İslam rejimi, kadını bitirdi
Abone olUzun süre mücadele etti, sonunda kendisi istifa etti. Nefisi şimdi, İslam'ın kadını bitirdiğini iddia ediyor.
Azer Nefisi başörtüsü takmadığı için ders verdiği üniversiteden
kovuldu. Daha sonra Özgür İslam Üniversitesi'nde edebiyat dersleri
verdi, baskılara dayanamayınca bu kez üniversiteden kendi istifa
etti. Yedi öğrencisiyle gizlice evinde toplanıp Nabokov'un
'Lolita'sını okudu. Sekiz yıldır Washington'da yaşıyor ama İran'ı
hiç unutmadı, Tahran'da aydın bir kadın olmanın zorluklarını Tempo
Dergisi'nden Nilüfer Kas'a anlattı.
1995'in sonbaharında edebiyat dersi verdiği yedi öğrencisiyle
haftada bir gizlice evinde buluşmaya başladığında, birinin ihanet
edeceğini, ele vereceğini düşünüyordu. Zaten öğrencilerinden
Nesrin, "Son tahlilde herkesin kendi kendini ele verdiğini, kendi
İsa'sına karşı Yahuda rolünü üstlendiğini" söylediğini
hatırlatmıştı kendisine. O kadın olmanın, özellikle de totaliter
bir rejime karşı gelen İranlı bir kadın olmanın tüm zorluklarını
sonuna kadar yaşamıştı. Bir edebiyat hocası olarak İran İslam
Cumhuriyeti'nde yaşanılan hayatlara en çok uyacak edebiyat eserinin
Vladimir Nabokov'un 'Lolita'sı olduğunu söyleyen İranlı kadın yazar
Azer Nefisi, 1997'de İran'ı terk etti. İki çocuğu ve eşiyle
Washington D.C'de yaşayan Azer Nefisi, içlerinden birkaçı İslam
Cumhuriyeti'nin hapishanelerinde yatan yedi kız öğrencisiyle evinde
kurduğu edebiyat kulübünü yeni bir kitapta anlatıyor. Sokakta dini
düzenin tüm baskı ve kuralları yaşanırken, hocaları Azer Nefisi'nin
evine adım atar atmaz siyah çarşaflarından kurtulan, çay ve pasta
eşliğinde sevinçleri, düş kırıklıkları, aşkları ve hayalleriyle
apayrı âleme dalanların öyküsü "Tahran'da 'Lolita' Okumak"
kitabında samimi duygularla anlatılıyor. Agora Kitaplığı'ndan çıkan
"Tahran'da 'Lolita' Okumak"ın yazarı Azer Nefisi, Tahran'da kadın
olmanın zorluklarını, yaşadıklarından geriye kalanları Tempo ile
paylaştı.
- Bu dünyada kadın olmak zor. İran'da kadın olmak 'kadın
olmaktan' daha mı zor?
Evet, öyle. Bir bakıma İran'da kadın olmak zor, çünkü orada İranlı
kadının tüm kadınların üzerinde olması gerektiği imajını dayatan
bir kurala göre yaşarsın. Ama öte yandan, İranlı bir kadın olmak ve
İran'daki sistemin yaptırımlarına karşı direnerek rejime karşı
gelmek de oldukça heyecan vericidir. İslam Cumhuriyeti kurulmadan
önce yüz yıldan fazla bir zaman boyunca İranlı kadınlar tıpkı Türk
kadınları gibi kendi hakları uğruna mücadele ettiler. Kadınların
özgürleşmesi, İranlı kadınlar açısından, çağdaş bir ulus yaratmak
adına verilen bir iç mücadelenin parçasıydı. Eğer İranlı kadınlar
Şah yönetimi sırasında sokaklara dökülseydi, daha az değil, daha
fazla hak kazanırlardı. Bir açıdan bugünün İran'ında kadınlar hem
mağlup hem de galiptirler. Mağluplar; çünkü ideolojik rejimin
öncelikli hedefi kadınlardır. Galipler; çünkü 25 yıldan sonra ve
uygulanan tüm acımasız kanunlara ve eziyetlere rağmen, İslami
rejim, İranlı kadınları kendi istediği şekle sokmakta başarılı
olmadı. Neticede, bugün kendini tedavi etmek zorunda olan İranlı
kadınlar değil, İran'daki rejimdir.
