Evrim kavramı en temel haliyle
insan gelişiminin evrelerini işaret eden bir olgudur. Temelde
fiziksel, zihinsel ve ruhsal açıdan değişim ve dönüşümü vurgular.
Soyun devamlılığını sağlayabilmek, bir nesil yaratabilmek nasıl ki
üremek ile mümkün ve açıklanabilir ise insanın varlığının bugünlere
gelişi de doğal seleksiyon dediğimiz kavram ile açıklanabilir.
Doğal seleksiyon evrimin bir çeşitidir. Doğa olaylarına, yaşam
koşullarına en hızlı adapte olabilen ve bunu sürdürebilecek güçte
olabilenin yaşamını davet ettirebilmesi ile karakterizedir. İnsan
da evrimin bir ürünü olarak bugünlere kadar gelebilmiştir. Doğa
olayları ve yırtıcı hayvanlar ile başa çıkabilmek adına mağaraya
sığınmış, karnını doyurabilmek için avlanmış, hastalandığında şifa
olması için ot toplamıştır. Bugünse aynıları geliştirdiğimiz
düzende varlığını korumaktadır. Güvenlik ihtiyacımızı karşılayan
korunakları yapılarımız, sağlıksal ihtiyaçlarımızı gideren
ilaçlarımız ve karnımızı doyurmak niyetiyle üretimin içinde yer
almamız… O halde her şey yerli yerindeymiş, her şey olması
gerektiği gibiymiş gibi görünen bu evrede neden bu soruyu sorma
ihtiyacı duyuyoruz? “İnsan kendi evrimini neden tamamlayamadı?”
Aslına bakılacak olursa evrimsel süreç bugün karşımıza mecburi bir
“medeniyet” dayatması ile çıkmaktadır. Dayatma olarak
değerlendirmemin sebebi tamamen ilkel benliğimize, asıl olan bize,
arzularımıza ket vuruyor olmasıdır. Oysaki o kadar da iyi bir
öğretmen ya da denetçi değildir. Bakıldığında en ufak bir boşluktan
sızma eğilimimiz de buna çok iyi bir örnektir. İmkan oldukça hız
sınırını aşmak, dersten kaytarmak, bir diğerine zorbalık ya da
mobbing yapmak gibi. Bunları hala daha sürdürebilen bir varlık
olarak İnsan henüz “yeterince iyi” olmuş değildir. Bu durum zaten
insan olmanın doğasında olan yıkıcılık ile ilişkilidir.
Kaçınılmazdır. Bir de işleri iyice güçleştiren dış etmenler vardır.
Örneğin haktan bahsederken bir diğerinin sınırlarını ihlal etmenin
yaratacağı olumsuz durumlardan bahsedilmemesi, ahlaktan bahsederken
sadece davranışsal boyutu gündeme alıp düşünce biçimindeki
kusurların düzeltilmemesi gibi. Eksik ve de yarım kalan öğretilerin
bizleri de aynı ölçüde eksik ve yarım kılması beklenilen de bir
şeydir. Eğitimin çöküşünün yarattığı boşlukların doğurduğu sonuçlar
bugün maalesef kurduğumuz medeniyetin sandığımız kadar da kudretli
olmadığını gözler önüne seriyor. Öğretim noktasındaki bilgi, kural
ve söylemlerimizi eğitim noktasındaki eylemlerimize dönüştürüp
işselleştiremediğimiz her an insanlık tarihinden biraz daha
yiyoruz. Bakıldığında yanlışa dur diyememenin oluşturduğu sistem
bizleri adeta dibe çeken bir kaosa sürüklüyor. Bununla birlikte var
olan ekonomik sıkıntılar, kültürel ve sosyal kısıtlılıkları
beraberinde getirip entellektüalizasyonu ortadan kaldırıp,
saldırganlığı da körüklüyor. Son dönemlerde çokça meydana gelen
sınır kavramının hem bedenimizde hem de ülke sınırları içerisinde
ortadan kalkışı tehdit algısını oluşturup hayatta kalmak için en
çok ihtiyaç duyduğumuz güvenliğimizi de tehlikeye atıyor. Her ne
kadar söylemlerimizde insan olmaya yaraşır, medeni, kültürlü,
saygılı birer bireyler olsak dahi bunları eyleme dökme noktasında
hala daha türlü sebeplerle zorlanıyor olmamız ne yazık ki bizi
maymundan farksız kılıyor.