'IMF, ekonomik terör örgütüdür!'
Abone olATO Başkanı Sinan Aygün, Türkiye’nin IMF’den vazgeçmediği sürece ekonomisini refaha kavuşturamayacağını düşünüyor. Aygüne göre IMF bir ekonomik terör örgütü..
ATO Başkanı Sinan Aygün, Türkiye’nin IMF’den vazgeçmediği sürece
ekonomisini refaha kavuşturamayacağını düşünüyor.
Ø Hükümet 600 günü tamamladı. Enflasyon düşüyor, faizler düşüyor,
dolar düşüyor, ihracat artıyor, ekonomi düzeliyor deniyor. İddia
bu, manşetler bu, beyan bu sayın Aygün. ATO da Türkiye’ye bakınca
bu tabloyu mu görüyor?
Ekonomide güllük gülistanlık bir tablo göremiyorum. Reel faizler
hala çok yüksek. İhracat artıyor deniyor ama ithalat da artıyor.
Cari açık alarm veriyor. 2004’ün ilk beş ayında 8.8 milyar dolara
ulaştı. İşsizlik oranı yüzde 12. Asgari ücret, yoksulluk sınırının
beşte biri kadar. Yani bir asgari ücretlinin yoksulluk sınırında
yaşaması için şu anda aldığı ücretin 5 katını alması gerekiyor.
Böyle bir tablo için güllük gülistanlık denilebilir mi? Enflasyon
dışındaki bütün göstergelerde ciddi bir hassasiyet var. Bir
anlamda, bıçak sırtında yürüyoruz.
Ø Ülkeye ucuz ithal mallarının girişinin önünün açılması üretimi
nasıl etkiliyor peki?
Tabii ki olumsuz etkiliyor. Adam ucuza mal ithal etmek dururken
niye üretim yapsın ki? Türkiye’de üretim yapmak dünyanın en zor
işi. Niye böyle söylüyorum? Elektrikten örnek vereyim. Neredeyse
dünyanın en pahalı elektriğini Türk sanayicisi kullanıyor. Bunu ben
söylemiyorum, OECD söylüyor. 2003 yılı itibariyle OECD’ye üye 23
ülke arasında en pahalı elektrik Türkiye’de. OECD ortalaması, üçte
iki oranında daha ucuz. İstihdam üzerindeki ağır vergi yükü, diğer
girdi maliyetlerinin yüksekliği de hesaba katılırsa, üretim yerine
ithalat yapmak daha karlı. Son 5 yılda 116.4 milyar dolar dış
ticaret açığı vermemizin başka bir izahı olabilir mi?
Hükümet IMF’yle zoraki nikah tazelemesin!
Ø Malezya ziyaretinde Başbakan, 2004’ten sonra IMF’yi kovacaklarını
söylemişti. Şimdi AKP Hükümeti’nin 3 yıllık yeni bir Stand-By
Anlaşması imzalaması halkımız ve ülke için ne anlama geliyor? Bu
gidişin sonunda siz ekonomide yeni bir kriz öngörüyor musunuz?
Malezya, gerçekten örnek alınması gereken bir ülke. IMF, bugüne
kadar 89 ülkede program uyguladı. Hepsi de battı. Bir tek Malezya,
IMF programını reddetti ve kendi programını uygulayarak düzlüğe
çıktı. IMF’yi ekonomik bir terör örgütü olarak görüyorum.
Ekonomimize verdiği hasara bir bakacak olursanız, az bile
söylediğimi anlarsınız. IMF ile geçen son beş yıl Türkiye’nin hasar
yılları. IMF politikaları nedeniyle son 5 yılda 20 milyar dolardan
fazla cari açık verdik. Programa başlandığından beri, cari açıktan
kaynaklanan 30 milyar dolarlık bir kaynak yurtdışına transfer
edildi.
Programa başladığımız 1999 yılında 145.3 milyar dolar olan iç ve
dış borcumuz, yüzde 108 arttı. 300 milyar dolar sınırına dayandı.
Kişi başına borç 5 yılda 1912 dolar arttı. Kişi başına gelir ise
sadece 504 dolar oldu. İşsizlik oranı yüzde 7.7’ydi, yüzde 12’ye
çıktı.
Hükümetin, IMF ile yeni bir Stand-By Anlaşması yapması “zoraki
nikah tazeleme” anlamına geliyor. Türk halkının kendine güveni
sarsılıyor. “IMF’siz başaramayız” kanısı yerleşiyor. Halbuki
başarabiliriz. Malezya nasıl başardıysa biz de başarabiliriz.
