Irakın kanlı mirası
Abone olKan, Irak'ın sanki mirası.. Bir savaş muhabirinin Irak izlenimlerini okudukça tüyleriniz ürperecek!
Özgürlük getirilme bahanesiyle işgal edilen Irak, patlayan
bombalar ve yaşanan karışıklıklar arasında geleceğini arıyor.
Ancak, Irak'ta pek az insan geleceğe dair planlar yapıyor, çünkü
öncelik hayatta kalmayı başarmak. Zira, kan gölüne dönen bu yorgun
coğrafyada, akşam evine sağ salim dönmeyi başaranlar kendini şanslı
hissediyor.
İşte, bir savaş muhabiri Sadık Kahraman'ın kanlı topraklardaki
izlenimleri:
Takvimler 1935 yılını gösterdiğinde, Büyük Britanya'nın efsanevi
başkanı Winston Churchill, "Bir damla petrol, bir damla kandan daha
değerlidir" demişti. Churchill'in o tarihlerde Avam Kamarası'nda
sarf ettiği bu talihsiz sözler, aslında 21. yüzyıla damgasını vuran
Orta Doğu'daki kanlı politikayı da özetliyor.
Binlerce yıl öncesine kadar uzanan tarihi ile büyük devletlerin
ihtirasını kamçılayan petrol, Orta Doğu'daki kavganın baş aktörü
olmaya devam ediyor. Yeryüzünün bu sonsuz evreninde, satranç
tahtasına dönen kanlı coğrafyanın baş ağrısı olan bu kara altın,
şiddetin borsasını da hep yüksek tutmuş onca yıl. Sırf bu yüzden ne
kanayan yara deva görmüş bu talihsiz topraklarda, ne de yıllar yılı
akan gözyaşı dinmiş.
Dünya üzerinde petrol denince ilk akla gelen yer Orta Doğu ve onun
bağrındaki Irak. Çorak toprağın kalın zırhını delip Orta Doğu'daki
kavgayı filizlendiren petrol, aktıkça çelik paletlerin dişlilerine
derman olmaya devam ediyor. Başta petrol olmak üzere zengin yeraltı
kaynaklarıyla pek çok Batılı ülkenin iştahını kabartan bu talihsiz
ülke, aslında dünya petrol endüstrisine yön verirken kendi
pusulasını yitirmiş görünüyor. En bereketli toprakların en haince
tepelendiği bu coğrafya, göz göre göre talan ediliyor. Kısaca Irak,
adı yıllardır kanla anılmaya öylesine alışmış bir yer ki, aldırmaz
görünüyor her gün toprağına serilen onlarca cansız bedene. Kavganın
toprağında hayat, onca hoyrat gürültünün aksine, acı bir sessizliğe
gömülmüş. Barış vaat edilen bu topraklar, kan ve barut kokuyor
buram buram. Uğruna nice genç bedenlerin yitirildiği bu sancılı
kavşakta, İhlas Haber Ajansı adına bölgenin nabzını tutarken,
sefaletin koynunda yönsüz adımlar atan Irak halkının çaresizliğine
tanık oldum. Burada şiddet ve sefalet iki koldan çekiştiriyor
toplumu. Huzur "Ha ayak bastı ha basacak" diye beklenirken, zulüm
onların üzerini örten kanlı bir yorgan olmuş adeta.
Ülkenin mozaiğini oluşturan Türkmen, Sünni-Şii Arap, Kürt ve
Asurilerden oluşan etnik tansiyon, yaşanan siyasi boşluğun da
etkisiyle her geçen gün tırmanıyor. Halk, bir tarafta çok uluslu
güçlerin baskısı, öte tarafta otorite boşluğunu fırsat bilen
terörist unsurlar, diğer tarafta kirli çıkarlarını hayata sokmaya
çalışan Kürt liderlerin sonu gelmek bilmeyen satranç oyunundan
bıkmış usanmış. Açıkçası ülkenin her köşesi, insanlığa kurulan bir
saatli bombayı andırıyor. Her geçen gün bir önceki gününü arar hale
düşen Orta Doğu'nun bu kara yazgılı toplumu, devrik lider Saddam
Hüseyin'in ardından gelecek barışı bekledi. Ancak ne var ki bu
yorgun topraklarda yıllar yılı beklenen o barış, şimdi çelik zırhlı
paletlerin dişlileri arasında un ufak olmuş.
