İmtiyazlarını kaybedenler her yola başvuruyor
Abone olBaşbakan Recep Tayyip Erdoğan, "Demokrasi güçlendikçe imtiyazlarını kaybedenler var bu ülkede. Değişimi engellemek için her yola başvuruyor...
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, "Demokrasi güçlendikçe
imtiyazlarını kaybedenler var bu ülkede. Değişimi engellemek için
her yola başvuruyorlar" dedi.
Başbakan Erdoğan, Ankara’da düzenlenen ‘Uluslararası Kamu
Denetçiliği’ konulu sempozyuma katıldı. Erdoğan, hükümet olarak 11
yıl boyunca Türkiye’de devlet-vatandaş ilişkilerini böyle bir temel
üzerine inşa etmek için çok büyük bir mücadele verdiklerini
belirterek, "Hükümet olarak birçok kararlarımızın önünde bürokratik
oligarşiyi bulmamıza rağmen, reformlarımızın bürokrasi kanallarında
zorlandığını görmemize rağmen, bugüne kadar kararlılıktan hiç taviz
vermedik. Bundan sonrada reformlarımızı hız kesmeden sürdüreceğiz
bürokrasinin de toplumun hızına yetişebilmesi için samimiyetle
cesaretle mücadele edeceğiz" dedi.
"ER YADA GEÇ..."
"Devleti milletin hizmetkarı olarak yeniden şekillendirebilirsiniz.
Yargıyı en ideal anlamda bağımsız hale getirebilirsiniz.
Özgürlükleri temel hakları anayasa ve yasalarla kayıt altına
alabilirsiniz. Ancak zihniyet devrimi gerçekleşmediği sürece
yapılanlar sadece kağıt üzerine kalacak ve pratik teorinin çok
arkasından gidecektir" diyen Erdoğan, "Devlet şeffaf olabilir, eşit
olabilir. Devlet kağıt üzerinde en ileri hakları vatandaşına temin
edebilir. Ancak bürokrasinin zihniyeti değişmiyorsa, kendisini yeni
şartlara hazırlamıyorsa, işleyiş mutlaka eksik kalacaktır. Şunu
açık yüreklilikle ifade etmek durumundayım, son 11 yılda önemli
reformlar yaptığımız halde, zihniyet devrimi geriden geldiği için,
reformlarımızın topluma yansıması zaman almaktadır. Bunun vakit
alacağını elbette biliyoruz. Ancak er ya da geç zihniyet devriminin
gerçekleşeceğine inanıyoruz. Bundan sonra da reformlarımızı hız
kesmeden sürdüreceğiz. Samimiyetle cesaretle mücadele edeceğiz.
Türkiye 1946’da ilk kez çok partili seçim yapmıştır. Seçmen ve
sandık kültürü toplumda karşılık bulmuştur. Çok partili sistem
Türkiye’de son derece hızlı şekilde kabul görmüş, seçmen ve sandık
kültürü çok hızlı şekilde toplumda karşılık bulmuştur. Türkiye
içinde bulunduğu zor coğrafyada sandığın, milli iradenin
demokrasinin gücüne inanan bunu özümseyen bunu çok hızlı yaşam
tarzı haline getiren örnek bir ülke olmuştur. Son 11 yıl içerisinde
gerçekleştirdiğimiz birkaç reformu burada söylemek isterim. Devlet
Güvenlik Mahkemelerini biz kaldırdık. Ülkemizin belli bölgelerinde
devam eden oğlan üstü hale son verdik. Vatandaşlıktan çıkarılanlara
halklarını biz iade ettik. Yerleşim yerlerine eski isimlerinin
verilmesinin önünün biz açtık, bürokrasiyi biz azatlık.
Cumhurbaşkanın halk tarafından seçilmesi talebini biz yerine
getirdik. Askeri yargının yetki alanının daraltılmasını, yüksek
askeri şura kararlarına karşı Yargı yolunun açılmasını biz
sağladık. Anayasa Mahkemesi, bireysel başvuru hakkını biz getirdik.
İşkenceye sıfır telorans dedik ve kararlılıkla uyguladık. Kültürel
hakların, çocuk ve kadın haklarının kullanılmasında adeta sessiz
devrimleri biz gerçekleştirdik. Yargı da ifade hürriyetinde temel
hak ve özgürlüklerde tarihi nitelikte reformları hayata geçirdik.