Ø Hükümetin Acil Eylem Planı diye ilk bir yılda gerçekleştireceğini
açıkladığı başta ekonomik icraatlar olmak üzere diğer çalışmalarını
bugün değerlendirmek gerekirse, AKP iktidarının performansı nedir,
son 10 ya da 20 yılın iktidarları arasından 10 üzerinden kaç puan
alır?
Hükümet, vergi barışı ve sicil affı gibi olumlu icraatlara imza
attı. Ancak henüz üretime, istihdama, yatırıma dönük ciddi bir
adımdan söz etmek mümkün değil. Hükümetin performansını
değerlendirirken haksızlık yapmamak için Türkiye’nin birikmiş
sorunlarının ağırlığını da hesaba katmak lazım. Ancak, hükümetin
tek parti hükümeti olmak gibi bir gücü de var. Bunu da görmezden
gelemeyiz.
Ø Ecevit Hükümeti döneminde 35 milyar dolar olan dış borç
ödemesinin AKP döneminde 46 milyar dolara yükselmesi, iç ve dış
toplamda ise 300 milyar dolarlık bir borç -hiç temenni etmeyiz ama-
Osmanlı’nın sonuna benzetmez mi bir devleti? Bu yöneticiler, bu
tehlikeyi göremiyor mu?
Biraz tarih bilen herkes, bu gidişin Osmanlı’nın son dönemlerine
benzediğini görür. Osmanlı, ilk borcunu, 1854 yılında, Kırım
Savaşı’nın masraflarını karşılamak için aldı. Yaklaşık 3.000.000
sterlin.Bu paradan ele ancak 2.5l4.9l3 lira geçti, gerisi faize
gitti. Bu para yetmeyince 1855’te 5.500.000 lira daha borç alındı.
Sonraki yıllarda da borçlanma devam etti. Avrupa bankerleri ve
bezirganları, Osmanlı’yı borç almaya zorladılar. Devrin paşalarına
rüşvetler vererek onları kullandılar. Borç ödenemez hale gelince,
1881’de, bugünkü IMF’nin atası Düyun-u Umumiye kuruldu. Osmanlı’nın
en önemli vergi gelirlerine el koydu. Bugün yaşadıklarımız, tarihin
tekerrürüdür. Çünkü tarihten ders almadık. Osmanlı Devleti çökünce,
borçların bir kısmını Türkiye Cumhuriyeti üslendi. Ve bu borcu 1954
yılında bitirdi. Yani 1854 yılında alınan borç, tam 100 yıl sonra
bitirilebildi. ABD, meydanı boş buldu!
Ø Sayın Aygün ekonomiden dış politikaya dönersek, Kuzey Afrika’dan
Güney Asya’ya kadar bütün bir İslam Alemine hegemonya kurmak
isteyen ABD’nin Büyük Ortadoğu Planı’nda Diyarbakır’ın bir yıldız
yapılmak istenmesi ne anlama geliyor sizce?
Büyük Ortadoğu Projesi’ne Büyük Ortadoğu Petrolleri demek daha
doğru olur herhalde. Türkiye'nin ulusal güvenliği açısından çok
önemli bir konu. Meydanı boş bulan ABD, dünya imparatorluğuna
soyundu. Bu hedefe ulaşmak için yürürlüğe sokulmak istenen bir plan
bu. 15-20 yıllık petrol stoğu kalan Amerika, Ortadoğu petrollerinin
üzerine oturmak istiyor. Afganistan ve Irak’ın işgali ile düğmeye
bastı. Bunlar malum. Türkiye, bu projenin neresinde? Kuzey Irak’ta
resmen olmasa bile fiilen hayata geçen Kürt devleti, bu projenin
Türkiye’yi tehdit eden ilk adımlarından biri. Türkiye’nin
Güneydoğusu da buraya eklenmek isteniyor.
Ø Son aylarda artan terör olayları ne anlama geliyor?
Türkiye, IMF eliyle ekonomik abluka altına alınarak, Büyük Ortadoğu
Projesi’ne boyun eğmeye zorlanıyor. Türkiye’yi bölmeye yönelik bir
proje ile karşı karşıyayız.
