmez, sarf ettikleri çaba, gayret ve yorgunlukların derin bir
manaya hizmet ettiğini, geleceği inşa ettiğini söyledi. Görmez, "bu
çabanın sağlam değerler üretebiliyor olması için, aynı kalan asli
gaye, ilkesel yaklaşım, temel dini ve vicdani sorumluluktan hareket
ederek, zamanı, mekanı ve şartların sırlarını; kısaca detay ve
özgünlükleri iyi biliyor, keza onları hesaba katıyor olmamız
gerekiyor" dedi. Bu yapılmadığı, değişik ülke ve toplumların
yapıları anlaşılamadığı, anlamaya gerek duyulmadığı ya da bir
noktadan bakılıp tek bir modellemeye gidildiği durumlarda bir dizi
algı hataları, tedbir gecikmeleri, telafisi güç kayıplar ortaya
çıktığını belirten Görmez, şunları söyledi: "Ne yazık ki bazen
hamasi yaklaşım, bazen genellemeci tanım, genelde tekelci modelleme
suretiyle gerek resmi gerek sivil girişimler, gecikme ve
yetersizlikler yanında yanlış anlama/anlaşılmalara bile neden
olabilmektedir."
Yerel özelliklerin, farklı özgünlükleri ve barındırdıkları
imkanları ile birlikte dikkate alınarak incelenmesi gerektiğini
anlatan Görmez, sözlerini şöyle sürdürdü: "Derinlemesine yapılacak
tahlillere dayalı geleceğe bakan stratejiler geliştirilmelidir.
Tarihteki konum ve etkilerine mukabil geçen 19 ve 20. yüzyıllarda,
başlangıcı daha erkene götürülebilir tarzda, başta Avrupa düşüncesi
olmak üzere dinin/dini kurumların konumu, alanı ve yetkilerinin
sınırlandığını, hayatı ve toplumu izahta tecrübi ve sosyal
bilimlerin verilerine dayanarak, dinin ki burada hıristiyanlıktan
bahsediyorum, nüfuzuna sınırlama getirerek toplumu ve bireyi, dinin
kurumsal etkisinden özgürleştirme yolunu tuttu. Hatta bu dönemin
yasaması, dini, bireysel inanma özgürlüğü ve hakkına bağlı
zikrederek ona yer açması suretiyle,dinin kurumsal mahiyetini mer’i
yasamanın içinden ve doğrudan kaynaklığından çıkarmış oldu.
Ülkelere göre farklı tarzda uygulansalar da laiklik veya
sekülerlik, sadece hukuk zeminindeki bir alan ayrılmasını değil,
zamanda bireylerin hayata, dünyaya, dinin yorum ve bağlayıcılığına
dair taşıdıkları algı ve itaatlerinin derecesini ifade eden
bireysel tutum ve toplumsal kabule dönüşebildi”
Komünizmle ilgili olarak da konuşan Görmez, sözlerine şöyle devam
etti:
“Her şeyi ve herkesi eşit kılma iddiasının sahibi komünizm ise,
belki de varlığını kabul ettiklerinde onunla eşit olamayacakları,
Tanrı’yı tamamen dışlayan sistem, toplum ve algıdan uzaklaştırarak
ateizmi icat ve yaygınlaştırdılar. Bunun dışında, dönemin
küresellik imkanlarının el verdiği ölçüde, gerek tecrübi ve sosyal
alanlardaki fikir ve düşüncelerden gerekse dine dair mezkur tutum
ve gelişmelerden haberdar olan hatta bigane kalamaz diğer dini
gelenekler ve onların inananları inanç ve modernleşmeyi
yorumlamayı, bir ara yol bulmayı denedi. İslam dünyası açısından
değerlendirildiğinde, bu noktada değişik tutumlar ortaya çıktı,
bölünmeler hatta çatışmalar yaşandı. İslam dünyasının 19 ve 20.
yüzyılını kültür tarihi, din bilimleri veya din sosyolojisi
penceresinden ele almaya çalışan bazı Batılı akademisyenler, 20.
Yüzyılı İslam’ın kriz yüzyılı olarak tanımlamışlar ve bu krizden
çıkmasının ise, modern dönem batılı ilim ve yorum geleneğini
anlayarak ondan istifade etmesi ile olacağı, bunun da mümkün
olduğu, zira İslam düşüncesinin erken dönemlerden itibaren
özeleştiriden ve kendi muhiti dışındaki bilgiden yararlanmaktan
çekinmediği ifade edilmişti. Bugün 21. yüzyıldayız ve maalesef pek
çok Müslüman ülke veya toplum, İslam’ı kendi çeşitli ve zengin
yorum geleneği içerisinden anlamak yerine, yerel veya küresel
etkenlerin neden olduğu çatışmalara, maddi ve insani yokluk,
yolsuzluklara bağlı olarak takdim ediyor olmalarından ötürü, büyük
bir Müslüman topluluğun müşkül durumu İslam’ın zorluğu, krizi
olarak görülebiliyor”
"Ülkelerin birbirleri arasındaki düşünce ve fikirlerin izahı
olmalı" diyen Görmez, “Geride bıraktığımız ve içinde yaşadığımız
asırda birey, toplum ve ülkeleri birbirleri arasında etkileyen,
yönlendiren sadece düşünce alanındaki fikir ve izahlar olmadı.
