Kadını toplumsal yaşamda erkeğe bağımlı kılan ve onu ikinci
sınıf insan konumuna indiren anlayış, tarım toplumunun ve dini
kurumları temsil edenlerin ürünüdür. İslam dini kadın ve erkek
sıfatlarından ziyade insan-insanlar ifadesini kullanmaktadır.
Toplumların sağlıklı büyümesi için, kadının da erkekle birlikte
ilerlemesi gerekmektedir. Bu gerçeğin fark edilmesi ve zoraki
olarak kabul görmesi 300 yıllık bir geçmişe dayanır. Türkiye’de bu
gerçeğin ayrımına 19. yüzyıl sonlarında varılmıştır.
Kadının toplumsal statüsü çağdaş uygarlığın mihenk taşını
oluşturmaktadır. Türkiye’de kadın hakları, köyden kente göç
olgusunun doğurduğu sosyolojik sorunların yanında, siyasal
gelişmelerinde etkisine bağlı olarak dini kaynak göstererek
gerilemeye başlamıştır.
Türk kadınının sahip olduğu haklar, diğer İslâm ülkelerinin
kadınlarıyla kıyaslandığında çok ileri düzeydedir. Ancak
kadın-erkek eşitliğinin sağlanması ve kadın haklarının tam
anlamıyla hayata geçirilmesi için uzun ve zorlu bir yolun aşılması
gerekmektedir.
Kadının erkek karşısında ağırlığının zayıf kalmasındaki en
önemli faktör ekonomik temellere dayanmaktadır. Erkek egemen
toplumun ve ataerkil aile modelinin kökleri, avcılık ve
toplayıcılıktan tarım ekonomisine geçiş sürecinde yatar. İnsanlık
tarihinin ilk büyük devrimi olan tarım devrimi büyük olasılıkla
kadının bir eseridir. Bununla birlikte tarıma geçiş, kadının
sosyo-ekonomik statüsünü kaybetmesinin de başlıca nedenidir.
Ekonomik etkinliğin fizik güç kullanımına dayandığı tarım
toplumunda, fiziksel olarak kadından daha güçlü olması, erkeği ön
plana çıkarmıştır.
Hıristiyan teolojik felsefesi, kadını, “günahın sembolü” olarak
görürken Yunan mitolojisinde “şeytanın aracı” sıfatına sahiptir.
İslâm dininde kadın değerli olan ve hak sahibidir.
Türk toplumunda kadın ile erkek arasında aile içi ilişkilerde,
çocuğun eğitiminde, mülkiyet hakkının ve siyasal hakların
kullanımında eşitlik söz konusuydu. “Hatun”, ülke yönetimde “hakan”
ile eşit söz hakkına sahipti. İslâm öncesi Türk kültüründe kadın,
ata biner, silah kullanır, erkekle birlikte savaşlara katılırdı.
Alp geleneğini yansıtan destanlarda Selcan Hatun, Banu Çiçek gibi
kadın Alplere rastlanmaktadır.
Kültür değerlerindeki değişim, kadının bireysel ve toplumsal
konumunu geriletmiştir. Kadın ev içinde evin yardımcısı ve erkeğin
özel hizmetçisi; erkeğin ihtiyaçlarını karşılamakla, keyfini
yapmakla, çocuklarını doğurup yetiştirmekle görevlidir algısı fiili
olarak yaşanmaktadır.
Kırsal kesimde buna ek olarak, tarlada tohumun ekilmesinden
ürünün toplanmasına kadar üretimin her aşamasında bilfiil çalışan
bir tarım işçisidir. Mülkiyet ve miras hakkı sınırlandırılmış
olmakla beraber evlenme–boşanma konularında da çoğu zaman söz hakkı
olmayandır. Başı ezilen ve susturulandır.
Kadın, çalışma hayatında etkin biçimde yerini almalıdır. Buna
bağlı olarak, kadının toplumsal statüsü yeniden yükselmeye
başlamalıdır. Kadına yönelik olumsuz cinsiyet ayrımcılığı olduğu
gerçeğinin altı bir kez daha çizilmeli bu sorun aşılmalıdır.
“İnsan” merkezli bir anlayış hâkim olmalıdır.
Kadının sahip olduğu yaşamsal rol toplumu daha güçlü
kılacaktır.