Ø Sayın Aygün, Tapu Kadastro’nun 14 Temmuz 2004 tarihli İstatistik
Raporu’na göre başta Yunan, İsrail, Alman ve Amerikan olmak üzere
tam 68 ülkenin vatandaşı olan 44 bin 740 yabancı, Türkiye’nin 70
ilinde toplam 273 milyon 408 bin 392 bin metrekare toprak ve mülk
satın aldı. Bu ülkenin vatandaşları; tarlası, toprağı, binası neyi
var nesi yok, satıp Avrupa Birliği ülkelerinde temizlik işçisi
olmak için vize kuyruklarında sabahlarken, madem bu ülke değersizse
bu yabancılar niye böyle akın ediyor? AB hayali bizim milletin
basiretini mi bağlamış, yoksa bu yabancılar mı değersiz araziye
para bağlayacak kadar aptal? Sizce durum nedir?
Yabancıların toprak alımı ile ilgili gelişmeleri çok yakından
izliyorum. Bu saydığınız ülkelere Suriye’yi de eklemek lazım.
Suriye, Hatay’da binlerce dekar toprak satın aldı. Türkiye’nin dış
politikasını zora sokacak sözler sarfetmek istemiyorum ama
endişelerinizi paylaşmamak mümkün değil.
Sıkı bir ekiple çalışıyorum
Ø Sayın Aygün,”Dilenen Türkiye, Plastikleşen Hayatlar, Demiryolları
raporu vs. Bakanlar bile sizi kıskanıyor. Çünkü Ülkede kamu ve özel
yüzlerce, binlerce kurum çeşitli raporlar yayınlıyor. Ama hiçbiri
ATO’nun raporu kadar ses getirmiyor. Sinan Aygün kadar medyada yer
almıyor. Medyaya da konu olan bu ekip nasıl çalışıyor, özelliği ne,
sizi bir hayli popüler kılan bu rapor ve araştırma fikri nasıl
doğdu?
10 kişilik sıkı bir halkla ilişkiler ekibim var. Dördü sizin
meslekdaşlarınız. Yani gazeteci kökenli. Özel sektör deneyimi olan
ve dil bilen halkla ilişkiler uzmanları, işletmeciler de var
ekipte. Ele alacağımız konuları sabah toplantılarında belirliyoruz.
Her sabah bir saat oturup Türkiye gündemini masaya yatırıyoruz ve
çalışma konularımızı belirliyoruz.
Türkiye’nin gündemini sıkı bir şekilde takip eden, bilgiye nasıl
ulaşacağını bilen bir ekip. Türkiye’nin gerçek sorunlarına dikkat
çekmek için daha ayrıntılı çalışmalar yapmaya girişince bu raporlar
ortaya çıktı. Raporlarımızın hemen hepsi kamuoyundan büyük ilgi
gördü. Ancak en çok ses getiren raporlarımız, Türkiye’nin sosyal
sorunlarını ele aldığımız “Neler Oluyor Bize” çalışmamız, işporta
ve mafya konusundaki raporlarımız oldu.
Ø Türkiye’nin ve milletimizin koca bir Osmanlı Dünya Devletinden
sonra 20. yüzyıl boyunca yaşadığı geri kalmışlık ve üçüncü dünya
sınıfına mensup olma durumundan bugünlerde sıyrılarak yeniden büyük
devlet olma sürecine girdiğini görüyoruz. Bize bir 20. yüzyıl
analizi de yaparak, 21. yüzyılda dünyayı ve Türkiye’yi nasıl bir
gelecek beklediği konusunda bizi aydınlatır mısınız?
20.yüzyıl dünyanın en kanlı savaşlarının yaşandığını, en çok
insanın öldüğü bir yüzyıldı. İki büyük dünya savaşı da 20.yüzyılda
meydana geldi. İmparatorluklar çöktü. Dünyanın haritası değişti.
Yeni devletler kuruldu. 21.yüzyılda, yani içinde bulunduğumuz
yüzyılda, başka türlü bir savaş yaşanıyor. Ekonomi ve teknoloji
savaşı. Türkiye malesef ekonomide de, teknolojide de çok gerilerde.
Bu hep gerilerde olacağımız anlamına gelmiyor. Almanya ve Japonya,
İkinci Dünya Savaşı’nda yerle bir oldular. Ama kısa sürede
toparlanarak dünyanın ekonomi devleri arasına girdiler. Biz neden
yapmayalım?
Röportaj: Vildan Akyürek
Kaynak: www.anadolugenclik.com.tr