Ilıcak'a göre Atatürk'ü putlaştıranlar
Abone olNazlı Ilıcak, Başbakan Erdoğan ve Abdulah Gül hakkında yazdığı yazıdan ötürü Oktay Ekşi'ye oldukça kızgın. Ilıcak'a göre Ekşi, Atatürk'ü putlaştıran çevreler arasında.
Nazlı Ilıcak, Oktay Ekşi'ye Başbakan Tayyip Erdoğan ve Dışişleri
Bakanı Abdullah Gül hakkında yazdıklarından dolayı oldukça kızgın.
Ilıcak'a göre Ekşi bazı düşünceleriyle Atatürk'ü putlaştırıyor.
"GÜLSUYU" KOKAN BİR İKTİDAR!" başlıklı yazısıyla Ilıcak, Ekşi'ye
cevap veriyor...
Kimi Kemalist çevreler, aşağılayıcı üslûptan bir türlü kendilerini
kurtaramıyor. Geçenlerde Metin Münir, iktidarın gülsuyu kokan
yeteneksiz bürokratlarla işi götürdüğü yazdı. Oktay Ekşi ise,
Avrupa Birliği başarısını Atatürk'e mal ederken, Abdullah Gül ve
Tayyip Erdoğan'ı, "Mecbur kalmadıkça Atatürk'ün adını anmamakla"
suçladı.
Yazıma güzel bir anektotla başlayayım: Pazar akşam üstü, Mustafa
Özkan'ın iftar davetinde İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu ile aynı
masayı paylaştık. Aksu'nun neşesi yerindeydi. Herhalde, fakir
sofralarından bir gün için bile olsa zengin sofrasına geçmiş
olmaktan dolayı memnun ve keyifliydi. Sanayi Bakanı Ali Coşkun ile
Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım'ın arasında geçen hoş bir lâtifeyi
nakletti:
"Nato hazırlıkları sırasında, Başbakan, Sanayi Bakanı Ali Coşkun'u
görevlendirmiş; Ali Bey'in de, aynı tarihte başka yerde işi varmış.
Tayyip Erdoğan'a demiş ki 'Efendim bu kadar yükün altından bir Ali
kalkamaz; bin Ali lâzım.'
Bunun üzerine Tayyip Erdoğan, Binali Yıldırım'a Ali Coşkun'a yardım
etmesini söylüyor. Ali Coşkun da, rahat nefes alıyor."
Aşağılayıcı üslûp
Cumartesi günü, Gül ailesinin konutta ziyaretine gittim. Belli ki
Dışişleri Konutu'na Hayrünnisa Hanım'ın eli değmiş; resmi konut bir
ev sıcaklığına bürünmüştü.
Abdullah Gül, kilometrelerce yol katediyor ama, hiç de öyle yorgun
görmedim kendisini. Herhalde, elde edilen başarılar ve aldığı
övgüler, ona kuvvet veriyor.
Uçakta Ankara'ya giderken, iki köşe yazarının makalesini okudum.
Biri Oktay Ekşi'nin, diğeri Metin Münir'inki idi. Öyle aşağılayıcı
bir üslûp kullanmışlar ki, şaşıp kalmamak mümkün değil.
Metin Münir, Kemal Derviş'i baş müzakereci olarak seçmeyi
düşünmediklerini söyleyen Abdullah Gül'e verip veriştiriyor: "AKP,
kendi cemaatinden olmayan kimseye görev vermez. Atadığı
bürokratların ehliyeti de o kadar umurunda değildir."
Ve lütfen şu cümleye dikkat ediniz: "Gülsuyu koksunlar, inisiyatif
göstermesinler, emriniz olur desinler yeter."
"Gülsuyu koksunlar" cümlesindeki o aşağılamayı hemen
seziyorsunuz.
Gelelim Oktay Ekşi'ye... Roma'da, Tayyip Erdoğan ve Abdullah Gül,
birlikte, Avrupa Anayasası Nihai Senedi'ni imzaladılar ya, Oktay
Ekşi buna sevineceğine, gene lâfını sokuşturmuş. Şöyle diyor:
"Roma'da yapılan törende, Türkiye adına imzayı Atatürk'ün adını
zorunlu olmadıkça ağzına almayan iki yetkilinin atması da,
başkasının değil Atatürk'ün eseridir."