- İran'da bir kadının mutlu olabilmesi için 'özgürlük,
ideallerine ulaşma' gibi isteklerini bir kenara itip, rejimin
yanında mı olması gerekiyor?
Hayır, kim olduğunu ve
inandığın şeyleri bir kenara iterek mutlu olamazsın. Mutluluk,
kendi ideallerine ulaşabilme özgürlüğüne sahip olma hakkıdır.
İranlı kadınların mutlu olabilmesinin tek yolu, onları tek
tipleştirmek isteyen rejimin çabalarına karşı direnmekten geçer.
Rejim sizi siyasi duruşunuzu değiştirmeye zorlayabilir, ama
gerçekte kim olduğunuzu değiştirmeye zorlayamaz.
- Sinemacılar İran'da kadın olmayı beyazperdeye 'sahibi
olmadan kimliksiz, hiçbir şeysiz olma hali' olarak yansıtıyorlar.
Bugün İranlı kadınların ne kadarı kimliksiz?
Kimliksiz
kadınlar yaratmanın İslami rejimin hedeflerinden biri olduğu doğru.
Totaliter bir rejim, çoksesliliği ve bireyselliği taçlandırmak
yerine, kendisinden farklı düşünen ve farklı hareket edenlerden
daima korkar. Tüm diğerleri üzerinde tek baskın gücün kendisi
olmasını ister. Ama bugün İranlı kadınların bir kimliklerinin
olmadığı doğru değil. Aslında, bugün İran'da en büyük
mücadelelerden biri, rejime ve onun yaptırımlarına rağmen,
kadınların kendi bireysel kimliklerini korumak adına verdikleri
kahramansı mücadeledir.
- Hatemi'ye kadar bir anlamda İranlı kadınların başına,
bedenine, düşüncesine, hatta hayatına takılı bir asma kilitten söz
edilebilir. Kırılamayan kısırdöngü bugün İranlı kadınlar için
kırıldı mı?
Hatemi Bey'le İslami rejimin onlar için
yarattığı 'kısır döngüyü' kıran İranlı kadınlar arasında pek bir
ilgi olduğunu düşünmüyorum. Bu kısır döngü, gerici yasalara ve
cezalandırma sistemine rağmen, rejimin istediklerini yerine
getirmeyi reddeden kadınlar tarafından kırıldı. Çeyrek yüzyıl
boyunca İranlı kadınlar rejimin gerici yasalarına ve yaptırımlarına
karşı durdular, rejimin misillemelerine ve tehditlerine karşın ona
itaat etmemekte direndiler. Aslında Hatemi Bey'in, başkanlık
makamını, verdiği sözleri yerine getirmeyerek hayal kırıklığına
uğrattığı İranlı kadınların oylarına borçlu olduğu bile
söylenebilir.
- Hatemi'nin kadınları hedef alan geniş özgürlük vaatleri
ne oldu? Hatemi'den beri İran'da ne değişti?
İranlı
kadınlar neredeyse yirmi beş yıldır, evlilik yaşını 18'den 9'a
düşüren, çokeşliliği ve gayri resmi nikâhı savunan, fuhuş ve
yozlaşma adı altında topladıkları suçlara ceza olarak 'taşa tutma'
uygulaması getiren gerici yasaları değiştirmek adına bir savaş
yürütüyor. Bugün her ne kadar yasalar gerçek anlamda değişmediyse
de, insanlar bu konuda daha bilinçlendi. İran kentlerinde devriye
gezen, İslami giyim ve davranış kurallarına uymayan erkek ve
kadınları avlayan korkunç ahlak müfrezeleri sokaklardan çekildi.
Erkek ve kadınlar halk arasında daha önce olduğundan daha özgürler
ve yasaları protesto ediyorlar. Ancak kadınların İslami devrim
öncesinde sahip oldukları ve devrimden bu yana yıllardır uğruna
mücadele ettikleri hakları geri kazanması için daha kat edilecek
çok yol var.
