İslam dünyası diye bir dünya yok!
Abone ol'Ladin'den nefret ediyorum' diyen Fethullah Gülen, İslam Dünyası diye bir dünya olduğunu reddediyor..
Nuriye Akman'ın Zaman'da yayınlanan Fethullah Gülen söyleşisinin
ikinci bölümü: Hakiki bir Müslüman’ın terörist olması düşünülemez.
Din, hedefe ulaşmak için insan öldürmeye cevaz vermez. El-Kaide
örgütünün Türkiye ayağı olduğu ortaya çıktı. İşin dinî yönünü
anlattınız. Bunun başka anlamları da var mı? Dünyada en nefret
ettiğim insanlardan bir tanesi Bin Ladin’dir. Çünkü Müslümanlığın
dırahşan (aydınlık) çehresini kirletmiştir. Bir kirli imaj meydana
getirmiştir. O korkunç tahribatı bundan sonra biz bütün gücümüzle
tamire kalkışsak bile seneler ister. Her yerde değişik
platformlarda anlatacağız. Kitaplar yazacağız. Müslümanlık bu
değildir diyeceğiz. Bin Ladin, hissini, hevesini İslamî mantık
yerine koymuş, canavarlık yapıyor. Etrafındaki adamlar da öyledir.
Türkiye’de öyle düşünen insanlar varsa onlar da canavarlığa
kilitlenmiş insanlardır. O mülahazayı lanetleriz. Fakat bunun önünü
almanın yolu Müslüman görünen dünyada -ki bir İslam dünyası
olduğunu kabul etmediğimi beyan etmiştim. Müslümanların yaşadığı
ülkeler vardır- müslümanların problemlerini çözmesidir. Kendilerini
idare edecek insanları seçerken daha farklı şeyler mi düşünürler?
Reformlar mı yaparlar? İyi nesillerin yetişmesi için Müslümanlar
problemlerini çözmeli. Sadece terör mevzuunda değil, o Allah’ın bir
belası. Uyuşturucu da, sigara da Allah’ın başka bir belası. Tefrika
bir başka belası. Milletin birbirini yemesi başka bir belası.
Fakirlikten kurtulamama ayrı bir belası. Başkaları tarafından hep
zillet içinde idare edilme, idare edilmeye katlanma, hep ezilme
başka bir belası. Akif’in ifade ettiği gibi her yerde tegallübler,
tehakkümler, esaretler, mezelletler, türlü illetler, türlü
ibtilalar... Bunların hepsi hususiyle başta milletimize musallat
olmuş Allah’ın belasıdır. Bunlardan sıyrılmanın yolu da bence doğru
dürüst insan olmaya bağlıdır. Doğru dürüst insan olma da Allah’a
kulluktan geçer. Bu terör yanlısı insanlar Müslüman ailelerde,
gözümüzün önünde büyüdüler. Biz onları Müslüman sandık. Onlar nasıl
bir süreç geçirdiler de terörist oldular? Hepimiz suçlu değil
miyiz? Bizim suçumuz. Milletin suçu. Eğitimin suçu. Hakiki
Müslüman’ın, İslamiyet’i dört bir yanıyla anlamış bir insanın
terörist olması düşünülemez. Teröre girmiş bir insanın Müslüman
olarak kalması zordur. Hedefe ulaşmak için insan öldürmeyi din
tecviz etmez. Tabii onların mükemmel yetiştirilmesi mevzuunda hangi
gayretleri ortaya koyduk ki? Hangi bağlayıcı unsurlarla onların
ellerini ve kollarını bağladık ki? Hangi sorumluluk duygusu altında
onları yetiştirdik ki onlar terör yapmasın diye bekliyoruz. Eğer
İslamî değerlere bağlılık içinde Allah korkusuyla, ahiret
korkusuyla, dinin emirlerine muhalefet etme korkusuyla insanlar
terör yapmayacaklarsa o mevzuda biz gerekli olan hassasiyeti ortaya
koymadık. Şimdi bile kenarından köşesinden belki o meseleyi işleyen
bazı yol ve yöntemler var. Onları da tıkamaya çalışıyoruz. Olmasın
diyoruz. Yani bir kültür ve ahlak dersi olmasın diyoruz. Eğitim
müesseselerinden kalksın diyoruz. Biz diyoruz ki hayat için lazım
olan her şey mektepte verilmeli. Sağlık bilgisi de verilmeli.
Doktorlar o dersi vermeli diyorum ben. Hayatla alakalı, yuvayla
alakalı dersler orada iyi verilmeli. Eşler arasındaki münasebetler
iyi verilmeli. Çocuk yetiştirme mevzuu çok iyi verilmeli. Mesele
sadece o değil ki. Türkiye, Müslüman görünen dünya uyuşturucu ile
kıvranıyor, kumarla kıvranıyor, hortumlamayla kıvranıyor.
