İnsanları dindar bir modele kavuşturacağım!
Abone ol'Dinde reform şart' açıklamalarıyla gündeme oturan Diyanet İşleri Başkanı Bardakoğlu, Nuriye Akman'a konuştu.
Zaman Gazetesi'nde yayınlanan ropörtajda Bardakoğlu, birbirinden
ilginç tespit ve önerilerde bulunuyor. İşte o ropörtaj: Ali
Bardakoğlu, “Benim zamanımda çok seçkin bir okuldu” dediği imam
hatibi bitirdikten sonra dini ve modern bilgiyi bir arada kazanmak
için İlahiyat ve Hukuk Fakültesi okudu. Çok sayıda eserinin
arasında en çok dindarlık bilincini hem geleneksel hem de çağdaş
dünyanın ihtiyaçlarını gözeterek kaleme aldığı iki ciltlik ilmihali
sevdi. Diyanet İşleri Başkanı olduktan sonra ilk kez geçen hafta
basınla tanışma toplantıları yaptı. Açıkladığı görüşler toplumun
değişik kesimleri tarafından hararetle tartışıldı. Üç saate yakın
konuşmamızda, eksik ve yanlış bir şekilde medyaya yansıyan o
görüşleri detayıyla açıklama fırsatı buldu, hem de çeşitli konular
hakkında yeni tartışmalara aday bence çok sağlam, çok dikkate değer
fikirlerini paylaştı. Ben karşımda dürüst, donanımlı, itidalli,
sorumlu bir din adamı buldum. Bürokrasinin ayak oyunlarına karşı
kendisine bol şans diliyorum. Geçen hafta, dinde değil de,
dindarlıkta reform olması gerektiğini söylediniz. Başkan olmadan
önce, bireyin dini yorumlama ve yaşamada özgür olmasını
savunuyordunuz. Şimdi, bir devlet kurumunun, insanların dindarlık
formatlarını belirlemeye hakkı olduğunu düşünürken, diğer teziniz
inandırıcı olmaktan uzaklaşıyor. Devletin bir kurumu, benim
dindarlık ayarımı ne hakla düzeltebilir? Ben bir akademisyen
olarak, çağımız dindarlığının nasıl olması gerektiği üzerine söz
söylüyorum. Bu, Diyanet İşleri Başkanı olarak, insanları dindar bir
modele kavuşturacağım ve bunu ben devlet eliyle yapacağım anlamında
algılanmamalı. Ama sizin başınızdaki o akademisyen şapkası artık
görünmeyecektir. Benim yaptığım bir durum tespitidir. İnsanlar
dinleri sorgulamaktan vazgeçsinler, önce kendi dindarlıklarını
sorgulasınlar ve burada sağlıklı bilgiyi esas alalım tonundadır.
Hiçbir zaman, Diyanet bir dindarlık modeli çizecek ki siz hiç
yorulmadan o kalıba uyacaksınız anlamına gelmez. Siz başkansınız,
dindarlıkta reform tarifinizi verdiğiniz anda, bu bir dayatma olur
ister istemez. Burada şu dayatma vardır: Bilgi güçtür, özgüvendir,
özgürlüktür. Slogan belki bunlar ama ben dini iyi biliyorsam, dinin
nasıl olması gerektiğini sağlıklı şekilde algılayabiliyor,
yorumlayabiliyorsam, her birey kendisi özgür olmakla birlikte,
benim güçlü bilgim mutlaka onu yönlendirecektir. İslam dünyasını
hep İslam bilginleri yönlendirmişler. Büyük din bilginleri, serbest
ortamda ve resmi sıfatları olmaksızın doğmuşlar, özgürce
gelişmişler ve kendilerini kabul ettirmişler. Ama onlardan farklı
olarak sizin resmi bir sıfatınız var şimdi. Bu, işi tehlikeye
sokuyor. O resmi sıfatım insanları tedirgin etmesin. İslam
dünyasında hep doğru bilgi, yanlış bilgiyi kovmuş ve doğru bilgi
egemen olmuştur. Böyle olunca her birey, kendi dindarlığını inşa
etmede özgür olduğu halde, o güçlü dini bilgi karşısında tabii
olmayı ve kendi dindarlığını o bilgi çerçevesinde oluşturmayı
tercih etmiştir. Madem din, birey merkezli; neden o zaman “İslamcı
yazarların din kurgulamasını doğru bulmuyorum.” dediniz? “Doğru