BARIŞ, UZAKLARDAKİ BİR HAYAL OLARAK KALMIŞ
Bu
cephede görünen o ki, özlemi duyulan barış, dörtnala koşan ‘savaş’
denen bu vahşi atın üzerinde tutunamamış yıllar yılı, devrilip
gitmiş. Yaşlı bir çınar gibi yıkılmış ve bir daha da kalkamamış.
Kaldıran olmayınca da, gövdesinde ne kadar kıymetli meyvesi varsa
yağmalanmış. O barış, her zaman uzaklarda bir hayal olarak kalmış
bu savaşın toprağında. Eski görkemli halinden eser yok şimdi,
tamamen tahrip olmuş. Sokaklarına kesif barut kokusu sinen
şehirler, huzura muhtaç bir hale gelmiş. O yüzden daha çok çile
eskitir bu dilber coğrafya.
Atanmış rejimler diyarı burası. Dünyanın en eski sorun yatağı,
bölünmüşlüğün başkenti burası. Her köşesinde eski zalim liderin
izini taşıyan bu soluk ülkede sokaklar onca patırtıya rağmen
suskun, sanki yarı bitkisel bir ömür sürüyor. Birçok etnik grubun
kesiştiği bu yaşlı kavşak, tutuşmaya hazır kuru bir çırayı
andırıyor. Her köşe başında bir patırtı, her patırtı bir tehlike
işareti. Özellikle kuzeyin devasız sızısı Kerkük, bozguna uğramış.
Çok çile çekmiş yorgun bir kadını andıran kent, her bir sokağında
başka bir sırrını ele veriyor. Tozlanmış ağaçlarıyla bu toprak
rengi kentte, tehlikeyi önceden koklamak güç. Zira, kardeşin
kardeşe ateş ettiği her yer burası. Kimin hangi tarafta olduğu beli
değil. Bozguna uğramış bir yeri, eski haline kavuşturmak şimdi daha
güç. Halk, eski devrik liderlerinin sona eren saltanatının
enkazından henüz kurtulmuşken, "işgal" denen başka bir enkazın
altına itilmiş.
Saldırıların ve şiddetin hüküm sürdüğü bu topraklarda, azapla
kavrulan Iraklı, o dayanılmaz acıyı yüreğinde hissediyor. Her
bireyinde, meçhule koşan bir ülkenin çalkantısı var. Huzurun
yitirilip kanlı pusulara yatılan bir ülkede, olayların yansız
kaydedicisi olarak bu drama dayanmak oldukça zor. Hele ki, nicedir
gövdesinde taşıdığı kahır sancılarını katık eden bir toplumun,
kendini iki koldan çekiştiren ıstıraba boyun eğmesini görünce.
HALK, BARIŞIN RENDELENDİĞİ IRAK'TA YÖNSÜZ ADIMLAR
ATIYOR
Hiçbir deva bu toplumun iç sızıntılarını
örtmeye yetmiyor artık. Ülkesi adım adım sona doğru yaklaşırken,
yıllardır tatmadığı huzuru "alışılmamış bir kötümserlik" olarak
görüyor. Savaşın beslenip barışın rendelendiği Irak'ta, harekat
sırasında Amerikalıların ayaklarına kapanan toplumdan eser yok
şimdi. Tam aksine, korku ikliminin endişesi var tüm gözlerde.
Şiddet burada tek taraflı değil, çift yönlü işliyor. Önce
kabullenip ardından dışladıkları Amerikan güçleri de aynı dertten
mustarip. Belli ki onlar da çaresiz. Ne yazık ki onca eylemin,
söylemin ve yazının anlatamadığını şiddet anlatabildi. İşgalci,
kanla hizaya geliyor yavaş yavaş. Ülkedeki Amerikan güçleri, korku
ve dehşetin sınırında "direnişçi avı", "demokrasi" vaadi, "barış"
sözcükleri gibi eski zehirli fikirlerini daha sık dillendirmeye
başladı. Belki de, bütün okların mazluma saplandığı bu bataklıkta,
halkın sevgisine mazhar olma telaşına düşüldü.
