İslami medyada tenezzülen yazdım
Abone olMilli Gazete ile yollarını ayıran İsmet Özel, ayrıldığı kuruma borcu olmadığını aksine yıllardır isminin kullanıldığı için alacaklı olduğunu savundu...
İşte İsmet Özel'in Zaman yazarı Nuriye Akman'la tüm açıklığı ile
ayrılma olayınının ayrıntılarını anlattığı röportajı... İslami
medyada tenezzülen yazdım benim onlara tek kuruş borcum yok İsmet
Özel, Faydasız Yazılar kitabında Chuang Tzu’nun peşinden giderek
meyveleri için dallarını kimsenin taşa tutmadığı, çok budaklı
olduğundan marangozların kesmeye değer bulmadığı, dokusu gevşek
olduğu için yakmaya da yaramayan, kimsenin bahçesine dikmek
istemeyeceği, şehrin bulvarlarına sokulmayan bir ağaç olmak
istediğini anlatmıştı. Kıraç bir ıssızlıkta, bunalmış bir yolcu,
dibinde oturacağı, sırtını dayayacağı bir ağaç buldu diye
ferahlarsa bunun ona yeteceğini söylüyordu. Bu uzun söyleşi, bu
portrenin bir izdüşümü oldu sanki. Okurlar, İsmet Özel gerçekten
faydasız bir ağaç olabilmiş mi? Yoksa ‘Meyvem var diye
taşlanıyorum, kerestem mükemmel diye marangozların saldırısına
uğruyorum, herkes beni bahçesine ekmek, şehri benimle süslemek
istiyor’ mu dediği test edilsin. Milliyet’ten Ahmet Tulgar’a İslami
kesimden koptuğunu açıkladıktan sonra ortalık birbirine girmiş,
soldan, sağdan ve de ortadan pek çok kalem bunun ne anlama
geldiğini sorgulamıştı. Bu söyleşi İsmet Özel’in ruhunun temel
koordinatlarını çok açık bir şekilde ortaya koyuyor ve yeni
tartışmalara aday görünüyor. İsteyen onun dev egosuna takılır,
isteyen İslamcılıkla ilgili sözlerinin içeriğine kafa yorar. Sadece
şunu söyleyeyim; söyleşi boyunca çok neşeliydi, öfkesini coşkuyla
yansıttı, en mahrem sorulardan kaçmadı. Öyle ki ben daha ileri
gitmekten çekinip bir noktada durmak zorunda hissettim kendimi.
Söyleşi bitiminde, Türk sanat müziğinin çok ağır parçalarından
oluşan bir dizi şarkı söyledi. O an, masum bir çocuk gibiydi.…
Demek İslami kesimle yollarınızı ayırdınız, öyle mi? Bu eyleminiz,
aşağıdakilerden hangisini kapsıyor? A) Bu kesimden insanlarla
görüşmemek, B) Bu kesimin yayın organlarında görünmemek, C) Ne
halleri varsa görsünler deyip İslami sorunlar üzerinde düşünmemek,
D) Merkez medyaya kucak açmak, E) Sadece şiirle ilgilenmek. Merkez
medyaya kucak açmak, küçümseyebileceğim bir şey. Asıl beni bir
ahlaki zaaf içinde göstermek isteyen insanların ne halleri varsa
görsün diyorum. 59 yaşındayım, itibarlı çevrelere girmek için
birçok imkanla karşılaştım. Hiç umrumda olmadı. Ben bir zaman,
birileri tarafından itilip kakılmışım da, şimdi, birilerinin
imkanlarına mı talibim yani? Asla. Ben tenezzülen, lûtfen yazdım.
Bu ne kibir böyle? Yıllarca insanlar bana ‘Buralarda neden
yazıyorsun?’ diye sordu. Benim çapımda bir yazarın, o yayın
organlarında görülmesi zaten şaşırtıcı bir şeydi. Bu sadece kalite
değil, aynı zamanda tutum meselesidir. Yazı yazdığım yayın
organlarının politikasıyla benim yazdığım şeyler arasındaki konu,
tavır, üslup farkına bakın. Ben fiilen kaç kere yazmayı bıraktım.
Ama hayatımı idame ettirmem için bir yerden para almam lazım ve
yıllarca yaptığım öğretmenlik de bunu bana sağlamadı. O zaman
nasıl, size ekmeğinizi veren yerde tenezzülen yazdığınızı
söylersiniz? Kim benim ekmeğimi vermiş? Rezzak olan Allah’tır. Ben
merkez medyada da çalışabilirdim. O zaman onlar mı benim ekmeğimi
vermiş olacaktı? Diyelim bir bankada veznedarım. Bana teslim edilen
paraları iç etmedikten sonra, banka idaresinin bana ödediği para
lûtfen mi olmuş olur? Hem ayrıca alacaklıyım ben o insanlardan. Ne
alacağınız var? Ben yıllarca onlara ‘İsmet Özel bizim gazetemizde
yazıyor’ deme imtiyazını bağışladım. Onlar beni beslemek yerine,
ben onlara yayın imkanlarının bir şekilde tezkiye edilmesini
sağladım. Yıllarca insanlar, bana müracaat etti. Kimileri gelip,
dizi konuşmalarının ilkini benim yapmamı, birinci sayıda mutlaka
yazımın olmasını istedi. Dolayısıyla onlar bana borçludur. Benim
onlara kuruş borcum yok. Kopmak için neden bunca yıl beklediniz?
