Ilıcak, Tezcan'a verdi veriştirdi
Abone olGazeteciler Başbakana ulaşamıyor. Değil Erdoğan'a özel kalem müdürüne ulaşmak bile imkansız. Bu etten duvara dikkat çeken Nazlı Ilıcak, danışmanları topa tuttu.
Gazetecilerin Başbakan Erdoğan'a ulaşamaması gözleri onun
etrafındaki isimlere yöneltti. Basın ile olan diyalog neredeyse
kopma noktasına geldi. Erdoğan'ın etrafına duvar ören danışmanlara
yazan Ilıcak pandoranın kutusu açıldı yazısıyla
medya ile bozulan ilişkileri ele aldı.
Bir süredir Tayyip Erdoğan'ın etrafıyla ilişkilerinin kesildiğini
anlatmak istiyordum. Oktay Ekşi'nin tavrı bana bu fırsatı verdi.
Tayyip Erdoğan, daima dostlarına karşı samimi ve yakın. Ama, onunla
görüşmenin zor olduğu ölçüde, herhalde kendilerinin öneminin
artacağını düşünenler var ki, yol kesiyorlar. Ahmet Tezcan, Hikmet
Bulduk ve Ömer Çelik... Bu çemberin ana halkaları. Buna mukabil
Nabi Avcı, Cüneyt Zapsu, Egemen Bağış gibi başbakanın yakın
çevresindeki kişiler, daima gerekli özen ve nezaketi herkese
göstermeye devam ettiler.
Oktay Ekşi Pandora'nın kutusunu açtı. Aylardır, -son haftalarda
yoğunlaşan bir biçimde-, Tayyip Erdoğan'ın etrafını alan bir
çemberden söz ediliyordu. Gerçekten de, Erdoğan'a ulaşmak mümkün
değil. 3 Kasım seçimleri öncesinde, onunla, demokrasi ve insan
hakları konusunda işbirliği yapmış olanlar, başbakanın uzağına
düştüler. Oysa, bir temas kurabilseler, belki çok şey anlatacaklar.
Medya ile ortaya çıkan bu kopukluğun giderilmesini sağlayacaklar.
Beklentileri bulunmadığından dolayı, gerçekleri daha rahat
konuşabilecekler.
Ama ne gezer! Özel Kalem Müdürü Hikmet Bulduk'a bile ulaşmak mümkün
değil. Hikmet Bulduk'un telefonları hep meşgul. Diyelim ki bir saat
süren ısrarlı aramalardan sonra, meşguliyet son buldu, Bulduk'un
sekreteryasına ulaşabildiniz ve not bıraktınız. Hikmet Bey size hiç
zaman dönmüyor ki!
Herkesin bildiği bir cümleyi hatırlatmak isterim: "İktidar
sahipleri, dostlarını bıraktılar; düşmanlarını memnun etmeye
çalıştılar. Zor günler gelince, düşmanları da onları bıraktı ve
yalnız kaldılar."
Mevcut iktidar ise, düşman/dost tefrik etmeden, yalnızlığı tercih
eder gibi görünüyor.
Sıkı bir çember
Ben şahsen, kaç tane başbakan tanıdım, böyle bir sıkı çembere hiç
rastlamadım. Önce, Tayyip Erdoğan'a bir mektup yazarak, bunu
bildireyim istedim. Çünkü, onun bunun farkında olmadığını
düşünüyorum. Gördüğü yerde eski dostlarla sıcak ilişki kuruyor,
hatta "Bunu yazacağınıza bana da söyleyebilirdiniz" gibi bazen
sitemde bile bulunuyor. Fırsatını bulup kendisiyle karşılaştığımda,
her zaman, bana randevu verdi. Ama, hiçbir zaman özel kalemi veya
basın müşaviri vasıtasıyla bir münasebet kuramadık. Zaten, burada
bahis konusu olan da, benim şahsım değil. Tayyip Erdoğan ve Emine
Erdoğan ile olan yakınlığımız hiçbir zaman yara almadı.
Eleştirdiğimiz resmi mekanizmanın tıkanıklığı. Bu arada,
istisnaların da altını çizmemiz lâzım. Nabi Avcı, Cüneyt Zapsu,
Egemen Bağış gibi başbakanın yakın çevresindeki kişiler, daima
gerekli özen ve nezaketi herkese göstermeye devam ettiler.
AK Parti'nin başarısını, ülkenin başarısı gibi gören ve iktidarın
zaafa uğramasını istemeyen bir çok köşe yazarı, yavaş yavaş
muhalefete geçtiyse, bunda ilişkileri koparanların rolü yok mu? Bu
düşüncelerimi bir mektupla iletmek yerine, kamuoyuna yansıtmayı,
sonradan daha yerinde gördüm. Geri planda fitne üretir duruma
düşmektense, şeffaflığı tercih ettim; sadece şahsi düşüncelerimi
değil, AK Parti kulisindeki söylentileri de gün ışığına
taşıdım.
Ekşi'nin doğru tavrı
Doğrusu, Oktay Ekşi'nin de tavrı beni yüreklendirdi. Ekşi, sözünü
sakınmadan, yolunu kesmek isteyenlere güzel bir ders verdi. Basın
Konseyi olarak, 13 gündür randevu talepleri vardı. Elbette bir
başbakan, bu talebi anında karşılayamazdı. Ama, hiç değilse,
randevu talep edenler boşlukta bekletilmek yerine,
bilgilendirilebilirlerdi. Oktay Ekşi, Ahmet Tezcan'ı, randevu
talebini takip eden günlerde defalarca aramış, ama geri dönüş
olmamıştı. Bunun üzerine Ekşi, randevu talebini geri çektiğini
kamuoyuna duyurdu. Haber Türk'te, Oktay Ekşi'nin karşısında Ahmet
Tezcan'ın mazeret üretme çabalarını hiç de inandırıcı bulmadım.