Ulaşım ve iletişimdeki giderek sıkılaşan ve yaygınlaşan imkanlar,
etkileşimi ve toplumsal örgütlenmeyi bile etkiler bir konumda.
Artık, ideoloji, düşünce, sanat, bilim, medya görünmez bir zemin
üzerinde yükseliyor, yayılıyor, sadece ev ve bilgi sayarlara değil,
zihinlere de daha kolay girebiliyor ve etkiliyor" diye konuştu.
Suç örgütlerinin bile bu mekanizmaları nasıl suistimal ettiğinin
yine haberlere konu olduğunu belirten Görmez, sözlerini şöyle
sürdürdü: "Buradan tekrar hizmet bölgelerimiz coğrafyalara bir göz
attığımızda, ister doğu ve Batı olsun Müslümanların azınlık olarak
yaşadıkları ülkelerde, dinin içerik, etki ve geleceğine dair
mesafeli bir duruş tespit edilmekte; Müslüman ülkelerin değişik
nedenlerle izah edilir zor durumları ve sorunları İslam’ın hanesine
yazılmakta; hatta gerek uzaktaki Müslüman ülkelerin sorunları
gerekse Batı toplumunda yaşayan göçmen Müslüman kitlelerin
sergilediği eğitilmiş katılımcılık veya üretilen sorun alanlarına
bakılarak; Müslümanların aile veya toplumda şiddet, kadın erkek
ayrımcılığı ve özgürlükler gibi konularda alınması gereken
mesafelerin olduğu dile getirilmektedir”
Sosyal medyada yeni nesil gençlerin algılarının farklılaştığını
belirten Görmez, şunları söyledi: “Yeni nesil gençlerin birey ve
madde üzerinden kendini ifade meyyal, sanal dünyadan beslenen algı,
şekillenen düşünce ve sahip oldukları haleti ruhiye de keza bu
önemli kesim ve tabanla, klasik iletişim, anlatma ve ikna etme
arasında geniş bir mesafe oluşturuyor. Bu açılardan bakıldığında,
bu gün din hizmetini sunmak, özellikle farklı zemin ve geleneğin
olduğu yurtdışında ve başarılı olmak, araya giren bu mesafeleri
aşmaya, aşabilmeye bağlı kalıyor.”
SORUNLARA DİKKAT ÇEKTİ
Son olarak İslam dininin iki büyük sorunla uğraştığı dile getiren
Prof. Dr. Görmez, şu konulara dikkat çekti: “Bugün İslam dininin
içeriden ve dışarıdan iki büyük sorunla boğuştuğuna şahit oluyoruz.
İçeriden olan sorun bugün bilhassa İslam dünyasında mezhep aslında
İslam dünyasında ortaya çıkan doğrudan çatışma olarak görmediğimi
ifade etmek istiyorum. Bilakis bütün sorunların temelinde şiddet,
savaş ve yaralanan bilinçlerin ürettiği bir tefrika var. Bu İslam
dünyasında olup bitenleri tarihte ortaya çıkan mezhep çatışmalarına
dayamak çok zordur. Şiddet, savaş, terör ve işgallerden sonra
yaralanan bilinçleri bu dönemler içinde ortaya çıkan cehaletleri
meydana gelen kavgalar mezhep rengine bürünerek yoluna devam
etmektedir. Zira hepimiz biliyoruz ki, büyük İslam medeniyetinin
iki büyük noktası vardır. Birisi Ehl-i sünnet birisi Ehl-i beyt.
Peygamberin sünneti ile Ehl-i beyt-i birbirinden ayırmak mümkün
değildir. Bu konulara belki sadece siyaset penceresinden bakıp
değerlendirmek daha başka sorunlara sebep olabilir. Bütün dini
mercilerin bir araya gelerek Allah-ü Ekber nidalarıyla insanların
birbirini katletmeye çalıştığını görüyoruz”
İslam’a ve Müslümanlara yönelik ikinci büyük tehdidin İslamafobia
olduğunu dile getiren Görmez, sözlerini şöyle tamamladı: “11 Eylül
de ortaya çıkan İslamafobia’nın giderek korkudan çıkıp bir nefrete
dönüştüğünü görüyoruz. Bu sadece insanların durup dururken nefret
duymaları değildir. Artık bilimsel araştırmalar ortaya koymaktadır
ki, Avrupa, Amerika ve İsrail üçgeninde siyasetin ürettiği bir
korku olduğu, bunun bir endüstriye dönüşmeye başladığını hepimiz
bilerek hareket etmek zorundayız. Tüm bunlarla birlikte elbette
yine aynı şekilde farklı dini kesim dünyasındaki mezhep
çatışmalarını ortadan kaldırmak için din görevlilerine ve dini
kurumlara büyük görev verilmiştir. Bütün dini kurumların bir araya
gelerek ortak bir çaba içerisinde olmaları gerekmektedir”