Ben sadece sabrettim. Taşmayan sabır sabır değildir, o tahammüldür.
Ben o insanların kalitece yükselmelerini bekledim. Ve nitekim,
Milli Gazete’yi yazılarımı bastığı için, düşünce özgürlüğüne
saygılı bir yer olarak kabul ettim. Hatta şöyle bir olay oldu:
Necmettin Erbakan, ‘Atatürk sağ olsaydı, Refah Partili olurdu’
dediği günün ertesinde, ben Milli Gazete’de şu başlıklı bir yazı
yazdım: ‘Atatürk sağ olsaydı, İsrail’i durdurur muydu?’ Bu,
okuyucunun tepkisini çekti. Hatta bir kısmı gazeteye telefon edip,
‘İsmet Özel aleyhinde imza toplayalım’ teklifinde bulundu. Bardağı
ne taşırdı? Bardağı, MSP, RP, SP çizgisinin ve tabii AKP de bunun
içinde, siyasi bakımdan nasıl bir tezgâhın ürünü olduklarını izah
eden bir yazımı Milli Gazete’nin basmakta tereddüt etmesi taşırdı.
‘Bu İsmet Özel’in yazısı, ne olursa olsun basılır.’ Böyle
düşünmelerini beklerdim. Erbakan’ın uyguladığı bir sansür yok.
Bilakis, bir keresinde bunlar benim istediğim parayı vermeye
cesaret edemediler, Erbakan’a danıştılar, o da rıza gösterdi.
Ayrıldıktan sonra ‘Niye ayrıldın?’ dedi mi size Erbakan? Demez. Tam
tersine, Erbakan’la bir anlaşma alanımız yok. İsmet Özel isminin
bir prestij ürettiğini biliyor, ona itirazı yok. Siyasi kamp
bakımından da benim ona muhalif olan bir kampın bir elemanı
olmadığımı da biliyor tabii. Erbakan’la bir sorunumuz yok. Milli
Gazete’deki tezgâh nedir? Türk siyasi hayatındaki ihtiyaçlara cevap
verecek bir mekanizmanın bir parçası, siyasal İslam dediğimiz şey.
1973’te AP oylarının bölünmesi gerektiği için MSP’ye yol verildi
mesela. 80 sonrasında neyi dolduracaktı, onu tekrar tartışmamız
lazım. Saadet Partisi ile AKP arasında bir fark var mı? Arada bir
fark var. Birisi iktidarda, diğeri değil. İktidarda olduğu için
birileri bazı imkanları kullanıyor, öbürleri sanki biz olsak başka
türlü yapardık gibi karşılıyorlar. Ben genellikle AKP’nin bir
siyasi parti olduğu ve birtakım görüşlerin savunmasını üstlenerek
ve bu görüşler adına iktidara geldiği fikrini taşımıyorum. Belli
güç odakları tarafından kendi uygulamalarına vesile olabilecek bir
kadroyu, daha doğrusu kadrolaşma diyelim... Hazır bir kadro yoktu.
Bunlar belli örgünün birer parçaları. Mesela ANAP’lı bir dalga
oldukça baskın, MSP’den ziyade. O mânâda ben AKP’yi bir siyasi
görüşleri billurlaşmış insanların faaliyetlerinin bir sonucu olarak
değil, bir emir yerine getiren konumda görüyorum. Kimin emrini? Onu
olaylarda görüyoruz. Mesela Irak’a asker gönderme meselesi, gündeme
geldiğinde kararsızlığı ortaya çıkan; ama AB konusunda
yapmayacağını bırakmayan bir performans sergiledi AKP. Bu demektir
ki, sözünü dinlediği bir merkez var. Türk derin devletini mi? Ben
Türkiye’de devletin, hiçbir derinliği olmadığı kanaatindeyim. Derin
olmayan ama birçok unsurun etkilediği bir ortam var. Pervasız
olarak bir politik çizgi sunmuyor AKP. Net olarak şöyle yapabilir,
sınırları şudur diyemiyoruz. Kendisine bir şey söylenirse ancak
yaptığını çıkarıyoruz buradan. Daha önce de Gerçek Hayat’taki
yazılarınıza son vermiştiniz. Oradaki problem neydi? Onlar beni
sadece bir malzeme, bir flaş isim olarak gördü. Ben Gerçek Hayat’ın
önerisi üzerine, ‘Toparlanın, gitmiyoruz’ konuşmaları yaptım.
Bunlar, Gerçek Hayat’ta özetle dahi olsa yansıtılmadı. Ki o
konuşmalara giriş bileti, Gerçek Hayat’tı. Yeni Şafak’taki
problemim de, gazetenin Müslüman olmayan yazarlarına tanıdığı hem
maddi, hem manevi yer olmuştur. Orada Hıristiyan yazar mı var?
