İmkansız aşk ruhu yüceltebilir. Peki ya imkansız siyaset?

Derin acıların sebep olduğu yalnızlığın, içe kapanmanın, insanlığa küsmenin anlatımı var o hikayede.Her şey Berlin’de başlıyor.

Levent Gültekin levent@internethaber.com

Sebahattin Ali’nin şaheser aşk romanı: Kürk Mantolu Madonna.

62 baskı yapmış bir kitap. 70 yıldır her kuşağın beğenerek okuduğu bir hikaye. Hâlâ taptaze.

Derin acıların sebep olduğu yalnızlığın, içe kapanmanın, insanlığa küsmenin anlatımı var o hikayede.

Her şey Berlin’de başlıyor.

Raif Efendi, babasının fabrikasını yönetmek üzere sabun imalatını öğrenmek için Berline’e gider.

İmalatın püf noktalarını öğrenmek için sabun fabrikasında çalışmaya başlar ama bu işe pek hevesi yoktur.

Bir süre sonra da mevzudan uzaklaşır.

Zamanının önemli bir kısmını dil öğrenmeye harcar.

Şehirdeki tüm müzeleri defalarca gezer.

Yeni açılmış bir resim sergisine gider. Gördüğü bir kadın portresi onu adeta büyüler.

Saatlerce karşısında durup resmi seyreder.

Resimdeki hanımefendi Kürk Mantolu Madonna’dır.

Tarif edilmez bir duyguya kapılır.

Bir gün sokakta tesadüfen Kürk Mantolu Madonna’ya rastlar ve onu takip eder.

Aşık olduğu bu kadın, akşamları bir restoranda şarkı söyleyen Maria Puder’dir.

Maria Puder, galeride tablonun başında tanıştığı, aynı zamanda o tablonun da ressamı olan kişidir.

Tereddütle başlayan ilişki derin bir aşka dönüşür.

Acı, tatlı günlerin ardından, Maria’nın geçirdiği ağır hastalık sürerken Raif Türkiye’den bir telgraf alır:

“Baban öldü, acele gel.”

Raif Efendi, Türkiye’ye döner. İlk fırsatta Maria’yı da Türkiye’ye davet edecektir.

Raif, Türkiye’ye dönerken Maria da, annesinin yanına, Prag’a taşınır.

Karşılıklı birkaç mektuptan sonra irtibatları kopar.

Maria’nın kendisini terk ettiğini düşünen Raif, Maria’yı nerede nasıl arayacağını bilemediği için derin bir eleme duçar olur.

Kalbindeki aşk acısı giderek büyür.

Ve “İnsanların en kıymetlisi, en iyisi, en sevgilisi bana en büyük kötülüğü etmişti.  (…) En inandığım, en güvendiğim insanda aldanmıştım. Başkalarına emniyet edebilir miydim?” diyerek hayata küser.

Bir zaman sonra evlenir, çoluk çocuğa karışır. Fakat etrafında olup biteni duymaksızın, beyhude bir ömür sürer.

***

Tarih boyunca, aşk, hayata anlam kazandıran en önemli duygu olarak algılandı.

Hem de tüm kültürlerde.

Umutsuz, imkansız aşk ise en büyük dertlerden biri kabul edildi.

Birçok şiirde, şarkıda; ayrılık, ölümden daha büyük bir bela diye anlatılır.

***

Sevdiğinden ayrı düşmek, büyük bir derttir. Tamam.

Peki ya kavuşmak?

“Âşık, maşuğa kavuşunca aşk biter” sözü de yabana atılır gibi değil.

***

Kürk Mantolu Madonna’dan tam 70 yıl sonra, 2013’te, yönetmen Spike Jonze’un anlattığı hikayeye, Her (Aşk) adlı filme bir bakalım.

Film bizde bu hafta vizyona girecek.

Spike Jonze adeta Raif Efendi’nin yalnızlığına dijital bir çözüm üretmiş.

Yaşadığı aşklardan, ilişkilerin tekdüzeliğinden, insanların yüzeyselliklerinden sıkılmış Theodore’un ilginç aşk hikayesi şöyle:

Sezgileri olan, kullanıcılarla sohbet edebilen bir işletim sistemi üretilmiştir.

Asosyal bir hayat süren Thedore Twombly bu programdan bir tane alır, bilgisayarına yükler.

Karşısındaki yapay zekalı ve yapay gönüllü sanal robota Samantha adını verir.

Samantha, tüm işlemleri Theodore’un sesli komutuyla yapmaktadır.

Mailleri okur, nasıl cevap vermesi gerektiği konusunda önerilerde bulunur ve cevapları yazar.

Theodore’un ihtiyaç duyduğu bilgileri derler.

Flört mesajları konusunda ‘kadın ruhuyla’ tüyolar verir.

Zamanla, Therodore’un Smantha ile yaptığı konuşmalar,  duygusal bir yoğunluk kazanır. Hayatının odağı haline gelir.

Her zaman, her yerde yanında artık yalnızca Samantha vardır. Onunla dertleşir, onunla güler, onunla nefes alır...

Derken, Samantha, “Bir insan gibi hissetmeye başladım” diyerek Theodore’a aşık olduğunu ima eder.

Zavallı Theodore, cisimsiz, yapay, hatta sanal bir “kadın”a gönlünü kaptırmıştır artık…

***

Kürk Mantolu Madonna, uzun yıllardır en çok beğenilen, en çok okunan romanlardan biri oldu.

Her de şimdiden büyük ilgi topladı.

Umutsuz, imkansız aşk hikayelerinden; feodal çağda da, sanayi çağında da, dijital çağda da vazgeçilemiyor.

Acaba siyasette de aynı denklem geçerli mi?

Hiç sanmıyorum.

Aşkta kaybetmek, belki aşkı yaşatmanın bir yoludur.

Olgunlaşmanın bir aşaması bile kabul edilebilir.

Fakat siyasi olarak, toplumsal olarak uğratıldığımız kayıplar; bizi yalnızca sefalete sürüklüyor. twitter.com/acikcenk