Ilıcak bazı söylentileri yazamıyor
Abone olNazlı Ilıcak muhafakazar kesimin sempatisini kazanan gazetecilerden. Son dönemde iktidar ile arası limoni. Ilıcak'ın kulağına söylentiler geliyor ama onun eli titriyor, çünk
Dünden Bugüne Tercüman baş yazarı Nazlı Ilıcak aynı gazetinin
muhabiri İrem Barutçu'ya konuştu. Ilıcak, 28 Şubat süreci,
siyasbetçilerle olan ilişkileri, AK Parti'nin icraatları ve
hükümete nasıl baktığını açıkladı.
Nazlı Ilıcak: "Bir dostum, bir konuda yazmamamı rica ederse,
"Hayır, gazetecilik ilkeleri budur! Buna inanıyorum ve yazıyorum"
demem. Bazı insanlar, gönlümü kazanırlarsa, elim
varmayabiliyor."
* Büyük bir kitlenin sahiplendiği, ancak bir başka kitlenin
diş bilediği, kıyasıya eleştirdiği bir gazetecisiniz. İlginçtir,
size diş bileyenler de, yine sizin sınıfınıza ait insanlar...
Burada bir çelişki görüyor musunuz?
Bahsettiğiniz hisler 28 Şubat sürecinde başladı. Daha önce, mensup
olduğum DP, AP ve DYP camiası beni çok seviyordu. Dolayısıyla o
kutuplaşma normal bir kutuplaşmaydı: Komünizm, anti-komünizm
kutuplaşması... Bir sınıf ihaneti söz konusu değildi. Fakat 28
Şubat'ta, başörtülülerin meselesine sahip çıkıp Tayyip Erdoğan'ı
savununca, Refah Partisi'ne yanlış yapıldığını söyleyince, Kanal
7'de program yapmaya başlayınca, ardından da Fazilet Partisi'nden
milletvekili olunca, işte dediğiniz bu tepkiler ortaya çıkmaya
başladı. Öyle ki, ahbaplarım, benimle ilişkilerini bile kestiler.
Hatta kızım Aslı'ya, "Annen, Erbakan'dan kaç para aldı? 2 milyon
dolar aldığı söyleniliyor!.." şeklinde sataşmalarda bulundular.
Bana duyulan bu tepki dolayısıyla, Mehmet Ali'nin başına da pek çok
sorunlar geldi, yargılandı, çok şükür beraat etti; ancak o dönemde,
hem Mehmet Ali, hem de ben gazetelerde teşhir edildik.
* O dönemde sizden "Viskici Nazlı" diye bahsedenler de
vardı! Bir çeşit sefahat hayatının içinde olduğunuza mı vurgu
yapılıyordu?
Mehmet Ali, 18-19 yaşlarındayken, babasının işleri
bozulunca Alem Gece Kulübü'nü açmıştı. Ben de, geceleri, Mehmet
Ali'ye yardım olsun diye, kendi çevremden arkadaşlarımı alıp Alem
Gece Kulübü'ne gidiyordum. Alem'de, geç vakte kadar eğlenceler
tertip ediliyordu. İşte orada, elimde tef veya bir kadeh viski ile
çekilen fotoğraflarım, 28 Şubat sürecinde, sanki ortada bir çelişki
varmış gibi, özel hayatım son derece pespayeymiş ve ben Fazilet
Partisi camiasına o, ya da bu şekilde girmişim gibi, büyük
gazetelerde yayınlandı.
* Tüm bunlara sinirleniyor muydunuz?
Ben bunların hepsine güldüm geçtim, çünkü gerçekle alâkası yoktu.
Ayrıca gece kulübüne gidebilirim; ama o kadar havai bir insan da
değilim!.. Orada Mehmet Ali'ye destek olmak için bulunuyordum. Ev
sahibiydim ve dostlarımızı eğlendirirken çekilmiş fotoğraflar, 28
Şubat sürecinde sözde beni karalamak için kullanıldı; ama bunlar,
hiçbir tesir yaratmadı. Halk kitleleri, başörtüsü mağduru, İmam
Hatip mağduru bir kitle beni çok seviyor...
* AKP'nin hükümete gelmesinin ardından, sizi o dönemde
protesto edenlerin tepkisinde bir değişiklik oldu
mu?
Tayyip Erdoğan iktidarı, bir takım şeylerin anlaşılmasına yol açtı.