Türkiye’de hırsızlık yapmayan insan kalmadı neredeyse. Ulaşılabilen
yerlere ulaşıldı. Ama ulaşılamayan yerler var ki,
sorgulayamıyorsunuz. Onlara hesap soramıyorsunuz. Dolayısıyla
kapatılıyor, örtbas ediliyor ve gidiliyor. Bütün bunlar bizim
içimizde yetişen insanlardır. Hepsi bizim çocuklarımızdır. Nasıl
oldu da bazıları bunları kabadayı gibi yetiştirdi? Nasıl oldu da
bazıları kaba kuvvetin temsilcisi gibi yetişti? Nasıl oldu da
bazıları insani değerlere karşı isyan etti? Nasıl oldu da kendi
milletinin başına gelip bomba gibi patladılar? Bunların hepsi bizde
yetişti. Demek ki eğitimde bir şey vardı. Demek ki sistemin
sorgulanacak yanları, eksiklikleri vardı. Bunun giderilmesi
lazımdı. Demek ki insan yetiştirme birinci planda ele alınmış bir
mevzu değildi. Ve bu arada heder olup giden harap olan nesiller
oldu. Tatmin edilmeyen gençler, maneviyattan mahrum gençler oldu.
Birileri bunlara üç beş kuruş verdi. Veyahut da robotlaştırdı. İlaç
verdiler. Şimdilerde o da konuşuluyor. Mecmualarda çıkıyor. Onları
şuursuz hale getirdiler. Bunları mefkure diye, gaye diye bu türlü
caniliklere saldılar ve insan öldürttüler. Onlarla bir yere varmak
istediler. Bir arkadaşımız İsrail’e gitmişti. Biraz Filistin’de de
kaldı. Bana çok enteresan bir şey anlattı. Orada doktora yapan çok
akıllı bir arkadaş. “Beş altı ay kaldım İsrail’de. Bir barış
organizasyonunun yönetim kuruluna girmem için bana teklifte
bulundular.” dedi. Kim teklif etmiş? “İsrailliler tarafından teklif
edildim.” diyor. “Orada bir Filistinli mani oldu buna. Gördüm ki o
Filistinli bir silah tüccarı. Bu kavganın devamını istiyor. Alış
verişi var o işte. Belki başa yakın çok insanlar da aynı şeyi
düşünüyorlar.” dedi. Dolayısıyla birileri bu türlü hadiseleri hep
canlı tutmak suretiyle bir yere varmak istiyor. Bu insanlar
robotlaştırılıyor. İstanbul’da da aynı şeyin olduğu söylenebilir
kanaat-i acizanemce. Terörist saldırıları yapanlar aklı başında
inanmış, camiden çıkmış o işi yapmış insanlar değil. Dini bilgisi
zayıftır. Bir hocası ve piri vardır, “falan öldürülsün.” demiştir.
Türkiye’de az insan öldürülmedi ki. O grup onu öldürttü, öbür grup
diğerini. 12 Mart’ta da millet kanlı bıçaklıydı. Asker geldi
müdahale etti. 12 Eylül’de yine millet kanlı bıçaklıydı. Millet
birbirini öldürüyordu. Birbirini öldürerek bir yere varmaya
çalışılıyordu. Bunların hepsi teröristti. O taraf da teröristti, bu
taraf da. Ama ad koyuyorlardı. Biri diyor ki: “Ben Müslümanlık için
yapıyorum.” Öbürü de diyor ki: “Ben toprağım için, milletim için
yapıyorum.” Diğeri de diyordu ki: “Ben kapitalizme, sömürüye karşı
savaşıyorum.” Onların hepsi bir kısım laflardı. Kur’an-ı Kerim
aynen “laf” diyor. Hiçbir kıymet-i harbiyesi olmayan şeylerdi. Ama
öldüren öldürene. Ve herkes bir mefkure uğruna öldürüyordu. O
yıkılası mefkure uğruna niceleri öldürüldü. “Bu kaldırılsın.”
diyordu baştaki birisi, onun vücudu kaldırılıyordu. Falan da
kaldırılsın diyordu, filan da. Belki sizler için de bizler için de
bu türlü takdirler vardı; ama kader o mevzuda fetva vermediği için
olmamıştır. Açıktan açığa benim elime geçen bir şey de vardı:
“Kaldırılması lazım onun da” deniliyordu. Bütün bunların hepsi
terördü. Sadece Müslüman yapmıyordu, herkes yapıyordu. Herkes yapa
yapa bu işi yapılır hale getirdiler. Me’luf hale getirdiler.