Bunlar 11 yılda yaptığımız reformların sadece bir kısmıdır. Bize
neler demediler ki Türkiye bölünür, parçalanır, toplumsal huzur
bozulur, devlet gücünü kaybeder, hiçbir temeli olmayan eleştiriler
yapılmış, engeller önümüze çıkarılmış bu reformlar engellenmeye
çalışılmıştır. Ancak bu kaygıların, eleştirilerin tam tersine bu
reformlarla Türkiye’yi güçlendirdik, toplumsal huzurun artığını hep
birlikte gördük. Engelli vatandaşlarımıza görülmemiş imkanları her
alanda biz getirdik. Türkiye’de siyasi partiler medya dahi
reformlara karşı çıkarken, hükümetimiz bu reformları
gerçekleştirmiştir.
Şu hususun altını özellikle çizmek istiyorum. Bundan 11 yıl önce,
bir siyasetçinin, bir siyasi partinin her konuda konuşma özgürlüğü
yoktur. Belli konular adeta mayınlı araziydi. Şahsım, ben Talim
Terbiye Yüksek Kurulu’nun övgüyle bahsettiği kitaplarda yer alan
bir şiiri okuduğum için mahkum oldum. Bundan dolayı ben hapiste
yattım. Kimse şu anda bunu görmüyor, bize saldıranlar. Burası çok
manidardır. Şu anda yazarken çizerken bırakın eleştiriyi, eleştiri
sınırlarını açarak bize hakaret etme özgürlüğüne sahip olanlar şuan
da bizi, bizim düşünce özgürlüğümüz yok diye eleştiriyor, bunu
anlamak mümkün değil. Küfre varıncaya kadar bunları yapabildikleri
halde hala kalkıp özgürlüğümüz yok diyebiliyorlar. Fakat biz şu ne
der bu ne der diyerek, siyasi partiler dahi kendilerini kısıtlamak
zorunda kaldılar. Biz doğru neyse o istikamette yürüdük. Bundan 11
yıl önce gazetelerde her manşeti atabilmek, her konuda yazabilmek
mümkün değildi. Özellikle devlete sirayet etmiş çetelerden
korkuluyordu. Hükümetimiz medya yazarlar üzerindeki tüm bu
korkuları ortadan kaldırılmıştır. Gösteri basın açıklaması yapmanın
neredeyse imkansız olduğu, çok sert karşılıklar bulunduğu
Türkiye’den, şimdi ise şiddete başvurmadığı sürece vatandaşların
haklarını kullanmaları imkan dahilindedir" şeklinde konuştu.
TÜRKİYE’NİN AB ADAYLIĞI
AB adaylığı konusunu da değerlendiren Erdoğan, "AB’ye üye olmak
için aday durumundaki Türkiye. Bizden sonra gelen çıraklar usta
durumuna gelip AB’ye alındılar. 11 yılda çok önemli reformlar
yaptığımız halde, AB standartlarını yakalamış ve bazı standartları
aşmıştır. Bakınız 23 ve 24. Fasılları açılması noktasında, AB’nin
şartı ki, hak ve yargı konusunu ilgilendiriyor. Biz hazır haldeyiz
şu an. Faslı engelleyen kimdir güney Kıbrıs. Siyasi nedenlerle
AB’ye üye yapılan, daha sonra AB üyesi bazı ülkelerin, ‘biz yanlış
yaptık’ diyenlerdir. Bunun başında sayın Merkel gelmektedir. Güney
Kıbrıs’ın konumu durumu bellidir. Burada yabancı misafirlerimizin
katıldığı bu toplantıda özellikle değinmek istiyorum. Özellikle de
AB’nin veyahut da bazı çevrelerin hükümetimize karşı karalama
kampanyası olmuştur. Biz tabi bunun AB’deki dostlarımız tarafından
yürütülüyor olması için özel bir gayreti gösteriyoruz. Tutuklu ve
hükümlü gazeteciler diyorlar. Tutuklu ve hükümlü gazeteciler
konusunda, Avrupa ve dünya yanlış şekilde bilgilendirilmektedir.
Türkiye’deki ifade özgürlüğü konusunda yanıltıcı biçimde
bilgilendirilmektedir. Biz şu özeleştiriyi memnuniyetle yaparız.