bulmuyorum”, saygı duymuyorum, Diyanet olarak biz bunları kaale
almıyoruz anlamında değil. Doğru bulmama, benim bireysel
değerlendirmemdir. Bir İslamcı veya din karşıtı bir yazar veya
Alevilik üzerine yazan birisi, ele aldığı olayı tanımlarken, “din
şöyle olsaydı çok iyi olurdu” diyor. Yani dini tecrübesine,
dindarlığın tarihine bakmaksızın, sadece kendi bilgi birikimine
göre bir din tahayyülüne geçiyor. Günümüzde İslamcı yazarlar durum
tespiti yapmaktan ziyade, kendi ümitlerini, hayallerini,
tasavvurlarını, İslam çerçevesinde anlatmaya geçiyorlar. Halbuki
bugün gelmedi din. 14 asırdan beri din değişik coğrafyalarda,
değişik kültürlerde yaşanıyor. Şimdi biz Müslümanlığı yeniden
kurgulayamayız. Yeni baştan dizayn edemeyiz. Günümüzün bütün
aşılması gereken sorunlarını, din zeminine kaydırarak orada
tartışmak, dini kurgulayarak, onun cevabını dine söyletmek doğru
değil. Madalyonun öbür yüzüne bakalım. Sadece “dindarlar” mı
siyasal İslam’ı kurguluyorlar? Aksine, Türkiye Cumhuriyeti
devletinin bir projesi değil mi dini yeniden kurgulamak? Diyanet’in
yıllardır, ürettiği hizmetle dini nasıl kurguladığı ortada.
Diyanetin devlet yapısı içerisinde yer alması, Diyanetin din
anlayışının, devlet tarafından biçimlendirildiği anlamına gelmiyor.
Çünkü dini bilgi üretmenin kendine göre kuralları, metodu ve bir
geleneği vardır. Yani bir insanın, il müftüsü olması, Diyanet
İşleri Başkanı olması veya İlahiyat Fakültesi’nde profesör olması,
söyleyeceği şeyde özgür olmayacağı ve dini başkalarının istediği
şekilde tanıtacağı anlamına gelmez. Bu büyük haksızlık. Siz şimdi,
birtakım reformlar yapacaksınız. Demek ki, şu ana kadar devletin
atadığı Diyanet İşleri Başkanları, görevini yapmamış. Devlet yanlış
adamlar atadığı için mi bugün bu yeni tanımlamalar yapma ihtiyacı
ortaya çıkmış? Diyanet İşleri’nin bugüne kadarki politikası
hakkında eleştiri yapmam doğru değil. Biz geriye değil, ileriye
bakıyoruz. Kaldı ki reform yapma gibi bir projemiz de yok. Biz
taşları yerine oturtmaya çalışıyoruz. Yaptığımız şey, yeniden bir
şekil verme değil. Devletin din kurgulaması da bize göre yanlış.
Kurgulamadığını iddia edebilir misiniz? Kurguladığı sürece biz onun
yanında olmayız. Yani devletin çeşitli birimlerinin, bize “Ben
senden dini şöyle anlatmanı istiyorum.” şeklinde bir telkinde
bulunması mümkün değil. Çok iddialı konuşuyorsunuz. İddialıyım,
çünkü bilerek konuşuyorum. Diyanet olarak üç özelliğimiz var: Bir,
kamu; iki, özgür; üç, sivil bir kuruluşuz. Bu üçünün dengesini
sağlamaya çalışıyoruz. Kamu kuruluşuyuz, devletin organizasyonu
olarak varız. Diyanet İşleri Başkanlığı, Osmanlı’daki
Şeyhülislamlığın devamı sayılmaz. Ama yine de Osmanlı geleneğiyle
irtibatsız değil. Osmanlı’da da din hizmetleri hep devletin kamu
organizasyonu içinde yer aldı, bakın güdümünde demiyorum. Diyanet
devlet organizasyonu içindeyse, devletin de güdümündedir. Geçmişte
böyleydi; ama şimdi siz geldiniz... Geçmişe ilişkin bir
değerlendirme yapmak istemiyorum. Bakın, İslam’da ruhban sınıfının
olmamasıyla din adamlarının olmaması farklı şeyler. Söylediği sözün
kutsallığı açısından, ayrıcalıklı bir sınıf yok. Her insan, dini
anlama, yorumlama açısından birey olarak eşit haklara sahip. Hz.