Olayların tanığı olarak, kuzeyde, Kerkük'ün kesif kokulu
sokaklarında dolaşırken, kentin yüzündeki asabi soğuk savaş ayazına
tanık oluyorum. Hayalet kent, sanki o eski görkemli yılların yolunu
gözlermişçesine hüzünlü. Üzerine çullanan işgalin altında bir o
kadar ezik. Sanki gövdesi yara bere içinde. Hangi sokaktan geçseniz
dehşet, korku ve hüzün fışkırıyor. Ülkedeki savaş, sonu gelmek
bilmeyen çilenin koynunda demokratikleşme hayallerini de suya
düşürmüş. Belli ki şiddetin teslim bayrağı çekilmiş göndere.
Kavganın hoyrat tarafı, yolunu şaşırıp kendi kurduğu tuzaklara
sürüklemiş bu mazlum halkı. Sırf bu yüzden şiddetin amansız
çağrısı, bu ülkenin kalın duvarlarında derin gedikler açmış.
IRAK'IN KANAYAN YARASI: KERKÜK
Irak petrol
rezervlerinin yüzde 60'ını oluşturan Kerkük, varlık içinde yokluk
çekiyor. Bu çaresizlik içindeki kent, Türkiye açısından da büyük
önem taşıyor. Birincisi, Türkiye'nin Türkmenlerle olan tarihi,
kültürel ve etnik bağı. İkincisi ise, Kürtlerin bu zengin petrol
kentinin yönetimini ele geçirip, hayalini kurdukları bağımsız
devlete başkent yapma arzusu. Bu nedenle bölgedeki kirli
politikalar, çeşitli ince hesaplar, terör örgütü PKK'ya verilen
destek ve en önemlisi bağımsız devlet hayali Türkiye'yi
endişelendiren konuların başında geliyor.
Batılı gözlemcilerin ve Iraklı siyasilerin ısrarla göz ardı ettiği
sorunlardan biri, belki de en önemlisi bu: Kerkük sorunu. Yeni
anayasada pek göz önünde bulundurulmayan 58. maddedeki çelişkiler,
önü alınmadığı takdirde kenti gelecekte patlamaya hazır bir bombaya
dönüştürebilir. Kürdistan Demokrat Partisi (KDP) lideri Mesud
Barzani'nin kurmayı hayal ettiği bağımsız devlete Kerkük'ü başkent
yapma arzusu da dikkate alınırsa, sorunun hangi boyutlarda olduğu
daha net ortaya çıkıyor. Çevre illerden kente yerleştirilen Kürt
grupların, Kerkük'ün nüfus yapısını değiştirdiği apaçık ortadayken,
bu durumda Ankara'nın tavrı merakla bekleniyor. Zira, anayasada
Irak'ın kuzeyine etki edecek bazı maddelerin puslu olmasının
yanında, Türkmen toplumunu ihlal edilen hakları, petrol
gelirlerinin dağılımı, öngörülen federal yapıdaki aritmetik
hesaplar, kuzeydeki güvenliğin Kürt milislere (peşmergelere)
verilmesi akıllarda soru işaretleri bırakan pek çok sorundan
birkaçı. BM'nin 688 sayılı kararıyla da örtüşmeyen bu yaklaşım,
Türkiye'nin kaygılarını giderek artırıyor. Iraklı Kürt siyasilerin,
federatif bir Irak içinde petrol zengini Kerkük'ü de içerecek özerk
bir Kürdistan istemeleri, Ankara'nın bölge için endişelendiği ana
başlıklardan biri.
BÖLGE, TUTUŞMAYA HAZIR KURU BİR ÇIRA GİBİ
Savaş öncesi Irak'a asker gönderilmesini benimsemeyen AK Parti
hükümeti, bir anlamda bu kaygıları da göz önüne alarak geçtiğimiz
yılın ekim ayında Irak'a 10 bin Türk askerinin gönderilmesi için
parlamentodan onay almış, bunu da Washington yönetimine iletmişti.