Şimdi o çevre, Tayyip Erdoğan'ın iktidarından genelde memnun
görünüyor. Dolayısıyla bana da, "Amma da vizyon sahibiymişsin!"
diyorlar. Şimdi de böyle oldu!..
* Siz, para karşılığı saf tutabilecek yapıda bir gazeteci
misiniz?
Para karşılığı değil, ama dostluk karşılığı bazı şeyler
yapabilirim. Şimdi bir dostum bana gelip bir konuda yazmamamı rica
etse, "Hayır, gazetecilik ilkeleri budur! Ben buna inanıyorum ve
bunu yazıyorum" demem. Bazı insanlar, gönlümü kazanırlarsa, elim
varmayabiliyor. Zaten size şunu söyleyeyim, birçok gazeteci de
benim pozisyonumdadır. Meselâ Turgut Özal, çevresine bir takım
gazeteciler almıştır ve o gazeteciler, onun en büyük savunucuları
haline gelmiştir. Aslında, bir liderle çok yakınlaştığınız vakit,
gazetecilik açısından mahsurlar doğabiliyor. Dengeyi iyi kurmak
lâzım.
Bir örnek vereyim: Meclis'te, Susurluk davasında ben de böyle bir
tutum içinde oldum. Ben, "Susurluk meselesine bulaşanlar
yargılanmalı!" diye düşünüyorum. Bu, Mehmet Ağar da olsa
yargılanmalı!.. Ancak, onun dokunulmazlık dosyası parlamentoya
geldiğinde, Fazilet Partisi milletvekiliydim ve partimizin,
"Dokunulmazlığı kalksın" istikametinde grup kararı olmasına rağmen
onun aleyhinde oy kullanmadım. Çünkü Mehmet Ağar, Emniyet
Müdürlüğü'nden beri bize her zaman dost olmuştur. Gittim ve Bülent
Arınç'a, "Kusura bakmayınız, Mehmet Ağar benim dostum ve ben onun
aleyhine oy kullanmam" dedim. Üstelik Fazilet Partisi'nin Mehmet
Ağar'a karşı, "Derin devletin temsilcisi" gibi bir tepkisi
vardı.
Buna rağmen, oylama sırasında da, Mehmet Ağar'ın yanında oturdum.
Tabibenim aleyhimde de konuştular! Ne var ki, bir başka
milletvekili ise, parlamentoda Mehmet Ağar'ın aleyhine bir konuşma
yapacaktı. İsmini de yazdırmıştı. Halen AK Parti milletvekili olan
bu kişi, hiç kimseye haber vermeden o suçlayıcı konuşmasından
vazgeçti ve kürsüye çıkmadı. Meselâ, bunu da yapmam. Çünkü bu da,
partiye ihanet manasına geliyor. Sonuç olarak para ile fikrimi
katiyen değiştirmem; ama dostlukla en azından susmayı tercih
edebilirim.
* Gelelim eleştirilerinize... Örneğin Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi'nde görüşülen Leyla Şahin davasına Dışişleri'nin savunma
göndermesinden yola çıkarak hükümeti eleştirdiniz. "Bunlar erkek
değil, ürkek" ya da "Hangimiz seçim sandığına giderken kukla seçmek
isteriz ki!" gibi ifadeler kullandınız. Bunları yazarken,
"Dostluklarım bozulur mu!" düşüncesiyle kaleminiz titrer mi?
Bazen dikkat ederim. Ancak buradaki, haklı bir
davadan doğan bir eleştiridir. Prof. Mustafa Erdoğan yazmıştı:
Türkiye'deki gibi, hükümetlere bir şekilde askervesayetin olduğu
düzenlere, 'kukla' diyorlar. Bunların belirli bir siyaset alanı var
ve o alanın içinde faaliyet gösterebiliyorlar. Halbuki dünyadaki
hükümetlere baktığınızda, her şeye başbakanlar ve bakanlar karar
veriyor. Böyle olmaz... Türkiye değişecek...
Dolayısıyla, bizim bunları yazmamız zaten iktidarın işine gelir.
Neden işine gelir? Çünkü, onlar da değişim yanlısı!.. Ben
eleştireceğim, taban eleştirecek ki, onlar belirli bir istikamete
gidecek. Bu konularda elim titremez. Ama meselâ yolsuzluk konusu!..