Peygamber’in döneminden itibaren, İslam toplumlarında din adamı
sınıfı olmuştur. İslam toplumunda otoriteyi bilgi sağlamıştır.
Sarık ve cübbe konusunda söylediklerim yanlış aksettirildi. Sarığı,
cübbeyi terk edelim demiyorum. Sarık ve cübbenin kerameti yoktur.
Otorite, o sarık cübbeyi taşıyan insanın, bilgili donanımlı,
ehliyetli olmasıyla sağlanır. Diyanet, özgür bir kuruluştur.
Kimsenin telkinini, kimsenin yönlendirmesini alamayız. Bu
yönlendirmeden sadece devleti kastetmiyorum. Değişik yönlendirmeler
olabilir. Devletten ne kastettiğinizi bana açar mısınız? Astım
olabilir, üstüm olabilir. Devletin, toplumun kalkınması, toplumun
birlik ve dirliği ile ilgilenen bütün kurumlar olabilir. Onların
bize dini şöyle algılamalıyız, dini şöyle yorumlamalıyız, şu vaazı
verin gibi bir telkinin olması da, veya basının, halkın,
cemaatlerin değişik bilgi ürettiği varsayılan merkezlerin, din
budur, bunun dışındaki din yanlıştır şeklindeki telkinleri de bizim
için sadece bir görüştür. Biz bütün bunları, bir sosyal realite,
bir halk talebi veya toplumda düşünülebilen görüşlerden birisi
olarak alırız, ama ondan sonra otururuz, kendi bilgimize, kendi
becerimize, kendi metodumuza göre olması gereken dini bilgiyi
üretiriz. Şu üç dört aylık süre içerisinde dinin anlatımı konusunda
ne söylemişsek, kendi kişisel bilgimizle, birikimimizle, kendi
metodumuzla söyledik. Peki ama tam görüşlerinizi açıklamaya
başladınız, Cumhurbaşkanı da Malezya’da modern Müslümanlıktan söz
etti. İşte size mütekamil bir devlet projesi. Diyanet İşleri
Başkanı’nın böyle bir açıklaması ile aynı zamanda herhangi birinin
açıklaması olabilirdi. Sayın Cumhurbaşkanımızdan tamamen bağımsız
konuştuk. Biz basında toplantıyı bir hafta önceden kararlaştırdık.
Şimdiye kadarki bütün yazdıklarımda ben çağa uygun, yaşanabilir,
hesap verebilir, şeffaf, kendisini sorgulayan, kendisini geliştiren
bir dindarlık projesini anlattım. Şimdi böyle olunca da bu her
şahısla, Hıristiyanların kiliseyle de örtüşebilir, bu örtüşmeden
mutluluk duyarım. Niye kendinizi postmodern bir din adamı olarak
tanımladınız? Öyle tanımlamadım. Ben Diyanet’te sendikanın doğru
olmadığını söyledim arkadaşlara. Çünkü bir densiz çıkıyor, şunun
cenazesini yıkamayız, diyor. Bir başka sendika hutbeleri
yavaşlatacağız, hutbede zam isteyeceğiz, diyor. Dedim ki ben
aslında liberal görüşlere, postmodern çağın gerektirdiği
serbestliğe, hoşgörüye açık bir insanım; ama Diyanet’te sendikanın
olmaması gerektiğini düşünüyorum. Camiyi sınıfların, Diyanet’in iç
gerilimlerinin tartışıldığı, insanların rahatsız edildiği bir ortam
haline getirmemeliyiz. Bunu anlatmak için de o postmodernizmi ve
özgürlükçülüğü kullandım. Ben cümlemi şöyle düzelteyim:
Dindarlığımızı güncellemeliyiz, canlı, diri hale getirmeliyiz. Yani
tarihte kalmış dindarlık modellerini yaşamak yerine, bu asrı
anlayalım. Dinin üç temel boyutu var. İnanç, ibadet, ahlak. İnanç,
dinin dogmasıdır. Modernlikle, çağdaşlıkla, hayatın değişmesiyle
ilgisi yoktur. Akıl da, bilim de, vahiy de ilahi ışığın farklı
yansımalarıdır. Zaten din ile bilim arasında bir çatışma olamaz.
