İşkencede doğum günü partisi
Abone ol18. doğum günü unutulmaz: Böylesi ise hiç... Çırılçıplak, 12 Eylül döneminde bir parti...
12 Eylül 1980... Bu tarih yaşamlarda derin izler bıraktı. O gün
tank sesleri ile uyananlar için hiç bir şey eskisi gibi olmadı.
Tıpkı 17'sinde, 12 Eylül'e uyanan Sami Dündar gibi... "Rüştümü
ispat etmeme 2 ay kalmıştı. Artık 18 yaşıma girecek ve “ben”
olacaktım." Ama hiç biri olmadı... Çünkü darbe olmuştu.
"Her şeyin bittiği yerden" kitabının yazarı Sami Dündar, 12 Eylül
'ün yıldönümünde 18. yaş gününü yazdı. 12 Eylül 1980'de lise
öğrencisi olan Sami Dündar, 18. doğum gününü nasıl kutlayacağının
planlarını yaparken gözaltına alınır ve hayatında derin izler
bırakan o doğum gününü yaşar... İşte Sami Dündar'ın kaleminden
O gün;
"Muradiye işkencehanesi diye bilinen bir eski köşkün içinde
gözlerim ve ellerim bağlı, çırılçıplak, uyumama dahi müsaade
edilmeden işkence görüyordum. Falaka ve ceyran temel metotlarıydı.
Tam o sırada aklıma doğum günüm geldi. “Acaba” diye düşündüm “şu
anda hangi gündeyiz? Ayın kaçıdır? Ben on sekiz olmuş muyumdur?”
“Bu gün ayın kaçı?” dedim bir çırpıda… “Napacaksın ulan ayın kaçı
olduğunu, komünist pezevenk” dedi ince sesli olan işkenceci. “Hiiç”
dedim “şu sıralarda doğum günüm olacaktı da, acaba oldu mu? Geçti
mi? Merak ettim” deyiverdim bir anda…
“On gündür buradasın, seni altısında almıştık, yani bugün on altısı
ayın” dedi şiveli konuşan işkenceci. O gün benim doğum günümdü. Ne
hayallerim vardı… “Bak, şimdi nerdeyim?” dedim içimden. Plan bu
değildi. Bu olmamalıydı. On sekizime girdiğim yere bak. Başlayacak
zannettiğim yeni hayatımın finalindeydim. Bilseydim kutlama filan
planlamazdım.
“Bugün benim doğum günüm, on dakika da olsa işkence yapmayın da
kendimce bir on sekizime gireyim” diye bağırdım aniden… Sessizlik
oldu… Kendi aralarında fısıldamaya başladılar. Duyamıyordum ne
dediklerini. Nihayet ince sesli olan işkenceci “Yürü gidiyoruz”
diyerek beni yerden kaldırmaya çalıştı. Diğerlerinin de yardımıyla
ellerim arkadan bağlıyken kollarıma girerek beni sürüklemeye
başladılar. Nereye götürüldüğümü anlayamıyordum ama sanrım dışarıya
çıkartıyorlardı… İşte şimdi ayvayı yemiştim. Sıra bana gelmişti
demek ki. Minibüsü ıssız bir yere çekecekler ve sırtımdan
vuracaklardı. On sekizime ve mezara aynı anda girecektim. Keşke
doğum günüm demeseydim. Hiç değilse birkaç gün sonra ölürdüm.
Ekip otosu aniden durdu. Kapı açıldı ve bir-iki işkenceci indi.
Beni de indirecekler diye bekliyordum ama yanımdaki işkencecimde
bir hareket yoktu. Dışarıdan poğaça kokuları geliyordu. Fırın gibi
bir şeyin yakınındaydık herhalde. Birden bire ince sesli
işkencecinin sesi çınladı. “Al ulan komünist, taze ekmek, doğum
günü hediyen. Bizde insanlık ölmedi, ye de zıkkımlan” diyerek
çıplak bacaklarımın üzerine ateş gibi sımsıcak bir somun ekmek
fırlattı. Şaşkındım. On gündür sadece su veriyorlardı, hiçbir şey
yememiştim. Gözlerim bağlı, ellerim arkadan kelepçeli, çırılçıplak
bir durumda, eğilerek kucağımı yakan ekmeği dişlemeye başladım. İlk
kopardığım parça epeyce büyüktü. Ağzım yanıyordu. Çiğneyemeden
yutuverdim lokmayı. Mideme inen ateş topu bir anda dayanılmaz bir
ağrıya dönüşüverdi. Beynimden ateşler çıktığını hatırlıyorum en
son…
Kendime geldiğimde tek başıma, hücremde, yerdeydim.
On sekizime girmiştim artık…
Kaynak: www.haberposta.com