Çünkü başbakanın etrafını saran "çember" derken,
kastettiklerimizden biri de Ahmet Tezcan'dı; o ve onun gibi birkaç
kişi, Tayyip Erdoğan'ın önünde Çin Seddi gibi bir duvar
oluşturuyorlar. Herhalde, Erdoğan ile görüşmenin zor olduğu ölçüde,
kendilerinin de öneminin artacağını düşünüyorlar.
Medya ile ilişkiler
Sadece Basın Konseyi değil, gazete işverenleri de, Tayyip
Erdoğan'dan randevu alamıyor. Başbakanın medya ile ilişkilerinin
bozulmasında acaba, çevresindekilerin hiçbir rolü yok mu?
Her gün, gazetelerde, doğru veya yanlış haberler yer alıyor. Ahmet
Tezcan'ın veyahut aynı görevi ifa eden kişilerin, basın
mensuplarını arayarak, bilgi verdiğine, yanlışı düzelttiğine hiç
rastlamadık. Basın müşavirliği, kanalları açık tutmakla, ilişkileri
tanzim etmekle mükellef. Bu ilişkiler bozulduğuna göre, acaba kim
kusurlu? Tayyip Erdoğan gerçekten "hortumlarını kestik, onun için
bize düşman oldular" mı diye düşünüyor? Ona bu telkini mi
yapıyorlar? Bazı çevrelerin, -buna medya mensupları da dahil-,
Tayyip Erdoğan'ı ve AK Parti iktidarını içine sindiremediği doğru.
Öyle olsa bile, münasebetler yumuşatılarak, pekâla olumlu bir
noktaya gelinebilirdi. Geçenlerde, Ahmet Taşgetiren'in yazdığı
gibi: "Bütün siyasetnamelerde düşmanı azaltmak tavsiye edilir.
Yusuf Has Hacip, Kutadgu Bilig'de, 'Düşman biricik de olsa, onun
zararı bindir, binlerce dostun olsa bile, daima bir tanesi
eksiktir' der."
Küçük dağları kim yarattı?
Başbakan Tayyip Erdoğan'ın yakın çevresinde bulunanlar da
birbirinden pek haz etmiyor; ekibin içinde çatlak var; yarış var.
Bir çok kişinin, ya kaldırabileceği yükten fazlasını yüklendiği, ya
lâyık olduğu mevkiden, daha yüksek bir mevkie getirildiği için
yerini hazmetmediği kanaatini taşıyorum.
Meselâ, başbakanın siyasî danışmanı Ömer Çelik'i ele alalım. İki
yıldır düzelir ümidiyle bekledim. Ama, ümidimi kestim. "Küçük
dağları ben yarattım" havasına kapılıyorsa, hatırlatalım... biz
daha o, dağı tepeyi tanımadan zirve ile tanışmıştık.
Ömer Çelik, bazı kişilerle ilişkinin kopmasını sağlama konusunda
da, "Düşünce üretmekte" mahirdir. Bu maharetini Tayyip Erdoğan
üzerinde kullanıp kullanmadığını merak ediyorum. Tayyip Erdoğan
gibi, siyasetteki başarısını, samimiyetine borçlu olan birinin
ergeç doğruları göreceğine inanıyoruz.
Bir anı
Tayyip Erdoğan'ı sevdiğim ve AK Parti iktidarının başarısını
istediğim için, bütün açıklığıyla düşüncelerimi yazdım. Eğer tıkalı
kanalları açmazsa başına daha çok sıkıntılar gelebilir.
AK Parti'nin kuruluş günlerinde, Erkan Mumcu ile ilgili olarak
Erdoğan'ı uyarmıştım. Akşam gazetesinin dağıtımı durdurulmuştu ve
Refahyol hükûmeti, dağıtımı sağlamak üzere bir kanun geçirmeye
hazırlanıyordu. Erkan Mumcu, Anaplıydı; Adalet Komisyonu üyesiydi.
"Ben serbest rekabete inanıyorum, dolayısıyla bu kanun için lehte
oy kullanacağım" demişti. Sonra baktım aleyhte oy kullandı.
Sebebini sordum; "Mesut Yılmaz'ın talimatı" cevabını verdi. Bu
olayı Tayyip Erdoğan'a anlatmış ve Erkan Mumcu'ya karşı zihnimde
doğan soru işaretlerini nakletmiştim.
"Sinek küçük ama mide bulandırır" derler ya, aslında bana göre
sinek küçük de değildi. Bir ilkesizlik söz konusuydu. Burada da,
ister "vefasızlık" deyin, ister "fırsatçılık", ister "gurur", ister
"menfaatperestlik", yürümeyen bir şeyler var. Ayar bozulmuş.
Maalesef bozukluk, makinenin bütün dişlilerine yansıyor ve bugünkü
tablo ortaya çıkıyor.
* * *
Ben uzaktayım, onlar Tayyip Erdoğan'ın çok yakınında. Ben,
kendisini ikna edemem, halbuki onlar beni kötüleyebilirler. Ama
artık Pandora'nın kutusu açıldı ve çıplak gerçekler etrafa
saçıldı.
Beklentisi olanlar düşünsün.
Yazı:Nazlı Ilıcak
kaynak:tercumangazete.com