internethaber.com 13 yaşında
Abone olİnternethaber 13 yaşında. İnternethaber'in 13. yaşı için ünlü yazarlar kalem oynattı. İşte 13. yaş yazıları;
İNTERNETHABER -
5 Mayıs 2000...
İnternethaber Türkiye'nin ilk haber sitesi
olarak yayına başlıyordu.
Zaman su gibi akıp geçerken sizlerin desteği ile bugün 13. yaşımızı
kutlamanın keyfini yaşıyoruz...
Bu yola birlikte çıktık...
3-5 derken, milyonları bulan okur kitlesi ile
kocaman bir aile olduk. Her sabah sizlerle buluşmayı, sizlerin
tercümanı olmayı, sizlerle interaktif yayıncılığı çok
sevdik...
Bu yolculukta 13 yıldır
bizlerle olan eski dostlara teşekkür ediyor, her gün ailemize
katılan yeni okurlarımıza bizi izlemeye devam edin
diyoruz...
Nice yıllara hep birlikte
derken İnternethaber'in kısa bir öyküsünü Mehduh Bayraktaroğlu'nun
kaleminden sunuyoruz;
İNTERNETHABER 13 YAŞINA NASIL GELDİ?
1968 yılı Kasım ayıydı. Henüz 17 yaşımdaydım. Sevgili
babacığımın (Yattığı yer nur olsun) Edirne Devlet Hastanesi acil
servisinde acı içinde ameliyathaneye alınmayı beklerken;
“Benimki bir şey değil ama annenin hakkını ödeyemezsin
oğlum” dedikten sonra o güzelim Trakya şivesiyle
söylediklerini son nefesime kadar hatırlayacağım.
“Anneciğin dokuz ay seni karnında
taşıdığı, seninle yatıp seninle kalktığı yetmezmiş gibi bir de bir
insanın ömrü hayatında çekebileceği en büyük acı olan doğum acısını
çekmişti oğlum. O acıyı çekmediğim için ben annen kadar düşkün
olamadım sana... İnsanoğlu zor sahip olduğu şeyin kıymetini daha
çok biliyor; ölürsem anneciğini sakın üzme
çocuğum”…
Babacığım o ameliyattan sağlıklı çıkmıştı ama bana da hayatımın en
büyük dersini vermişti:
“İnsanoğlu zor sahip olduğu şeyin kıymetini daha çok
biliyor”…
*
Bizim patronun (Hadi
Özışık) sahibi olduğu İnternethaber Medya
Gurubu’nun üzerine titreyişini, ona küçücük bir zarar
gelmemesi için nasıl da hassas davrandığını, gecesini gündüzüne
katarak; daha güçlü, daha güvenilir, daha itibarlı, daha etkin
yapabilmek amacıyla nasıl da çabaladığını gördükçe, babacığımın
söyledikleri döner durur kulaklarımda…
“İnsanoğlu zor sahip olduğu şeyin kıymetini
daha çok biliyor”…
Bilirim ki Hadi Özışık’ı sahibi olduğu İnternethaber Medya
Gurubu’na karşı bu kadar duyarlı, bu kadar hassas ve hatta
zaman zaman en sevdiği dostlarına karşı bu kadar kırılgan yapan; 13
yıl önce bugün çıktığı yolculuk sırasında çektiği acılar, çileler,
zorluklar, yokluklar ve meşakkattir...
Hadi’nin yaşadıklarının hepsini bilebilmem mümkün
değil elbette…
Ama...
Bilebildiklerim, bizzat tanık olduklarım ve kimilerini birlikte
yaşadığımız çilelerini hatırladıkça; onun bütün hassasiyetlerine
daha çok saygı duyuyorum…
*
2000 yılının Mayıs ayı olmalıydı.
“Ağabey, internet gazeteciliği yapacağım vaktin olursa
gel bir çayımı iç” dediğinde o söylediği
gazeteciliğin ne olduğu bile henüz tartışılmıyordu.
Çünkü…
“İnternet” denilen yolculuğa çıktığınızda
gidebileceğiniz yere kağnı hızıyla ancak varabiliyordunuz. Ulusal
gazetelerin kimileri internet ortamında yayın yapmaya çalışıyordu
ama okumak istediğiniz haberin linkini tıkladıktan sonra sayfanın
açılmasını beklemektense bakkala gidip bir şeyler alıp dönecek
kadar vaktiniz oluyordu...
Yani; zordu dostlar, hem de çok zordu Hadi’nin
çıktığı yolda yürümek…
Adresini sordum; Kadıköy’de bir yerdeydi.
Arabamı kullanan Yusuf’a sordum; “minibüsler o sokaktan
geçiyor, park edemeyiz ama ben sizi bırakır sonra gelir alırım
efendim” dedi.
“Gidelim o zaman”…
Yusuf, Hadi’nin tarif ettiği adrese gidip, adı
“Han” olan köhne bir binanın önünde durdu:
“Burası olması lâzım efendim”…
İndim, kapıdan içeri girip merdivenlere doğru yürüdüm.
Sıvaları dökülmüş duvarda merdiven otomatiğini seçebiliyordum.