Açıkça, ben bu iktidarı destekliyorum. Tayyip Erdoğan'ın başarılı
olmasını istiyor ve onun namuslu olduğunu düşünüyorum. Ne var ki,
bu iktidar içinde de, kulağıma zaman zaman bir takım yolsuzluk
iddiaları geliyor. Gönül ister ki, ben Tayyip Erdoğan'la daha sık
bir araya geleyim ve o yolsuzluk iddialarını, yazmadan önce, ona
şahsen iletebileyim. Çünkü bunlar zor konular... Yazıyorsunuz,
elinizde patlıyor. Çünkü tam bir delil yok. Hep, söylenti
biçiminde... İşte bunlara elim titriyor. Size söyleyeyim: Bu tip
şeyler ben de duyuyorum ve bunun aslını öğrenmek, tatmin edici
cevaplar almak istiyorum. Gerçi eski dönemlerle kıyaslandığında,
çok ciddi değil ama kimileri hakkında ufak tefek söylentiler
geliyor kulağıma ve onları yazmıyorum.
* Gelelim sizin başörtüsü meselesindeki hassasiyetinize...
Bazıları, bu konuyu kaşıdığınızı düşünüyor!.. Bu konuyu, 'kaşımak'
adına mı gündemde tutuyorsunuz?
Türkiye'nin gündeminden, maalesef, bu sorun eksilmediği için, o
sorun ortaya çıkınca ben de yazıyorum!.. Meselâ bir YÖK Yasa
Tasarısı ortaya çıkıyor değil mi! Birden bire, "Vay efendim, İmam
Hatipler'in önündeki kat sayıyı kaldıramazsın!" diye tutturuyorlar
ve bütün meslek liselerine yapılacak bir düzenlemeyi, İmam Hatip
noktasında düğümlüyorlar. O zaman, biz de bunu izah etmek durumunda
kalıyoruz. Veyahut, Atatürk Üniversitesi'nde olduğu gibi
öğrencilerin yakınlarını üniversiteye almıyorlar. O zaman bu
başörtüsü konusunu yazıyoruz.
Ya da, Anayasa Mahkemesi Başkanı, "Siz, kanunu değiştirseniz bile,
yine de başörtülüleri hiçbir şekilde üniversiteye alamazsınız"
diyor. Şimdi, tam tersine, konuyu bunlar kaşıyıp ortaya atıyor!..
Ben durup dururken hiçbir şeyi ortaya çıkarmış değilim!.. Şunu da
söyleyeyim: Toplumda, öyle bir sıkıntı var ki, bu sıkıntı, bir
talep olarak hepimize yansıyor. Biz, bu konuyu tabiki gündeme
getiririz. Ama bu, kaşımak değil... Çünkü haksızlığa uğrayan
başörtülüler var! Halbuki başörtülüler, üniversiteye girebiliyor
olsa, o zaman bunu hiç gündeme getirmem... Sen, hem bu yasağı
getiriyorsun, hem de "Kaşıma!..Gündemde tutma!.." diyorsun!.. Ben
de diyorum ki, "Sürekli gündemde tutacağım." Çünkü bu yasağın
kalkması lâzım...
"New York'ta, Fethullah Gülen'i
ziyaret ettim"
* Dindar mısınız?
Kur'an'ın gereklerini olduğu gibi yerine getiren bir insan değilim.
Ancak Allah'a şükür, Müslüman'ım!.. Ramazan'da, 30 gün boyunca oruç
tutmaya mecbursunuz. Ben, aralıklarla, ancak 1 hafta tutabiliyorum.
Ama içim de içimi yiyor, "Bugün de girdik günaha! Keşke bugün de
tutsaydık" diyorum... Namaza gelince... Beş vakit namaz kılmak
lâzım, değil mi? Ben, ancak arada sırada namaz kılıyorum. Biliyorum
ki, beş vakit namaz kılmak lâzım ve bu, İslâmiyet'e aykırı!.. Fakat
ne yapayım?.. Ben de diyorum ki, "Allah'ım, benim elimden de bu
kadar geliyor!.. İyi bir Müslüman olarak eğitilmemişim..." Fakat
netice itibariyle, kendimiz için namaz kılıyor, kendimiz için oruç
tutuyoruz. Bizim namazımız, Allah'a bir fayda sağlamıyor ki!..
Kendi gönül rahatlığımız için, kendimizi temiz hissetmemiz için
yapıyoruz ve bize müthiş bir pozitif enerji veriyor...