Atatürk'ü putlaştırmak
Sürekli referans yüzünden, Atatürk sevimsiz hale getiriliyor. Darbe
yaparlar, "Atatürk'ün izinden gidildiğini" söylerler. Gençler
silâha sarılır, "Eylemlerini İkinci Kurtuluş Savaşı" olarak
nitelendirir. Devrim kanunları bahanesiyle, hiç geçerliliği
kalmamasına rağmen, hâlâ "Bey, Paşa" gibi ünvanlar Anayasa teminatı
altındadır.
Batılılaşma ve laiklik istikametindeki reformlar Atatürk'ten önce
başladı. Tanzimat Fermanı hiç yayınlanmamış gibi davranıp, sonraki
gelişmeleri de yok sayarak, her şeyi Atatürk'e bağlamak, onunla
yatıp kalkmak olur mu? Unutmayalım ki, Osmanlı İmparatorluğu bir
Avrupa imparatorluğuydu. Balkanlar'da kök salmamızı sağlayan
fetihleri nasıl gözardı edebiliriz? Bu zihniyet bizi köksüz bir
millet haline sokmak istiyor. Tarihimizi Atatürk'ten
başlatıyorlar.
Ekşi'ye göre, "Mecbur kalmadıkça Abdullah Gül ve Tayyip Erdoğan
Atatürk'ün ismini anmıyormuş!"
Ssizler de onun adını, olur olmaz her yerde çok sık anıyorsunuz.
Her meydana heykellerini dikip, onu adeta putlaştırıyorsunuz. 28
Şubat adını taşıyan müdahaleden sonra, işbaşına gelen "Atatürkçü
hükûmet", Türkiye'nin bu kadar fukaralaşmasına, İMF'ye ağır biçimde
borçlanmasına sebebiyet vermedi mi? Önemli olan Atatürk'ün adını
anmak değil, onun çizdiği yoldan muasır medeniyete ulaşmaktır.
Fuller'in yorumu
Dünkü Vatan gazetesinde, eski CİA görevlisi olarak tanıtılan Graham
Fuller'in bir röportajı yayınlandı. Fuller çok önemli bir noktaya
parmak basıyor ve "Batılılaşma, İslâmiyet'i aşağılayan bir hale
dönüşünce, Türk toplumunda bazı yaralar bıraktı, bir
memnuniyetsizlik yarattı. Halkın büyük bir bölümü İslâmiyet
konusunda daha fazla hürmet görmeyi, Osmanlı tarihi ile övünmeyi
istedi. Kemalistler seçkindi. Alt tabakadaki insanlarla
bağdaşamadılar. Şimdi sarkaç daha merkeze geldi. Anadolu
kaplanları, yeni bir Türkiye içinde rol almaya başladılar. Her şey
normalleşiyor" diyor.
Gerçekten de cumhuriyet Türkiyesi'nde, Batılılaşma İslâmî
kimliğinden ve öz kültüründen arınma anlamı taşıdı. Bu yüzden,
başörtülü bir kadına çağdaş diyemediler bir türlü. Dindar kişileri
horladılar, hatta tehdit unsuru gibi gördüler.
İmaj sıkıntısı
Şimdi aynı çifte standart, Avrupa Birliği bünyesinde Sünnî
Müslümanlara yönelik olarak devam ediyor ve bizim Kemalistler, bu
gayriadil duruşu, kendi haklılıklarının bir teyidi gibi göstermeye
çalışıyorlar. Özellikle 11 Eylül'den sonra, İslâmiyet fobisi,
Hıristiyan ülkelerde yoğunlaşabilir. Ama Müslüman çoğunluğun
yaşadığı bir Türkiye'de, biz sıkıntıda olan insanların derdine çare
bulmak zorundayız.
Hollywood'a transfer olan ünlü yönetmen Osman Sınav, Hürriyet'te
Yener Süsoy'un sorularını cevaplandırırken, Osmanlı'ya referansta
bulunuyor ve diyor ki: "1492 sadece Kristof Kolomb'un Amerika'ya
gidişinin tarihi değildir. Kolomb'un Amerika'ya uğurlandığı
günlerde, aynı limanlarda Osmanlı gemileri engizisyondan insan
kurtarmaya gidiyordu."
Biz kendi tarihimizden, kendi kültürümüzden, kendi dinimizden
utanır hale gelmeseydik, ne kadar hoşgörülü bir millet olduğumuzu
belki çok daha önceden Batı'ya anlatabilecektik. O zaman, Avrupa
Birliği halkı, Türkiye'ye karşı bu kadar tepkili olmayacaktı.
Kendi kuyumuzu kendimiz kazdık; bu yüzden imaj sıkıntısı
yaşıyoruz.
YAZI:Nazlı ILICAK