Uçsuz bucaksız bir yer gibi
hissettiğimiz hayatın, aslında oldukça fazla sınırı var. Bazen
insanın kendi düşüncelerinde bazense diğer insanların çizdiği
sınırlar nispetinde hepimiz “dar” bir alana hapsolmuş dolayısıyla
da dünyayı kendimize “dâr” etmiş vaziyetteyiz. Zaten bu iki “dar”
arasına sıkıştırılan dünyaya, program, disiplin, uzmanlaşma,
verimlilik gibi birçok yeni sınırlar da eklemlenmiş üstelik. İlginç
olan ise insanın bu sınırlar içinde hapsolduğunu,
standartlaştırıldığını hissetmeyecek kadar uyuşturulmuş olması.
***
Medeniyetlerin devamlılığını
sağlayan, başka bir ifade ile insana, insanı aktaran mekanizmayı,
‘uzmanlaşma’ dediğimiz olgu tek başına adeta yerle bir etti.
Hayatımızla ilgili olan birçok konuyu “ben işin uzmanı
değilim” kabilinden konforlu bir cümleyle başımızdan defetmek
hoşumuza gitse de ‘kendi hayatına dokunamayan insan’ olmak bize çok
şey kaybettirdi.
Problemin biliniyor olmasına rağmen
herkesin durumdan memnun olması, işleri daha da girift hale
getirdi. Önceleri daha fazla sorumluluktan kaçmanın verdiği
rahatlıkla mutlu olan insan, sonraları kapalı devre bir hayat
sürmenin sebep olduğu birçok sorun karşısında kaçınılmaz olarak
mutsuz oldu.
Uzmanlaşmanın büyüklerimizin
deneyimlerine kulak tıkamamızı telkin etmesi, farklı isimlerle
adlandırdığımız kuşakların birbirinden daha fazla kopmasına neden
oldu. Hayatın içinde yaşayıp ondan doğrudan deneyimler elde
edilememesi insanı, hem hayattan hem de diğer insanlardan hoyratça
kopardı. Bu durum, büyük manevi bir kopuşu da beraberinde
getirdi.
Kendi hayatını idame ettirecek
kadar ‘uzman’ olmayan insanın, insana olan bağımlılığı artınca
manevi yön ve yol arayışındaki insan sayısı da aynı oranda azaldı.
Üretim ve sanayileşmenin vahşi bir şekilde devamlılığının
sağlanması gerektiğinin üzerine bir de uzmanlaşma, programlama,
moda gibi kavramlarla insan standartlaştırılınca insanın bir türlü
tamamlayamadığı eksik bir parçası daha oldu.
İnsana mekanik olarak duyulan
ihtiyaç, ruhu aç bıraktı ve insan makineleştirildi! İnsanın tıpkı
bir ürün gibi standartlaştırılmasının bir sonucu olan yeknesaklık,
kendimizi, kendimize yabancılaştırdı. Kendimizden kaçma
hali, ithal edilecek yeni bir kavramın gerekliliğine bizi
inandırdı. Bu durum, insan hayatının zaman odaklı olmasını ve
insanın makineleşmesi gerektiğini savunan modernite için mutlak
galibiyetin göstergesi oldu.
İnsanı yalnızlaştıran ve
standartlaştıranların işi, belirli bir zaman sonra oldukça
kolaylaştı; çünkü insan artık kendi kendini yalnızlaştırmaya
başladı. Elimize tutuşturulan sosyal medya, internet vb.
araçlarla kendimizi büyük, yalnızlaşmış insan topluluğunun tam
ortasında fakat acil çıkışa en uzak noktada
buluverdik.
Bugün sanal duvarlara bir yandan
hatıralarımızı yansıtıyor, bir yandan öfke ve şiddetle aynı
duvarları yumrukluyor bir yandan da yine aynı duvarlarda yalnızlık
duvarlarını yıkmaya çalışıyor ve izin verildiği ölçüde de geçici
hazlarla ödüllendiriliyoruz.
Modernite’nin insana yaşattığı
hazzın geçici olacak şekilde planlanması, insanın yalnız kalmasını
arzulayanlar, yalnızlığı devam ettirici araçların sahipleri ve
insanın bir parçasını hep eksik bırakmak isteyenler için oldukça
önemli. Yaşıyor olduğumuz, resmi, derinliksiz, samimiyetsiz
ilişkilerle bezeli ve başkalarınca planlanmış hayatımız da bu
atfedilen önemin bir yansıması. Bu plandan hemen sapmamız
gerektiğinin ehemmiyeti ve önceliği ancak ve ancak “daha kalabalık
fakat daha yalnız” olduğumuz dikkate alınırsa
anlaşılabilir.
Twitter; @MuratCahid