Narin 21 Ağustos’ta kayboldu
Narin, o küçücük kız çocuğu toplumun uzuncadır rafa kaldırdığı
vicdan ve merhamet duygusunu yeniden uyandırdı.
Pek çoğumuzun şikayetçi olduğu adaletsizliği, güçlünün güçsüzü
ezdiği sistemi inkâr edilemez şekilde ortaya çıkardı.
Yaklaşık 1 ay olacak. Ülkedeki tüm problemler bir tarafa
bırakıldı. Narin cinayetine kilitlendik.
Bu kilitlenmenin sebebi;
Toplumdaki yozlaşma ve sosyal çürümedir.
Bu tepki aslında bir birikimdir.
Özellikle sabah ve gündüz kuşağı programlarında Narin benzeri o
kadar çok olay anlatıldı ki Narin, bardağı taşıran oldu.
Bir kız çocuğu 8 yaşındayken ölüm layık görüldü.
Oysaki güvendeydi evinin yakınında, mahallesinde,
camisindeydi.
Acımasızca, vahşice öldürüldü.
Ne üzüntüler,
Ne travmalar yaşadık.
Nelere şahit olduk?
Terör olaylarına,
Şehitlerimiz,
Canlı bombalar,
Maden faciaları,
Fabrika yangınları,
Depremler,
Seller,
Orman yangınları…
Acının ve öfkenin birikimi var hepimizde.
Ruhumuz çekildi. Taş oldu yüreğimiz…
Suçu işleyen ceza almadığından, toplumun adalete olan güveni
kalmadı. Cinayet zanlıları aramızda elini kolunu sallayarak
gezerken nasıl güvende olacağız ki?
Güven ve adalet duygusu olmayınca hayat başlamıyor.
Adalet yoksa insanlıkta yoktur.
Birey insanlıktan kopuyor, toplum adalet mekanizması çalışmadığı
için, ya da bireye özel çalıştığı için içten içe çürüyor.
Kokuşuyor…
Devlet beni ve ailemi korur güveni ve güvencesi her geçen gün
eriyor. Devlet suçluyu bulur, yakalar ve gereğini yapar inancı
yıkıldı, yıkılmaya devam ediyor.
Narin özelinde hepimiz kendimizi sorguladık, iç dünyamıza
çekildik sessizce.
Kaygımız arttı, mutluluğumuz azaldı.
Narin bizler için vicdanımızdaki acıma duygusunu, merhameti,
adaleti ve en doğal hakkımız olan yaşama hakkını yeniden
sorgulattı.
Nietzsche “Tanrı öldü, onu biz öldürdük.” Demişti.
İnsanlık öldü, onu biz öldürdük diyorum.