Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 7 Nisan’da İran’a
günübirlik gerçekleştirdiği gezi, İran’ın dünya ile entegre olmaya
başladığı bir süreçte gerçekleşti. Nükleer faaliyetleri nedeni ile
birleşmiş milletlerin uyguladığı geniş kapsamlı bir ambargo var.
Uzun bir süredir de devam etmektedir. Ancak daha fazla devam
ettirilmesini aslında bizzat batı istememektedir. Özellikle İran’ın
sahip olduğu
yer altı kaynaklarının zenginliği bu işi hayli zorlaştırmaktadır.
İran bu zenginlikleri resmi yollardan satamadığı için ekonomisi çok
büyük bir dar boğaza girmiş bulunmaktadır. Doğaldır ki gayri resmi
yollardan “kaçak” bir şekilde bu zenginliklerin satışı devam
etmektedir.
Bu durum doğal olarak dünya zenginliklerini kendi doğal malı
gibi gören kimi uluslararası çevrelerin hem hesabına geliyor hem de
hesap etmedikleri gelişmelerin doğmasına neden olmaktadır.İran ile
müzakerelerin anlaşmayla sonlanması sadece İran’ın taahhütlerine
uymayı kabul etmesinden dolayı değildir. Aynı zamanda İran’ın
ticari faaliyetlerini kontrol altına alma hedefi de vardır. Hatta
İran’da meydana gelebilecek olan muhtemel değişimin belirleyici
aktörü olma amacının olduğu bile söylenebilir.Malum coğrafya hızla
değişmektedir. Bu değişimlerin nasıl esasında sonuçlar doğuracağını
tahmin etmek sanılandan kolay değildir.Batı, İran’ın ticari
faaliyetlerinin işleyişinin içinde olmak istiyor, Amerika muhtemel
değişimlerin yönünü belirleyecek meşru bir konuma oturmak istiyor.
Pek çok aktör bu coğrafya yeniden şekillenirken kendi geleceği için
bir çaba içine girmiş bulunmaktadır.
Esasında bu coğrafyadaki hareketlenmelerle en çok ilgilenmesi ve
bu havzanın sosyolojisi ve diplomasisini yakından takip etmesi
gereken Türkiye’dir.Bu alanda kendine özgü müstakil politikalar
yürütebilmesinin bir bedeli vardır. Bunu ödemeyi göze aldığı anda
belirleyici bir aktör olur. Aksi halde burada bir varlık
gösteremez. Var olmanın ilk şartı büyümektir. Büyümenin yolu ilişki
geliştirmekten ve ticaretten geçer.
İran’ın dünya sistemine yeniden entegre olmaya başladığı bir
dönemde gerçekleşen bu gezi tarihi öneme sahiptir.Hem İran’da hem
de bizim ülkede yerli işbirlikçiler Türkiye’nin bu sürece dahil
olmasından son derece rahatsız oldular.İran bizim komşumuz, aynı
coğrafyada yollarımız kesişmektedir. Bir sorunumuz varsa bunu
konuşabiliriz ve konuşmalıyız. Elbette her zaman işin içinde derin
ve gizli (takiyeli) bir “acem siyasetinin” olduğu biliniyor. Ama bu
durum bizim burayla ilişkilerimizi tarihsel bir öç üzerine bina
etmemizi gerektirmiyor.Hatta aksine mademki bu işbirlikçiler bundan
rahatsızlar, Sultan II: Abdülhamit’in söylediği rivayet edildiği
gibi o zaman ilişkilerimizi daha da ileri bir düzeye taşımalıyız.
Gülenciler, Halk Partisi, Hüseyin Aygün ve PKK bu ilişkiden
rahatsız olduğuna göre…
Bu ziyaretin yapılmaması için akla hayale gelmedik
hokkabazlıklar yaptılar ama reis-i cumhurumuz, Türkiye’nin ve
milletin menfaati neyi gerektiriyorsa onu yapma konusunda son
derece kararlıdır. Bunu şimdiye kadar anlamamış olmaları
onların sorunudur.