- Siz türban nedeniyle 1995'te üniversitedeki görevinizden
istifa ettiniz. Türkiye'de ise başını örtmek isteyen kadınlar
nedeniyle sıkıntı yaşanıyor. Bu zıt durumu nasıl
değerlendiriyorsunuz?
Üniversitedeki görevimden istifa etmemin nedeni, kadınların devlet
tarafından herhangi bir şekilde giyinmeye zorlanmaması gereğine
olan inancımdı. Devletin, vatandaşlarına Tanrı’yla aralarında nasıl
bir ilişki kuracaklarını söylememesi ve bu ilişkiye karışmaması
gerektiğini düşündüğüm için ayrıldım. Peçe takma ya da takmama
sorunu, kişilerin özel hayat alanları içinde kalmalı, siyasi
yöneticilerin takdirinde olmamalı. İran’da peçe sorunu dini değil,
siyasi bir sorundur. Mesele, kadınların peçeyle örtünüp örtünmemesi
değil, bunun kararının kendileri tarafından verilmesi
gerektiğidir.
- Evinizde edebiyat toplantılarına başladığınızda, 'ele
verilmek' konusunda endişe duymuşsunuz. En azından bir öğrencinin
sizi ele vereceğini düşünmüşsünüz. Bir taraftan korku, diğer
taraftan idealler... İran'da aydın kadınların içinde bulundukları
durum genelde bu mu?
Eğer, sizin en özel
faaliyetlerinize dahi karışan ve onları düzenleyen bir sisteme göre
yaşıyorsanız, korku olmadan yaşamanız mümkün değildir. Ama sanırım
enteresan olan, korkular ve idealler arasında süregelen bu kavgada,
çoğu İranlı kadının ideallerin tarafını tutmuş olmasıdır. Onların
korkuları, okumayı istedikleri şeyleri okumalarına, âşık
olmalarına, istedikleri gibi giyinmelerine, müzik dinlemelerine
engel olmadı, kısacası cezalandırılmaktan korktukları için
bireyselliklerini rejime feda etmediler. Bu nedenle uzun vadede,
halkın değil, totaliter devletin yenileceğini düşünüyorum.
- Tahran'da en çok yapmak istediğiniz ama yapamadığınız şey
nedir?
İran'da bir kadın olarak, toplum içindeki
giyiminizi ya da tavırlarınızı siz seçemezsiniz, bir öğretmen
olarak, öğrencilerinizle nasıl bir ilişki kurduğunuz ya da ne
öğrettiğiniz dönem dönem kontrol edilmek zorundadır. Bir yazar
olarak, en derin düşüncelerinizi ve arzularınızı asla dile
getiremezsiniz ve bir insan olarak, en basit insan haklarından
yoksunsundur. Ve aslında olduğun gibi bir öğretmen, kadın, yazar ve
insan gibi davranmak istersin. İslami rejimin benden varolma
hakkımı aldığını düşünüyorum. Bir kadın olarak, Tahran sokaklarında
salınan saçlarımdaki rüzgârı ve tenime değen güneşi hissederek
dolaşabilmek isterdim. Bir yazar olarak 'Lolita' ya da herhangi bir
diğer kitabı özgürce ve akademik atmosfer içinde öğretebilmek
isterdim. Bir yazar olarak, en özel duygularımı ve ülkeme dair
fikirlerimi açıkça yazabilmek isterdim ve bir insan olarak,
insanmışım gibi davranılma hakkına sahip olabilmeyi arzulardım.
- Toplantılarınızı yaptığınız ev bir anlamda siz ve
öğrencilerinizin başkaldırı mekânı olmuş. Başkaldırınız totaliter
rejime mi, yoksa size ters gelen her şeye karşı mı?
İsyanımız, totaliter düşünce biçimine karşıydı. Totaliter rejim
kurbanlarının kendileri bile acımasız olmaya karşı bağışıklı
değillerdir. Kavgamız siyasi değil, varoluşçu bir kavgaydı,
bireysel haklar olmaksızın siyasi bir özgürlüğün varolamayacağını
düşünüyorduk. Süregelen rejime karşı siyasi bir muhalefet grubu
kurmadık, sadece kendimiz olmayı seçmek, baş kaldırmak için
yeterliydi.
