Işık ışık, Sadri Alışık!
Abone olBir televizyon programı için Zincirlikuyu Mezarlığı'na giderken Sadri Alışık'tan da söz etmeyi kafama koymuştum.
Sanatçının, üstünde şapka resmi bulunan mezar taşına
geldiğimizde akşam olmuştu çoktan. Çekime başladığımızda kameraman,
''Abi, ışık yetersiz'' deyince parlak bir fikir geldi aklıma: Biraz
daha bekleyecek, hava iyice karardığında, arabamın farlarını Sadri
Alışık'ın mezar taşına tutarak açıp kapayacaktım. Böylece,
yaşantısı sahne ve set ışıkları altında geçen sevgili ''Turist
Ömer''imizi anmış olacaktık. Nâzım Hikmet 'i, Kürtler için şiir
yazmadı diye eleştirenler var. Böyle düşünenler ''Kürt'' sözcüğünü
bir ırk olarak ele alıyorlarsa şairin ''Sayın halkları bütün
ırkların'' dizesiyle başladığı ''Orası'' adlı şiirindeki şu dize
hoşlarına gidecektir: ''Abhazlısı, Hintlisi, Kürdü, Fransızı''.
Edebiyat adına yapılacak yanlış eleştirilerden biri de sosyalist
düşüncedeki bir şairi, bir halkın, ''Bizim için şiir yazmadı'' diye
suçlaması, dışlamasıdır. Nâzım Hikmet, yazdığı şiirlerden dolayı
suçlanmış ve düşünceleri yüzünden hapis bile yatmıştır. Geride
bıraktığımız yüzyılın sonlarında hortlayan milliyetçilik, sosyalist
Nâzım Hikmet'i, yazmadığı şiirlerden dolayı da suçlu bulmaktadır!
Emperyalizmin ''kırmızı çizgi'' politikasıyla sömürdüğü coğrafyaya
çöreklendiği bir dönemde, sınırsız, sınıfsız bir dünya özlemindeki
Nâzım Hikmet de payına düşeni alacaktır elbette!.. Benim ise Nâzım
Hikmet'in şiirinde asla bir eksiklik olarak düşünmeden merak
ettiğim, bir ucundan öbür ucuna Galata Köprüsü'ne neden
rastlamadığımızdır? Tarihi köprünün şairin hayatında önemli bir
yeri vardı; Nâzım Hikmet'in, köprü üstünde Aydınlık gazetesi
sattığı söylenir; annesi Celile Hanım da hapisteki oğlunun serbest
bırakılması için Galata Köprüsü'nde bir dilekçeyi imzaya açmıştır.
İstanbul'a gelen her şair, ressam ya da gezgin, kentle ilgili
yazılarında köprünün kalabalığına, her milletten insanla dolu
olduğuna değinmiştir. Burası, tam da Nâzım Hikmet'in ''insan
manzaraları'' na uygun bir mekânken, şair ona yalnızca şu dizesinde
yer verir: ''Köprüden, emanetçi Nuri Efendiye verip / bir servi
sandık yollasa bana memleketim İstanbul, / bir gelin sandığı.''
Galata Köprüsü'nde Nuri Efendi adında bir emanetçi olduğunu Nâzım
Hikmet'ten öğreniriz. Sermet Muhtar Alus da 1938 yılında, Akşam
gazetesinde yayımladığı bir yazısında, köprüdeki Şekerci İsmail Ağa
'nın en güvenirli emanetçi olduğunu yazar. Köprü üstünde satılan
oyuncaklar Köprü üstünde seyyar oyuncak satıcılarıyla karşılaşmak
hiç de sürpriz değildir. Galata Köprüsü, kuruldu kurulalı
İstanbul'un oyuncak satılan bir mekânıdır. Sermet Muhtar Alus, 20
Ekim 1946 tarihli Akşam gazetesinde köprüde satılan bir oyuncağı
tanıtır bizlere: ''Renk renk boyalı, ince uzun tenekeden, üstündeki
ıvır zıvırı ileri geri çekince bülbül gibi öten bir düdük.''
