Geçtiğimiz günlerde, Avrupa’da
faaliyet gösteren bir gıda firmasının ‘insan eti tadında’ hamburger
ürettiği ve müşterilerinin beğenisine sunduğu şeklinde haberlere
şahit olduk. Bu şahitliğimiz, şirket yetkilisi olan kişinin, insan
eti tadında olduğunu beyan ettiği hamburgerin ‘kendini şımartmak
isteyen’ müşteriler için özel olarak geliştirildiğine dair
ifadeleri sonrasında yerini dehşetengiz bir ruh haline bıraktı.
Modern çağda, gösterilenle gerçek
arasında her defasında büyük bir fark olduğunu bilsek de ve bu
durum kısa süreli şoklara girmemize neden olsa da bu halin genel
geçer bir kural olduğunu söylemek oldukça zor. Batı’nın insanlığa
sunduğu katkının faydadan daha çok zararı olmasına ve bu katkının
insani saiklerle yapılmadığını bilmemize rağmen Batı’nın
söylediklerini mutlak doğru olarak kabul etmek, yaptığımız en büyük
yanlışlardan.
Akli dengesi yerinde, normal bir
insanın yukarıda bahsedilen haberi midesi bulanarak okuması normal
görülebilir fakat Avrupa’nın, başka milletlerden olup ilkel diye
tabir ettiği kabilelere ‘yamyam’, ‘insan kanı içenler’ vs. gibi
ithamlarda bulunup elindeki tüm araçlarla dünyayı buna inandırmaya
çalışması ancak “Batı kurnazlığı” ile açıklanabilir.
Kısa bir zaman dilimi denemeyecek
kadar uzun bir süreyi kapsayan ve kendi uygarlığının kara lekeleri
diyebileceğimiz tüm olgular; gizlilik, kendinden uzak tutma ve
köşeye sıkıştığında bilimsel bir temele oturtma çabalarına rağmen
bugün hala Batı’da inkâr edilemiyor. Vahim olayların üzerinden
yüzyıllar geçmesine rağmen Batı, geçmiş travmalarından kurtulmak,
yeni nesle bunu izah edebilmek için rasyonaliteyi kullanıyor ve
insan onuruna yakışmayan, dine ve yaratılışa aykırı olan bu
durumlar için “bilimsel gereklilikleri” öne sürüyor.
Batı, yalnızca araç icat etmiyor,
aynı zamanda onları en etkin şekilde kullanmayı da biliyor.
Örneğin, film ya da çizgi filmlerde ıssız bir adaya ya da balta
girmemiş ormanlardan birine düşüldüğünde, bizi gizliden gizliye
izleyen ve asıl amacı yabancı insanları yemek olan yamyamların
takibinde olduğumuz tüm medeni dünya insanlarına öğretilmiştir.
Kristof Kolomb, -ispat edilmiş
olmamasına rağmen- 1492 tarihli günlüğünde, adaya ayak bastığı anda
orada yaşamakta olan yamyam kabilelerin kendisine saldırdığını
yazar. Fakat Avrupa’nın 17-19. yüzyılları kapsayan ve
bilimsel/rasyonel temellere oturtulmaya çalışılan vahşi tarihini
araştırdığımızda bu konuda büyük ve tarihi bir hata yatığımızı
anlarız.
Batı’nın, ilkel kabilelerin
zenginlik kaynaklarını ele geçirmek için yamyamlığı öne sürmesi, o
günün şartlarına göre oldukça iyi bir neden (!) olarak görülebilir.
Fakat Kristof
Kolomb'un yamyam
oldukları gerekçesiyle milletlerin zenginlik kaynaklarına
çökmesinin, günümüzde Irak’ın kimyasal silahlardan arındırılması,
Afganistan’ın terör örgütlerinden temizlenmesi, Ortadoğu’ya
demokrasi getirilmesi vb. gibi gerekçelerden hiç bir farkı
yok.
Trajik olan şey aslında şu; insanı,
hatta medeniyetleri sahip olduğu tüm zenginlikleriyle beraber
yamyam gibi yutanların, yok edici araçları geliştirip
uygulayanların ve hatta "insan etli hamburger"e aşerenlerin
günümüzde hala “kurtarıcı” olarak görülmesi.
Twitter/MuratCahid
İnstangram/mcahidk