Bilim pozitif verilere dayanır. Din ise metafizik aydınlatmadır.
Yani din, bilim alanında bir iddia taşımaz. Niye o zaman dini,
bilimin eksenine oturtacağız, dediniz? O dini bilim. Ağzınıza
sağlık çok dikkatlisiniz. Din ile bilim arasında çatışma olamaz,
çünkü alanları farklıdır. Bilim bize pozitif veriler üzerine kurulu
muhakemeyi anlatır. Din ise bilimin gücünün yetmeyeceği,
uzanamayacağı temel değerleri ve gerçekleri açıklar. İbadetler,
simgesel davranışlardır. Onun için ibadetlerde reform, mümkün
olmayan bir şeydir. Bütün dinlerin, farklı ibadetlerin her birine
saygı duyuyorum. Böyle olunca da şu ibadet şekli, şundan daha
üstündür gibi bir derecelendirmeye gitmek hiç anlamlı değildir.
Peki dindarlığımızın güncellenmesi nasıl olacak? Bireysel ve sosyal
ahlakla olacak. Yani biz insanlarla ilişkilerimize yansıyan
dindarlığımızı, devamlı gözden geçirmek, bugünün realitelerini göz
önüne alarak, ahlakımızı sorgulamak, yanlışsa dönmek zorundayız.
Ahlakımızı bu toplumda yaşayan bir insanın, hassasiyet duyması
gereken noktalarda yoğunlaştırmaktan söz ediyorum. Sadece namazda,
oruçta, ritüellerde yoğunlaşmış bir dindarlıktan ziyade, hayatın
bütün ilişkilerine yansıyan davranışlardan söz ediyorum. Namazda
ayrı, hayatın diğer alanlarında ayrı bir dindarlık moda olmaz.
Dindarlık hayat boyunca, 24 saat bizi diri tutan iç denetimdir. Din
bilimlerini nasıl esas alacaksınız? Sağlıklı dini bilgi,
hurafelere, sapmalara, yobazlığa karşı bizi koruyan en büyük
silahtır. Biz insanlara din hizmeti sunarken, insanların dini
taleplerini, dini iradelerini göz önüne almak zorundayız. Yani
kendimiz bir akademisyen olarak veya bir yorumcu olarak din
konusunda herhangi bir kanaatimiz, farklı düşüncemiz olsa bile
insanların dindarlığını rencide etmeden, insanları üzmeden onları
eğitmek, onlara din hizmeti götürmek zorundayız. Diyanet,
Türkiye’deki tüm Müslümanların dini hayatlarını onaylayan değil,
göz önüne alan ve onları rencide eden değil, onları bütünleştiren
bir çizgide hizmet sunmak zorunda. Diyanet’in saygınlığını,
etkinliğini, verimliliğini korumak için, halkımızın dindarlık
tecrübesini de göz önüne alması lazım. Dindarlık fantezi üreterek,
kurguyla olmaz. İslamcı yazarlar hayallerini anlatıyor Bir İslamcı
veya din karşıtı bir yazar veya Alevilik üzerine yazan birisi, ele
aldığı olayı tanımlarken, ‘din şöyle olsaydı çok iyi olurdu’ diyor.