Ancak, Türk askeri ile bir çatışma ihtimalinin göz ardı
edilemeyeceğini vurgulayan Iraklı Kürtlerin tavrı, Beyaz Saray
yönetimine geri adım attırdı. O tarihlerde açıldığı gibi kapanan bu
dosya, Türkiye için henüz rafa kaldırılmış değil. Zira bu çalkantı
içindeki Ankara, ABD'nin Kuzey Irak'taki 5 bin PKK militanı ile söz
verdiği gibi mücadele etmediğini düşünüyor. Hükümet, kanlı terör
örgütü PKK'nın karargah olarak kullandığı başta Kandil Dağı olmak
üzere bölgedeki geniş sahayı iyi değerlendirdiğini düşünürken, Irak
operasyonu boyunca her türlü hareket kabiliyetini rahatça sağlayan
örgütün, kuzeyin belli kesimlerinde kimlik kontrolü yapacak kadar
rahat davranmasına tepki gösteriyor. Bu çelişkiler yumağındaki
Kuzey Irak, terör örgütü PKK için tam anlamıyla silahlı ve
stratejik bir eğitim kampına dönüşmüş durumda. Şu an belli bir
siyasi yapısı ve sistemi mevcut olmayan Irak'ta, giderek tırmanan
etnik tansiyonla birlikte adil olmayan kolonel yapı da tamamen su
yüzüne çıkıyor.
Amerika'nın Irak'taki rejime yönelik sürdürdüğü operasyon boyunca
ABD Savunma Bakanlığı Pentagon'un Kerkük'ten sorumlu tuttuğu 101.
Hava Destekli Muharebe Tugayı Komutanı General David Kery, Kerkük
için çalan tehlike çanlarına dikkat çekmiş, "Kent, tutuşmaya hazır
kuru bir çıra gibi. O nedenle birilerinin, ellerinde kibritle
buralara gelip bir ateş yakmasını istemiyoruz" diyerek, bölgede
yükselen tansiyonun boyutunu ortaya koymuştu. Tarih boyunca kim
bilir kaç talan gören bu dilber şehir, yeni talanları
kaldırabilecek mi?
KUZEY'DE, IRAK YERİNE SÖZDE KÜRDİSTAN BAYRAKLARI
DALGALANIYOR
"Kürdistan Bölge Başkanı" sıfatıyla ABD Başkanı George Bush ile
Beyaz Saray'da bir araya gelen peşmerge reisi Mesud Barzani'nin,
Türkiye'nin "kırmızı çizgi"lerinin başında yer alan sözde
Kürdistan'ın hayata geçirilmesi için düğmeye bastığını bilmeyen
yok. Diplomatik ve siyasi çevreler, Bush-Barzani görüşmesinde Kuzey
Irak'ta bir Kürt devletinin masaya yatırıldığını kabullenirken,
Ankara'nın nasıl bir tavır takınacağı merak konusu. Zira, inkar
edilse de, ABD Başkanı George Bush'un desteği ve Irak anayasasının
referandumda kabul edildiğinin açıklanmasının ardından, şimdi sıra
gümrük kapısından Irak'a giriş yapan yabancıların pasaportlarına
sözde Kürdistan mührü vurulmasına geldi. Devrik lider Saddam
Hüseyin'den sonra Irak'ın kuzeyinde egemenlik kuran KDP lideri,
"Kürdistan" diye lanse ettiği, Süleymaniye, Dohuk, Erbil ve Musul
kentlerini Kürdistan bayrakları ile donattı. Kendi ordusunu ve
televizyonunu kuran Barzani, bölgedeki varlıklarını güçlendirmeye
başladı. Irak bayraklarının yerine göndere sözde Kürdistan
bayrakları çekiliyor. Sözde demokrasi getirdiği sanılan ABD ve buna
bağlı koalisyon güçleri, kuzeydeki bu illegal gelişmeyi görmezden
geliyor.
Irak'ta, Türkmen kökenli bazı siyasi çevreler, anayasanın
kabulünden sonra zayıf bir federatif yapının oluşacağını savunuyor.
Federal sistemin asla güçlü olmayacağı ağırlık kazanırken, bu
sistemin Irak'ı eski gücünden uzaklaştıracağı belirtiliyor. Buna
göre, ortada kesin olarak var olan durum şu ki, Irak eski gücünden
uzak, zayıf merkezli federatif unsurların bir araya gelmeye
çalışacağı bir siyasi yapı haline dönüşecek.
