İsimler kurgu yaşananlar gerçek
Abone olTerör can yakıyor, psikoloji bozuyor. Çeyrek yüzyıla dayanan bela geride hazin hikaleyer bırakıyor.
Şehitlerin dramatik hikayeleri ve çatışma anları zihinleri allak
bullak ediyor. Kınalı kuzuların hazin sonu içimizi acıtıyor.
Genecik fidanlar uzanıyor kara toprağa.. Hayalleri umutları
sönüveriyor ıssız sarp kayalıklarda..
Daah kötü olan ise ihmalin umursamazlığın verdiği acı.. Barakan
bozma karakolda ölümle burun buruna yaşayanların haliydi. Anaların
kuzularına titrediği bu yavrulara devlet adam gibi bir karokulu çok
görmüştü. İşte bu konuya parmak basan Zaman yazarı Mehmet Kamış
çarpıcı ve bir o kadar duygusal yazısı kaleme aldı.
"(...)Mehmet doğduğunda Türkiye, 1987 yılını yaşıyordu ve Turgut
Özal ikinci kere başbakan seçilmişti. O doğduğu zaman herkes
seçimleri, oyları, hükümetin kurulmasını konuştuğu için evin
büyükleri "Bu çocuk büyüdüğünde herhalde hükümet adamı olacak.''
demişlerdi.
Annesinin Eruh'ta şehit olan dayısının oğluna çok üzülmesi onu bir
ay erken getirmişti dünyaya. Bir ay erken doğmanın çok riskli
olduğunu bilemiyordu tabiî ki. Soluk alıp vermekte zorlanıyor, bu
nedenle hayatının ilk günlerinin neredeyse tamamını hastanede
geçiriyordu. Herkes onun yaşaması için çok uğraştı, soluk
problemine bir de gaz sancıları eklenince, annesinin, babasının,
babaannesinin, geceleriyle gündüzleri birbirine karışmıştı. Zaten
annesi, hamilelik alerjisi yüzünden aylarca çok büyük sıkıntılar
çekmiş, bütün vücudu kaşıntıdan kaynaklanan yaralar içinde
kalmıştı. Eyüp Peygamber'in (as) yaraları gibi bütün vücudunu
kaplayan yaralara sebep olmuştu hamile kalması. Ama buna değdiğini
düşünüyordu. Bebeğin erkek olması, Saliha gelini çok ama çok mutlu
etmişti. Bu, çektiği bütün sıkıntıları göğüs gerilebilir hale
getirmişti.
Büyükleri çocuğun gürbüz olabilmesi için en az iki yıl emzirmek
gerektiğini söylemişlerdi; ama sütü kesildiği için ancak 13 ay
emzirebilmişti. Bir de erken doğmasından kaynaklanan problemler
nedeniyle iyi gelişmediğini, zayıf kaldığını düşünüyordu Saliha
gelin. Birisi, "Sabah namazında ballı süt içirirsen gelişir, gürbüz
bir çocuk olur." demişti. Bu söz üzerine her gün taze süt bulup
oğluna içirmeye başladı. Bunun için her gün iki kilometre uzaklıkta
taze süt satan bir kadının evine yürüyor, sütü alıp dönüyordu. Tam
dokuz yıl neredeyse her gün o yolu yürüyüp süt aldı kadından. Ve
gün doğmadan bal ile karıştırıp Mehmet'e içirdi. Her geçen gün
geliştiğini, sağlığına kavuştuğunu gördükçe mutlu oldu. Teşekkür
etti Allah'a. Geceleri defalarca uyanır, oğlunu seyreder üzerini
açıp açmadığına bakardı. Terlemiş mi diye mutlaka sırtını kontrol
eder, eğer terlemişse bütün üzerini değiştirirdi. Mehmet'in bundan
hiç haberi bile olmadı.
1992 yılında Aktütün Karakolu'na yapılan baskında 22 askerin şehit
edilişini de oğluna süt almak için dışarı çıkmaya hazırlanırken
öğrenmişti. Altı yıl önce şehit olan dayısının oğlu aklına geldi.
Canı fena halde acıdı. Mehmet, o esnada ablasıyla boğuşuyordu ve ne
olduğunu bilecek yaşta değildi, sadece annesinin bir şeye çok
üzülmesi dikkatini çekmişti. 1993 yılında da kötü bir rüya görmüş
ama kimselere anlatmamıştı. Sıkıntıyla uyanır uyanmaz oğlunun
yanına gitmiş ve ona dualar okumuştu. Terleyip terlemediğine baktı,
saçlarını okşadı, üzerini örttü. Gün doğduktan sonra 33 ana kuzusu
askerin kurbanlık koyunlar gibi şehit edildiği kara haberi yayıldı
bütün Türkiye'ye. Bir otobüsle silahsız olarak sevk edilen 33 asker
arabadan indirilmiş ve kurşun yağmuruna tutulmuştu. Yüreğindeki
sıkıntının sebebinin bu olduğuna hükmetti. Kötü rüyadan 15 yıl
sonra, oğlunun şehit haberini almadan önce de böyle bir yürek
sıkıntısı basmıştı onu. Yüreği dışarı fırlayacak gibi kasılmış,
kasılmış, kasılmıştı. Haberi aldığında da bir daha hiç yerine
gelmeyecek şekilde fırlamış gitmişti zaten.
Mehmet, 21 yıl önce yine bir şehit haberi yüzünden erken doğmuş, 21
yıl sonra hiçbir şey değişmeden annesinin dayı oğlu gibi şehit
olmuştu. Parasızlık yüzünden değiştirilmemiş, muhkem hale
getirilmemiş, can güvenliği sağlanmamış ve kimsenin umuru olmamış
bir yerde, devlet büyüklerinin gözünde duvar kadar değeri olmayan
canını teslim etmişti. Başkasının hayatı çok ucuzdu zaten. Hele
Türkiye'de insan hayatından daha ucuz ne vardı ki? Iğsız Paşa,
askerin can güvenliğini sağlayacak para bulamamıştı.
NOT: Yazıda geçen kahramanların isimleri kurgusal; ama yaşananların
tamamı gerçektir.