Müslüman olmayan deyince Hıristiyan mı anlıyorsunuz? Bir kulun
Müslümanlığını başka kulun ölçmesini doğru mu buluyorsunuz? ‘Ben
Müslüman kimliğimle öne çıkıyorum’ demeyen yazarlar diyelim. Yeni
Şafak gazetesinin ortaklarından birinin, gazetede alenen, ‘Bundan
böyle İslamcı bir gazetede çalışıyorum demeyeceksiniz’ dediğini de
biliyoruz. Siz sadece bir yazarsınız. Gazetenin bütün yayın
politikası ile ilgili kararı sizin vermenizi nasıl beklersiniz?
İstediğine yazdırır. Size ne? Yazınızı yazın geçin. Tamam helal
olsun, ben Yeni Şafak ile o gün bana verilen ücretlerin en üstünü,
yani yazarlara ödediklerinin üstünde, üstelik bir misli para
vermesi şartıyla kabul etmiştim. Bir yıl sonra zam yapılması
gerekti. Yüzde 30 herkese zam yaptılar ve bana yapmadılar. Alenen
yüzüme dediler ki: “Biz filanca yazara yüzde yüz zam yapıyoruz, ama
onun aldığı, senin almakta olduğuna hâlâ yetişmiyor.” Ben de onlara
dedim ki: “Ben bu para için yazıyorum, para için yazmıyorum.” Çünkü
o sırada borçlarım vardı. Ondan sonra birkaç yıl daha sürdü Yeni
Şafak’ta çalışmam. Yani zamsız yazmaya devam ettiniz. Yo yo hayır.
Onlar yaptılar zammı. Ne münasebet? Hiçbir zaman kendimi birilerine
mecbur hissetmedim. O yüzden de ayrılmam çok şaşırtıcı olmamalı.
Milli Gazete’den ne alıyordunuz? En son 635 milyon alıyordum.
İslami kesimden ayrılmanın diğer şıklarına dönelim mi? İslami
kesimle ilişkim neymiş? Ne zaman kurulmuş, ne yapmışım onlarla
ortak da bunu ayıracağız? Ben Müslümanlarla müşterek dergi bile
çıkaramadım. Bunu istedim, fakat hiç kimse, bir kişi bile arkamda,
yanımda olmadı. Siyasi olarak dönen bir dolap var ve ben bunun
içinde hiçbir zaman olmadım. Kendim de bir dolap çevirmedim. O
bakımdan çok rahatım, hiç dert değil bana İslami kesimin yayın
organları. Kanal 7’de üç sene, haftada bir ‘İsmet Özel ile Başbaşa’
programı yaptım. Ama onlar hiçbir zaman rahat olmadılar bu konuda.
‘İsmet Özel acaba ne der, bizi ne bakımdan zor durumda bırakır’
endişesiyle, bir süre canlı olan yayın, kısa sürede bant yayına
dönüştü. Ama bir kurum, her şeyiyle, A’dan Z’ye size göre kendini
dizayn edemez ki. Valla edemez ise çok kaybeder. Siz de
kaybedebilirsiniz. Ben niye kaybedeyim ki? Bir şey elde etmek
istemişim de başarısız mı olmuşum? Türkiye’nin ileri gelen
ailelerinden birine mensup değilim. Herhangi bir yarışmada birinci
gelmedim. Benim İsmet Özel olmamda, Türkiye’nin tutacağı istikamet
açısından sıhhatin nerede olduğunu bilip, ona göre zahmet çeken bir
kimse olmanın harcı var. Sosyal bir çevrem hiç olmadı O kesimden
insanlarla görüşmeyi de bıraktınız mı? Benim sosyal bir çevrem hiç
olmadı. İnsanlarla temas ettim, ama o insanlar baktılar ki, bu
adamla işleri devam ettirmenin fiyatı çok yüksek. Nedir o fiyat?
Yaşadığımız ortamın eleştirisini üstlenme fiyatı. Yani perhiz
yapacaksınız ve lahana turşusu yemeyeceksiniz. Bu perhiz çok ağır
geldi insanlara. İslamcılığı terk ettiniz mi peki? Hayır, ben
sözlerimi İslamcılığı terk edenlere karşı söyledim. İslamcılarla
eğer aramda bir mesele varsa onların İslamcı olmayışı yüzünden.
Onlardan kopuşunuzu medyatik bir gösteriye dönüştürdüğünüz yolunda
eleştiriler oldu. Valla bunu eleştiri kabul etmek doğru değil, bu
bir tespit. Niye böyle bir gösterişe ihtiyacınız var? Gol atmak
için. Vay be! Bu ne hınç? İçimdeki kırgınlık, bu hıncın daha
üstünde. Çocuklarımın başkalarının çocukları yanında daha az
imkanlar içinde büyümelerine sebep olacak bir aralıkta yaşadım
hayatımı. Çocuklarımın hakkını yedim bir bakıma. İslami medyada
yazıp az para alarak mı? Tabii. Davama sadık kalmaktan pişman
değilim. Ama insanlar orada burada kuyruk sallarken ben belli bir
yolu yürüdüm. Hem de ayak seslerimin duyulacağı bir şekilde.