* Peki diğer dinleri nasıl algılıyorsunuz?
Her dinin önemine inanıyorum. Hıristiyanlar, ya da Museviler
cehenneme gidecek gibi bir düşünceye asla inanmam!.. İnsanın,
dünyada yaptıklarıyla, insanlığa hizmetleriyle değerlendirileceğine
inanıyorum. Tesadüfen Hıristiyan doğmuş diye cehenneme gidecek,
olur mu?.. Bu kanaate de şöyle vardım: Dame de Sion'da okurken,
kendisini Allah'a adamış rahip ve rahibeler görüyordum. O kadar iyi
insanlardı ki!.. Fakir ve fukaraya, düşkünlere yardım
ederler!..
O zaman şunu düşünmüştüm: "Ben Müslüman'ım diye cennete gideceğim
ama bu rahibeler niçin cehenneme gitsin?.." Bakın, dinde de akıl
önemlidir. Ben, akılla, dininancı harmanlıyorum. Din adamlarına
ise, çok hürmet ederim. Özellikle Fethullah Gülen'e çok hürmet
ediyor; onu, çok beğeniyorum. Yanında huzur buluyorum. Meselâ,
Newyork seyahatinde de, koşturdum Fethullah Gülen'i ziyaret ettim.
Hoca Efendi'ye dedim ki: "Her şey iyi olsun diye, benim için dua
edin lütfen!.." Türkiye'ye döndüğümde de, çok sıkıldığım bazı
şeylerin düzeldiğini gördüm.
* ABD gezisi sırasında, Başbakan Erdoğan'ın
uçağında içki içilmemesi dahi polemik konusu oldu. Başbakan içki
içmiyor diye içki içmemek aklınızdan geçti mi?
Uçakta, sağlık açısından zararlı olduğu için, genelde içki içmem.
Stres altında, zaten bundan keyif de almam. Genel hayatımda ise,
akşam çıktığımda zaman zaman içki içerim. Üstelik geçmişte, gerek
Tayyip Erdoğan'ı, gerekse Recai Kutan ve Abdullah Gül'ü bizim
evimize davet ettiğim zaman, kendilerine olmasa da, diğer
misafirlere içki ikram ettim. Hatta bu, sanki yadırganacak bir
şeymiş gibi, "Nazlı Ilıcak, Faziletliler'e yemek verdi ve içki
ikram etti" diye gazetelerde de haber oldu. Tabiikramımızın bir
parçası olan bir durumu, sanki gayri tabibir durummuş gibi manşete
taşıyıp tartışmaya açınca, insanlar daha çok rahatsızlık duyuyor.
Bunu, tabiakışı içine bırakmak lâzım.
* Peki siz Başbakan Erdoğan'ın yanında içki içiyor musunuz?
Tayyip Erdoğan ile üçlü, dörtlü, beşli bir masada oturduğumda, onun
inançlarına saygı duyduğum ve Tayyip Erdoğan ile kafa çekmek için
değil de, çalışma toplantısı çerçevesinde bir araya geldiğim için
içki içmemeyi tercih ederim. Ama daha kalabalık ve farklı bir
toplantı ise ve eğer arzu ediyorsam içerim...
* Bir dönem, bazı gazetelerde bikinili fotoğraflarınız yayınlanıyor
ve bir yandan da, sizin Fazilet Partisi milletvekili olduğunuza
gönderme yapılıyordu. Bunlar, sizi destekleyen kitlelerde hayâl
kırıklığı yaratıyor mudur?
Muhafazakâr kitle ne düşünüyor, bunu bilemiyorum!.. Ama beni
gördüklerinde, çok sevdiklerini söylüyorlar. Muhafazakâr kitle
için, benim ne tip bir kıyafet içinde olduğum önemli değil
ki!..
* Bunları gündeme getirenler, sizin rahatsız olacağınızı mı
düşünüyor?
Sözde bunları yazarak beni küçük düşürecekler. Bakın, bunlar günah
diyelim... Kur'an'ı bilenler buna günah diyorlarsa, ben bu günahı
kabul ediyorum. Ancak Kur'an'daki en önemli günahın bikini giymek,
ya da saçını açmak olduğunu zannetmiyorum. Çok daha büyük günahlar
da var. Başını da örtersin, ama çok daha günahkâr da olabilirsin.
Herkes günah işlediğine göre, "Bu da bizim günahlarımızdan biridir"
diyebilirim.