Tabi ki yüzde yüz her şeyi çözdük iddiasında değiliz. Örneğin, bir
seyahatte Almanya’daydım. Oradan birileri bize doğru yöneldi. Alman
polisi hemen gitti, bileğine sarıldı, dirseğinden çevirdi, yere
yatırdı ve tekmeledi. Alman polisi. İngiltere’de Londra’da neleri
yaşadık. Fransa’da neleri gördük. Bu kötü örnekleri örnek olarak
almıyoruz. Ama bizim polisimiz dayak yemiştir. Son anına kadar
tahammül etmiştir. Biber gazı sıkmak, AB mevzuatında zaten var. Ha
burada, açısını derecesini isabetli bir şekilde kullanmamış
olabilir ki, gereği zaten yapılıyor. Ama biber gazı kullanılamaz
diye bir şey AB mevzuatında yok. Su kullanılabilir, ama gerçek
mermi kullanılamaz. Ama gerçek mermi, polise karşı kullanılıyorsa
buna ne demeli? Bunlar karşısında polis ne yapacak? Gerçek mermiyle
yaralanan, hatta ölen polislerimizde olmuştur. Ama bunlar
görülmeden, bilinmeden veya dezenformasyon yapılıyor" dedi.
"YEŞİLE HASTAYIM"
Kendisinin belediye başkanlığı yaptığını hatırlatan Erdoğan,
"Yeşile hayranım, hastayım. Bu işi çok severim. Bize çevre düşmanı
yaklaşımı içinde olmak bize karşı haksızlık olur. Özellikle
attığımız adımlarda, atacağımız adımlarda, bizim gösteri ve
yürüyüşlerde hukuk içinde haklarını kullananlara, sadece biz onları
koruruz. Onlara karşı herhangi bir tavrın olmasına müsaade etmeyiz.
Türkiye Cumhuriyeti’nin seçimle gelmiş, demokratik yollarla gelmiş
hükümetini, dünyaya diktatör olarak lanse edenlerle bir şeyi
konuşmam lazım. Ülke geneline ve dünyaya hitap ediyorum. Bakın
Suriye’de yüz binler öldürüldü, öldürülüyor. Peki batı nerede?
Attığı bir adım var mı? Sadece konuşuyor. AB ne yapıyor? AB
Mısır’daki darbeye, darbe diyememiştir. Sadece müdahalede
kalmıştır. O zaman darbeyi bize tanımlasınlar. Darbe nedir? Demek
ki o zaman aklına geldiği zaman bu tür darbeler yapılabilir.
Sandığın içinden çıkmak hiç önemli değil. üzülerek söylüyorum,
çoğunluğun azınlığa tahakkümü. Bu konuşuluyor. Yani çoğunluk, eğer
halkından ülkeyi yönetme yetkisi almışsa, ülkeyi yönetir.
Zulmediyorsa, bir yanlış yapıyorsa, yargı niye vardır? Bunları
yargılamak için vardır. Sandık niye vardır, onu indirmek için
vardır. Ama böyle diyerek, azınlığın veya seçkinlerin çoğunluğa
tahakkümünü neyle izah edeceksiniz? Bakıyoruz ki Danıştay gibi
önemli bir karar alıyor bu ülkede. Aldığı karar, başı örtülü
olanlarla ilgili bir olumlu karar. Şu anda hukukçu, akademisyen,
avukat neyse, birisi de çıkıyor diyor ki, biz bunu kınıyoruz,
üzüntü duyuyoruz. Bu nasıl iş? Bir taraftan inançlara saygıdan
bahsedeceksin, bir taraftan inancının gereğini yerine getirenlere
karşı böyle bir tavrını dile getireceksin. B’unu üzüntüyle
karşılıyoruz’ diyorsun. Yıllarca bu ülkede azınlık konumunda
olanlar bunlara sabrettiler. Molotofu alıp sokağa çıkmadılar. Böyle
bir karar alınınca da şimdi rahatsız oldular. Biz bütün
vatandaşlarımıza hep saygı duyuyoruz. Bugüne kadar da bunu yerine
getirmenin bahtiyarlığı içerisindeyiz. Biz cumhuriyet tarihinin en
köklü, en demokratik reformlarını gerçekleştiren bir hükümetiz.
Demokrasi güçlendikçe imtiyazlarını kaybedenler var bu ülkede.
Değişimi engellemek için her yola başvuruyorlar" diye konuştu.
(İHA)