BABADAN DEVRALINAN KANLI MİRAS
Artık, resmi
sıfatını "Irak Kürdistanı Devlet Başkanı" olarak dünyaya tanıtmaya
çalışan Barzani, Kuzey Irak'taki Arap ve Türkmenlere karşı ağır
baskı uyguluyor. Etnik temizliğe varan uygulamaların varlığını
sürdürmesi, Barzani ailesindeki Türkmen düşmanlığının "babadan
oğula geçen bir mirası"olarak da algılanabilir. Kürt milis lideri
Mesud Barzani'nin babası Molla Mustafa Barzani de 1959 yılındaki
Kerkük katliamının tek sorumlusu olarak gösteriliyordu. Şimdi bu
kanlı mirası babadan devralan oğul Barzani, babasının izinden
sapmadan yürüyor. Türkmenlere karşı eyleme geçmekte hiçbir sakınca
görmeyen Barzani, Irak'taki ara ve geçiş dönemlerini fırsat bilerek
sinsi planlarını tek tek ortaya koyuyor. Hatırlanacağı gibi Birinci
Körfez Savaşı sürecinden başlayarak Türkmen düşmanlığı doruğa
çıkmış, 1991'de Kerkük'ü basılarak tapu ve nüfus daireleri
yağmalanmıştı. Barzani, 1991, 1996 ve 1998'de yaptığı yasadışı
eylemlerini, nihayet 2003'te Irak'ın işgaliyle birlikte yeniden
uygulamaya koydu. Kerkük'ü basarak nüfus ve tapu dairelerini bir
kez daha yağmalatan Barzani'nin Kerkük üzerindeki emellerini,
kademe kademe gerçekleştirmesi, bölgede varlığını sürdüren diğer
etnik grupları tedirgin ediyor. Uluslararası kurallarla örtüşmeyen
bu duruma, ABD ve BM İnsan Hakları Komisyonu'nun seyirci kalması
ise, tam anlamıyla "skandal" olarak değerlendiriliyor.
Irak'ta geçtiğimiz ocak ayında yapılan seçimlerin ardından, 15
Aralık 2005'te yeni parlamento seçimlerinde Türkmenlerin zayıf bir
siyasi varlık göstermesi için çaba sarf ediliyor. Bu çaba, kimi
çevrelerin ekmeğine yağ sürerken, bölgedeki Türkmenlerin
sindirildiğinin de bir göstergesi olarak değerlendiriliyor. Yılın
ilk ayındaki seçimlerin silahların gölgesinde gerçekleştirilmesi,
ülkenin tamamının tek seçim çevresi kabul edilmesi, seçim
hilelerinin gerçekleştirilmesi gibi illegal yolların ortaya
çıkması, 15 Aralık'taki seçimlerin de demokratik bir oylama
olamayacağını gösteriyor. Türkmenlerin tek isteği, Irak'ta üçüncü
asli unsur olduklarının yeni Anayasa'da garanti altına alınması.
Ancak, ülke gündemini uzun süre meşgul eden ve Iraklı siyasilerin
çeşitli manevraları altında onaylanan anayasada, Türkmenlerin
haklarını koruyacak tutarlı maddeye pek rastlanmıyor. Anayasada,
anadil Kürtçe ve Arapça olarak benimsenirken, kuzeyin en önemli
unsurunu oluşturan Türkmenlerin böyle bir hakkı bulunmuyor. İnsani
ilişkilerle siyasi hesapları birbirine karıştıran Barzani
liderliğindeki KDP güçleri ve peşmergeler, bölgede yaşayan masum
Türkmen ve Araplara karşı insan avı başlattı. Türkmen ve Araplara
karşı sürdürülen keyfi tutuklamalar, yargısız infazlar, işkenceler
ve gözaltında yok edilmeler giderek sıklaşıyor. KDP lideri, Kuzey
Irak'ta Kürt milislerce gerçekleştirilen insan hakları ihlallerini
Amerikan kuvvetlerinin üzerine yıkmaya çalışırken, Pentagon
yönetiminden isminin açıklanmasını istemeyen bir yetkili, kendi
birliklerinin bölgede böyle bir tutum içinde olmadığını, iddia
edilenleri Kürt milislerinin yaptığını rapor aldıklarını
söylüyor.