Herkesi alıştırdılar. Benim çok kıymetli bir arkadaşım bir yılanın
belini kırdı. Vaizdi bir yerde. İlahiyat mezunu. Bir ay konuşmadım
onunla. “Yılanın yaşama hakkı vardı tabiatta. Sen ne hakla belini
kırdın?” dedim. Fakat öyle bir hale getirdiler ki on insanın, yirmi
insan öldürüldüğü bir yerde, artık bakıyorduk, şimdiye kadar
alışabildiğimiz rakamlara varmamışsa, “İyi çok fazla ölmemiş”
diyorduk. Bizde de bu vahşet duygusu kabullenildi. “Yirmi insanla
otuz insanla kurtulmuşuz.” diyoruz. Yani toplumu bu hale
getirdiler. Bu meseleleri önleyecek eğitimdi. Bu meseleleri
engelleyecek devletin çıkaracağı kanunlar ve kurallardı. Ve şu anda
da çok küçük şeylere karşı tepki gösteren müdahale etmek isteyen
bazı kesimler biraz da o tekvinî zırhtan dolayı kendilerine
müdahale edilemediği için belki çok küçük meseleleri büyütüyorlar.
Pireyi büyütüyorlar, deveyi küçük gösteriyorlar. Bu işin bir çaresi
var. Çaresi doğrunun öğretilmesi. Müslüman’ın terörist olamayacağı
anlatılmalı. Neden anlatılmalı? “Femen ya’mel miskale zerretin
hayran yerah ve men ya’mel miskale zerretin şerran yerah.” (Zerre
ağırlığınca hayır yapan onu bulur. Zerre ağırlığınca şer yapan da
onu bulur. Zilzal Suresi 7. ve 8. ayetler) Atom ağırlığında bir şer
yapmışsan hesabını vereceksin. Bir insanı öldürmenin bütün
insanları öldürme gibi olduğunu Kur’an-ı Kerim söylüyor. İbn-i
Abbas insan öldürenin ebediyyen cehennemde kalacağını söylüyor. Bu
hüküm kâfirler için söz konusudur. Demek ki insan öldüren, kâfirin
maruz kalacağı aynı şeye maruz kalıyor. Yani ateist, Allah’ı,
peygamberi kabul etmeyen insan ne ise, insan öldüren de onunla
eşdeğerdir. Şimdi dinin temel esprisi buysa o zaman bunun eğitimle
verilmesi lazım. Onu vermiyorlar. Müslümanlıkta olduğu kadar başka
yerde özeleştiri yok 11 Eylül’den sonra Müslümanların komplo
teorilerine biraz daha yatkın olduğunu gördük. Hep mi ‘ötekiler’
suçlu? Hep mi onlar bizim ‘kötü’ olmamızı istiyorlar? İslamî
kesimde bir özeleştiri kültürü niye yok? Şimdi “Müslümanlıkta
özeleştiri kültürü yok” ibaresini tashih etmek lazım. Müslümanlıkta
özeleştiri vardır. Vahiy ile müeyyed olmayan her şey Müslümanlar
arasında sorgulanmıştır. Ben Müslümanlıkta olduğu kadar başka bir
yerde özeleştiri zannetmiyorum bulunsun. Mesela Hz. Ömer gibi bir
halife İslam’ı temsil ediyor. Minberde hutbe irad ederken bir kadın
itiraz ediyor. “Bunu yanlış söyledin. Bu meselenin doğrusu budur”
diyor. Bir yerde bir ordu komutanı bana şunu yaptılar falan diyor.
Hiç tanınmadık bilinmedik bir nefer eğri kılıcına dayanarak diyor
ki: “Komutanım senin yaptığın bu şey isyandır. Eğer doğru olmazsan
sana şöyle yaparız.” Fukahanın, kelamcıların kendi aralarında
İslamî meseleleri alıp vermeleri, münazara ve münakaşa yapmaları o
kadar yaygındır ki bu kitaplar dolusudur. Herkes birbirini
eleştirmiştir Müslümanlıkta. Ve bu eleştiriler belli ölçüde
hoşgörüyle karşılanmıştır. Mesela Gazali bir tahafüt
(felsefecilerin tutarsızlıklarını eleştiren yazı) yazmış. Sonra bir
başkası buna eğri büğrü bir cevap yazmış. Ve o dönemde bir İslam
devleti vardır. Bu insanı cezalandırabilirlerdi. Fakat bir şey
dememişler. O insan da yaşamış. Elli türlü düşünce vardır. Ama
bugün yok? O zaman meseleyi Müslümanlıkta değil de bugün
Müslümanlığı okumayan, bilmeyen veya yanlış yorumlayan kimselerde
aramalıyız şeklinde düzeltmek daha doğru olur. YARIN: Hükümet ve AB
hakkında ne düşünüyor?