Alus'un yazılarında, zaman içinde sanata dönüşen bir oyuncağa da
tanık oluruz; bu oyuncak, sinemadan başka bir şey değildir: ''Şunu
da unutmayalım. O vakitler Beyoğlu'ndaki 'Bonmarşe' , 'Pazar Alman'
ın oyuncak dairelerinde, üstüvane biçiminde, yanları delikli
delikli mukavva kutular da satılırdı. İçlerine çepeçevre, iki
parmak eninde, resimli kâğıtlar konur, kutu mihveri etrafında
döndürülüp deliklerinden bakılırdı.'' Yazarın sözünü ettiği,
''Motoskop'' olarak bilinen eğlenceli kutunun deliklerinden
bakıldığında koşan bir at, ip atlayan bir çocuk ya da takla atan
bir palyaço gibi, hep aynı hareketi tekrar eden figürler görülürdü.
'... ve canlı fotoğraf başladı' Sermet Muhtar Alus, babasıyla
birlikte gittiği ilk film gösterisini bizlere anlatırken
izleyicinin tepkisini aktarmak için bir oyuncağa başvurur:
''Nihayet beyazperde aydınlandı; gürültü, patırdı, ağız kalabalığı
kesildi ve canlı fotoğraf başladı. Paradinin ara yerine kurulmuş
tahta bölmeden öyle bir patırdı çuturdu ki, tıpkı Eyüp
oyuncaklarının kocakarı zırıltısı.'' Sinema tarihimizi
incelediğimizde, Eyüp oyuncaklarını ''Efkârlı Sosyetede'' adlı
filmin siyah beyaz karelerinde görürüz. Filmin başrol oyuncusu, üç
tekerlekli arabasıyla İstanbul sokaklarında gezinirken bağırır:
''Haydi, Eyüp oyuncakları burdaaa!..'' Sadri Alışık 'tır, Eyüp
oyuncaklarını satan. Ünlü sinema oyuncusunun ''Bir Ömürlük
İstanbul'' adlı şiir kitabının sayfaları arasında da aynı sahne
çıkar karşımıza: Paşabahçe Beykoz haykırıyorum Ezanlar yankılanıyor
kulaklarımda Eyüp oyuncakları satıyor birileri Ötelerde çocuklara
Alışık'ın adı yine ışıklar altındaydı Zincirlikuyu Mezarlığı'nın
sakinlerindendir Sadri Alışık. Bir televizyon programı için
tarihini anlatmak amacıyla bu mezarlığa giderken Sadri Alışık'tan
da söz etmeyi kafama koymuştum. Alışık'ın, üstünde şapka resmi
bulunan mezar taşına geldiğimizde akşam olmuştu çoktan. Çekime
başladığımızda kameraman, ''Abi, ışık yetersiz'' deyince parlak bir
fikir geldi aklıma: Biraz daha bekleyecek, hava iyice karardığında,
arabamın farlarını Sadri Alışık'ın mezar taşına tutarak açıp
kapayacaktım. Böylece, yaşantısı sahne ve set ışıkları altında
geçen sevgili ''Turist Ömer'' imizi anmış olacaktık. Ne var ki,
arabanın farları mezar taşının altında kalıyordu! Ön tekerleklerin
çıkacağı bir yükselti bulmak zorundaydık; mezarlıkta işimize
yarayacak bir şeyler aramaya koyulduğumuzda zifiri karanlıktı
ortalık! Çok geçmeden, kaldırım kenarı için kullanılan iki düzgün
taş ve birkaç tane sağlam, kalın tahta parçası bulmuştuk.
Yaptığımız rampaya arabayı çıkarınca far ışıklarının Sadri Alışık
ustamızın adının yazıldığı taşı aydınlattığını gördük. Sanatçının
adı yine ışıklar altındaydı; keyifle bir açıp bir kapadım
farları... Tahtalar mı? Zincirlikuyu'nun yeni bir konuğu için
açılmış mezardan bulmuştuk! Kaynak : Cumhuriyet Sunay AKIN