Böylesine ateş topuna dönen Kerkük'ün, Türkmenler açısından giderek
yaşanılmaz bir kent haline dönüştürülmeye çalışıldığı görülüyor. Bu
havada bölgede edindiğimiz izlenimler, Kerkük sorununun önümüzdeki
dönemde ciddi patlamalara yol açacağı yönünde endişeler taşıyor.
Öyle ki, bölgedeki bu çalkantılı süreçten Orta Doğu'nun diğer
ülkeleri de büyük zarar görebilir. Zira, ülkedeki belirsizlik, beli
kırılamayan işsizlik, sonu gelmeyen istikrarsızlık ve otoriteyle
birlikte gündemdeki yerini koruyan siyasi boşluk, bölgede etnik
tansiyonu yüksek bir iç savaşın patlak vermesine yol açabilir. Bu
da pek çok mültecinin Irak sınırlarından dışarıya akın etmesine,
komşu ülkelerin müdahale etmelerine sebep olabilir ve İslam
dünyasında Sünni ve Şiiler arasındaki eski ihtilafı yeniden
tetikleyebilir. Hatta daha da ileri gidip, bu toprakların
ötesindeki diğer ülkelerin siyasi temellerini de sarsabilir.
Kırılgan dini bölünmelerin bulunduğu bu topraklarda yaşanabilecek
böylesine sarsıcı olayın sınırları daha da genişleyip, Lübnan'dan
Suriye'ye, hatta Afganistan'a kadar yayılabilir. Bu da, Orta
Doğu'daki güç yapısını erozyona uğratıp, dengeleri alt üst
edebilir.
BOMBARDIMAN ALTINDAKİ TELAFAR KAN AĞLIYOR
Birçok insan hakları ihlali yaşanan kuzeyin karışık etnik ve siyasi
yapısını, tarihi ve güncel gelişmeler ışığında incelerken,
uluslararası gözlemcilerin dikkatinden kaçan Telafer'deki askeri
operasyonu da dikkate almak lazım. Geçtiğimiz eylül ayı başlarında
ABD ve ona bağlı çok uluslu gücün hava destekli askeri harekatında
onlarca sivil öldü. 22 gün boyunca sürdürülen operasyonda, kavurucu
sıcağın altında evlerini terk etmek zorunda kalan Türkmenler,
geride yüzlerce yaralı yakınlarını bıraktı. Aynı operasyonda pek
çok sivil ise ya yaralı ya da sakat bırakıldı. Musul'a 80 kilometre
mesafede, yaklaşık 500 bin nüfusa sahip kent, bölgedeki en büyük
Türkmen yerleşimi.
O tarihlerde operasyon nedeniyle Türkiye ile ABD'nin arası biraz
gerildi. Eylül sonlarında operasyona nokta koyan ABD güçleri,
Türkmen yerleşimlerinden çekildi. Türkiye ve ABD'nin arası
yumuşadı, işler tatlıya bağlandı. Ama geriye birçok soru işareti
kaldı. Operasyon boyunca ev ve kamu binaları talan edilirken,
Telafer'in bilinmeyen yüzüne ışık tutacak pek çok doküman ve evrak
da yok edildi. Savaşın arasında sıkışıp kalan Türkmenler, yüzlerine
yansıyan kaygı ve endişeyle birlikte, çaresizlik içinde yıkılıp yok
olan evlerine gözü yaşlı şekilde geri dönmeye başladı. Amerika;
Vietnam ve Afganistan örneklerinde olduğu gibi Irak'a da kan ve
gözyaşı götürdü. Dün Felluce, Ramadi ve Necef'te yapılanların bir
benzeri, Türkmen şehri Telafer'e yapıldı. Ancak Telafer'de durum
farklıydı. Telafer Türkiye için farklı; Telafer birleşik Irak için
farklı. Telafer, Irak'ın Karabağ'ı. Telafer, Irak'ın Suriye'ye
açılan kapısı. Ve en önemlisi, Telafer, Iraklı Kürtlerin
Suriye'deki Kürt bölgesi ile birleşmesi önünde en büyük engel. Daha
açık bir ifade ile Telafer, sözde Kürdistan'a giden yolda büyük bir
engel.
Haber: Sadık Kahraman