- İslam Cumhuriyeti'nde öğretmenlik yapmak politikaya boyun
eğmeyi mi gerektiriyor? Siz mi onları anlamakta zorlandınız, yoksa
sizi anlamayan onlar mıydı?
Hayır, sanırım totaliter
bir rejim sizin her zaman politikayla haşır neşir olmanızı ister,
ama demokrasi, bireylerin ve politika gibi farklı sosyal alanların
birbirlerine bağlı olmalarına rağmen, aynı zamanda birbirlerinden
bağımsız olmaları gerektiği anlamına gelir. Sadece iyi bir öğretmen
olmak istedim, ama rejim, bir öğretmen olarak öğrettiğim her şeye
ve yaptığım her harekete karıştığı için, politikayı hiç
düşünmeksizin öğretmek çok zor oldu. Yine de gerekli olduğunu,
öğrencilerim için iyi olduğunu ve İslami rejimle ters düşmeyeceğini
düşündüğüm her şeyi öğretmeye çalıştım.
- "Ben İran'ı terk ettim ama İran beni terk etmedi"
sözlerinizle ülkenizle gönül bağınızı koparamadığınızı mı anlatmak
istiyorsunuz?
Kalbimi de kapsayan bir bölümüm her
zaman kendi ülkemde kalacak. Ayrıca, bir yerde yaşamak için ille de
fiziksel olarak oranın içinde olmanızın gerekmediğini söylemek
isterim. Bazen içinde yaşadığınız yer sizin bir parçanız olur,
çünkü kalbinizde ve aklınızda bir yeri vardır. Bazen de kendinizi
yaşadığınız yere ait hissetmezsiniz ve kalbinizle aklınızı başka
yerlere göndererek orayı unutmaya çalışırsınız. Şu anda yaşadığım
yeri seviyorum ve orada mutluyum ama bu, doğduğum yeri unuttuğum
anlamına gelmez. Hafızamda İran'ı yeniden canlandırıyor ve o
hayalin içinde yaşıyorum. Hayalimdeki İran ve anılarım, kalıcılığı
ve ölümsüzlüğü garanti eden iki şey.
- Geride bıraktığınız yedi ayrı insan ve yedi ayrı hayata,
perşembe toplantılarınız, Nabokov, Henry James, Jane Austen ne
kattı?
Bu yazarlar, öğrencilerimin ufuklarını açtılar,
onlardan alınan gerçeklik potansiyelini yeniden ortaya çıkardılar.
Hikâyeler okumamızın nedeni bu değil midir; yerleşik görenek ve
alışkanlıkların peçesi ardına gizlenmiş alternatif dünyaya kabul
görmek? İnsani ve bireysel değerlerin elden alındığı bir yerde,
bireyler bu değeri ve bütünlüğü, insanoğlunun en yüksek
başarılarından yardım alarak yeniden inşa ederler ve edebiyatın
insan hayatında bu kadar merkezi olmasının nedeni budur. Edebiyat,
hayatın, bireysel insan hayatının değerliliğinin ve biricikliğinin
kutlamasıdır. Okuduğumuz yazarlar hep bunu kutlamıştır, bizi her
sıradan hayatın sıra dışı olduğuna, özgürlük ve iradenin,
yaşamımızı sürdürebilmemiz için ekmek ve su kadar gerekli olduğuna
inandırmışlardır.
- Geriye dönüp baktığınızda, edebiyat toplantılarınızda
yapmak istediğiniz ancak yapamadığınız şeyler var mı?
Öğrencilerime, onların yaşlarındayken sahip olduğum fırsatları
sağlayabilmeyi isterdim. Gençliklerinden çalınan yılları onlara
geri verebilmeyi isterdim. Vladimir Nabokov'un bir sözüyle
noktalamak isterim: "Okurlar özgür doğmuşlardır ve özgür
kalmalıdırlar!" Yazarları ve onların başyapıtlarını anmışken,
istedikleri şeyleri okuma ve sahip olmayı diledikleri hayat
biçiminin hayalini kurma özgürlüğüne sahip milyonlarca okuru
hatırlatmama izin verin. Okurlar olmazsa edebiyatın en büyük
başyapıtları solarak ölecektir.