Sadece kendi bilgi birikimine göre bir din tahayyülüne geçiyor.
Günümüzde İslamcı yazarlar durum tespiti yapmaktan ziyade, kendi
ümitlerini, hayallerini, tasavvurlarını, İslam çerçevesinde
anlatmaya geçiyorlar. Halbuki bugün gelmedi din. 14 asırdan beri
din değişik coğrafyalarda, değişik kültürlerde yaşanıyor.
Bardakoğlu, isim vermeden bazı uzmanları eleştirdi: ‘Kur’ana göre’
diye başlayıp kişisel yorumlarını söylüyor “Kur’an’a ve İslam’a
göre başlayan cümleler tehlikelidir. ‘Benim Kur’an’dan ve İslam’dan
anladığıma göre’ denmesi lazımdır.” diyen siz değil miydiniz?
Doğru. Ama şimdi siz, Diyanet İşleri Başkanı olarak, “Ben
Kur’an’dan bunu anlıyorum.” mu diyeceksiniz? Biz sizin
söylediklerinizin, kişisel bir yorum olup olmadığını nasıl
anlayacağız? Biz Diyanet olarak dinin yorumu tartışmalarına
doğrudan girmeyi düşünmüyoruz. Buna zemin hazırlamayı, insanları
bilgilendirmeyi düşünüyoruz. Yani biz en son imkan sunup ve
gerekiyorsa hakemlik yapacağız. Ama bütün tartışmalara girip de
şahıslarla teke tek cedelleşmeyiz. “Kur’an’a göre, İslam’a göre”
diye başlayıp, kendi kişisel yorumlarını buna monte eden bir dizi
yazar, çizer ve vaiz var. Yazdıkları kitapların bir kısmında
gerçekten Kur’an’da ve Peygamber’in sünnetinde olan anlatılır.
Çoğunda da kendi kişisel yorumu, beklentisi, kızgınlığı, sempatisi
anlatılır. Biz bundan bir defa kurtarmalıyız. Yani temel İslami
metinlerde olanla, bizim yaptığımız yorumları birbirinden
ayırmalıyız. Mesela biri “İslam’a göre kadın savaşa gitmez.” der.
Diğeri “İslam’a göre kadın ön safta yer almalıdır.” der. Birisi
“İslam’a göre kadın devlet başkanı olmaz.” der. Biri “olabilir”
der. Biri “Kadın hakim olur.” der. Diğeri “olmaz” der. Bütün bunlar
kültürdür. Ben diyorum ki kültürle dini birbirinden ayırmalıyız.
Kur’an, dinin içinde belli bir saygınlığı olan kitaptır. Allah bu
kitabı gönderip bırakmamış işi. Ona bir peygamber göndermiş, 23 yıl
anlatmış bu işi. Mesela biz Kur’an’ın kutsal kitap olduğuna neden
hareketle inanırız? Peygamber öyle dediği için. Hah, ağzınıza
sağlık. Biz peygamberi kabul ettiğimiz için kitabı kabul ediyoruz.
Peygamber dese ki bu kitabın şu kadarı Allah’ın kelamı, şu kadarı
benim sözüm, yine ona inanacaktık. Demek ki, kitapla peygamber
arasında çok fazla bir şey yok otorite olarak. Onun için Kur’an
Müslümanlığı olmaz. Kur’an geldi, peygamber geldi, anlattı ve
dindarların bunu bir anlama biçimi oluştu. İslamiyet farklı
coğrafyalarda, tarihin farklı dönemlerinde yaşandı; ama birbirinin
çok uzağında ve hiç ilgisi olmayan insan ve dindar tipleri çıkmadı
diyebilir miyiz, diyemeyiz. Ama bunların bir ortak paydası var.
İşte Müslümanlığı bu ortak paydada aramalıyız. O yüzden kurgusal
İslam gerçeği yansıtmaz. İslam’a göre, Kur’an’a göre demek yerine,
ben bu çağda yaşayan bir birey olarak, ben okuduğum Kur’an’ı bu
şekilde anlıyorum, cümlesini kurmalıyız. Ben de böyle
konuşacağım.