Anahtara bastım ama ışık yanmadı. Bir kez daha
denedim, yine yanmadı…
Merdivene doğru yürüdüm. Daracık merdivenin tutmak
istediğim demir trabzanları paslanmıştı. Elimi hızla çektim ama
hemen yeniden sarıldım o paslı demirlere çünkü daracık merdivenler
birden zifiri karanlığa dönüşmüştü.
Az sonra Hadi’den, sadece giriştekinin değil,
merdivenleri aydınlatan ampullerin de sık sık çalındığı için
yerinde olmadığını dinlerken sevgili kardeşimin çıktığı yolculuğun
ne kadar zor olduğunu bir kez daha anlayacaktım…
Hadi’nin ofis kapısının önüne geldiğimde karanlıktan
zili bulamadığım için kapıyı hızla yumrukladım.
Az sonra Hadi’nin bildik sesi geldi:
“Kim o?”
“Ben…”
Kapıyı açtığında merdiven boşluğu birden aydınlandı çünkü Hadi’nin
ofisi caddeye bakıyordu.
Sarıldık…
Her zamanki saygılı duruşuyla beni kendi odasına davet etti.
“Kendi odasına” diyorum çünkü üç oda
bir salon daireydi aslında geldiğim yer ama semt tamamen
ticarileştiği için “iş yeri” olarak kullanılıyordu.
Hadi; evin salonunu kendisine çalışma odası
yapmıştı...
Diğer odalardaki masalarda da birer bilgisayar
vardı.
En güzeliyse, masaların üzerinde cam bardakların içine konan
çiçeklerdi...
Hem de kır çiçekleri...
Öyle hoşuma gitmişti ki…
Tek hoşuma gitmeyen henüz taşındığı için düzenleyemediği tuvaleti
ve mutfağıydı.
Bir iş yerinde temiz, düzenli ve bakımlı bir tuvaletle mutfağın
önemini anlattım “çokbilmiş” ve hatta biraz da
“ukalalaşarak”…
Öyle saygıyla dinledi ki beni; birkaç gün sonra
yeniden gittiğimde “lüks” değil ama tertemiz,
yenilenmiş ve o “en parasız” haline rağmen masraf
edilmiş tuvaletle mutfağı gördüğümde içimden; “bu çocuk
başarılı olacak” dediğimi bugün de hatırlıyorum...
*
Düşünüyorum da, “Allah’ın bildiğini
kuldan saklamalı mıyım?”
Yok, hayır; madem dürüstlüğü
“şiar” edindik o halde bu noktayı da mutlaka
yazmalıyım…
Hani dedim ya odalardaki masaların hepsinin üzerinde birer
“bilgisayar vardı” diye...
İtiraf edeyim ki çok zor günler yaşayan, bazen
evinin iaşesini sağlayacak parayı bulmakta zorluk çeken Hadi’nin o
dört bilgisayarı nasıl aldığını merak etmiş ve incitmemeye özen
göstererek:
“Çok masraf etmişsin”
demiştim…
“Ağabey hepsi borç… Allah razı olsun
güvendiler, verdiler” deyince en büyük servetin
“güvenilir olmak” olduğunu söylemiştim…
Ve Hadi o “güvenilir
olma” özelliğini hep korudu, hep koruyacağından da
eminim…
*
İzninizle bir uzun atlama yapayım ve o
günden 13 yıl sonrasına, bugüne geleyim
hemen...
O günlerde, merdiven aydınlatma ampulleri
bile olmayan 45 - 50 yaşındaki köhne binanın köhne dairesinden
bugün Barbaros’ta 400 metre karelik; Boğaz manzaralı ve
kırk kişinin başlarını kaldırmadan çalıştıkları o muhteşem
ofise geçiş hiç de kolay olmadı…
Ne 13 yıl göz açıp kapayıncaya kadar ve
lay lay lomla geçti…
Ne de ampulsüz merdiven boşluklu köhne binadan
günümüzün akıllı binasındaki mükemmel iş yerine yükseliş o
kadar kolay oldu...
Nasıl mı?..
Kısaca anlatılacak bir yolculuk değil ki bu…
Tamamını anlatmaya kalksam beş - altı yüz ekran
sayfası tutacak kadar yoğun bir 13 yıl...
Kısacık anlatsam sanki kolayca elde edilmiş bir
başarı gibi gelebilir…
Ama be sevgili dostlar;
Şu kadarını söylemeliyim ki; on üç yıl
bir kurumu hem de her gün biraz daha büyüterek ayakta
tutmanın nasıl büyük bir başarı olduğunu ancak böylesi bir başarıyı
yaşayanlar anlar…
“Böylesi bir başarıyı yaşamayanlar
anlamazlar” demek istemiyorum…
Ama en başta dedim ya…
Anaların evlatlarına babalardan çok daha düşkün
oluşlarının sebebinin, çektikleri doğum acısı olduğunu her ne kadar
ilk kez babacığımdan dinlemişsem de; hayat bana, babacığımın o
tespitin çok doğru olduğunu bizzat yaşayarak öğretti…
İşte onun içindir ki; sık sık “13
yıl” vurgusu yapmamı lütfen anlayışla
karşılayın...
Türkiye'nin en ünlü kalemleri her gün severek okuduğunuz yazarlar,
İnternethaber'i, 13. yaşgününde yalnız bırakmadı. İşte Türkiye'nin
okuduğu kalemlerin İnternethaber ve internet medyası için
yazdıkları.