AKP kurmayları söylemlerinin içine bolca serpiştirdikleri dinsel
temalarla şükürcülüğe mahkûm ettikleri halktan uzun süre istifade
ettiler.
“Hem etinden hem sütünden” misali bir yandan
halkı taassuba teşvik ederken diğer yandan aynı halkı sömürmenin,
köleleştirmenin yollarını aradılar.
İstismarda sınır tanımadılar.
İstismar aracı olarak kullandıkları inanç meselesi soğudukça
altını ateşleyerek ısıtıp yeniden servis ettiler.
Sayın Başbakan bu ısıtma yöntemini Lütfi Kırdar Kongre
Merkezi’deki konuşmasında “Bir başbakan
gündem oluşturmuyorsa o görevde bulunmasın
zaten” diyerek açıklığa kavuşturdu!
Başbakanın “İki tane ayyaşın çıkardığı
yasa” sözü üzerine gelen tepkilerden sonra gündem
oluşturmayı görevleri arasında göstermesi ne derece kabul
edilebilir bilemem.
Bildiğim şudur ki; bana göre de Sayın Başbakan o sözüyle
Atatürk’ü ve İnönü’yü kastetmemiştir.
Çünkü Gazi Mustafa Kemal Atatürk ile mukayese edilebilecek bir
lider henüz bulunmamaktadır ve günümüzde yeryüzünde yaşayan
hiçbir lider o çapta ve yeterlilikte değildir!
Lakin Sayın Başbakan bu konuya bir açıklama getirmeli ve kimi
kastettiğini açıklayarak kamu vicdanını rahatlatmalıdır.
Başbakanın Lütfi Kırdar Kongre Merkezi’de yaptığı konuşmada
dikkat çeken bir şey daha vardı;
Her nedense konuşmasında Taksim’de başlayarak Tüm Türkiye’ye
yayılan gösteriler ve güvenlik kuvvetlerinin ortalığı kan gölüne
çeviren müdahalesinden tek kelime etmedi!
Atacakları her adımın doğruluğunu tartışmak yerine çözüm yolu
olarak şiddete başvurmalarını izah edemeyeceğinden
olsa gerek, es geçti.
Ama bu es geçme, yok sayma AKP’nin yanlış adımlarına karşı
oluşan tepkiyi yok etmeye yetmez.
Tepkilerin yok edilmesinin tek yolu vardır o da; atılacak her
adımda kamu yararının gözetilmesi ve akılcı yolların tercih
edilmesidir.
Hükümetin yanlış uygulamalarına karşı itirazların derecesi
değişebiliyor. İtirazlar bazen cılız bazen sert olarak değişkenlik
gösterse de, ülkeyi yönetenlerin çözüm yöntemi diye benimsedikleri
polis gücü ve şiddet hiç
değişmiyor.
Tazyikli su, biber gazı spreylerinden sonra şimdi de biber gazı
bombaları hatta plastik mermiler kullanılmaya başladı!
AKP eşittir istikrar söylemleri ile ülkenin dört bir yanında
yaşanan eylemleri aynı çerçeve içine koyarak karşısına geçip şöyle
bir bakalım.
Ne dersiniz, şık duruyor değil mi?
“Yeter ki sen doğru dur, eğri kendini belli
eder” deyimi tam da bu durumu ifade ediyor aslında.
İstanbul’u AVM cehennemine çevirme aşkı AKP’nin gözünü bu kadar
mı kararttı?
Birkaç markanın daha çok para kazanması uğruna halkın nefes
almasını sağlayan alanların katledilmesi hangi mantıkla
örtüşebilir?
Bu nasıl bir para hırsıdır?
Tarihi dokusu ve yeşiliyle özdeşleşmiş bir dünya kentini
dikey tabutlar cehennemine çevirme hakkını nereden
aldınız?
Televizyonlarda yetkililerin konuya ilişkin açıklamalarını
izleyince acıma duygusuyla karışık elimde olmadan öfkelendim.
Açıklamalarında tükenmişlik, köşeye sıkışma psikolojisi ve
bilindik yalan destekli klişe söylemler vardı.
Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş televizyonda konuşma
yaparken sökülen ağaçlar için “fidan bile değil,
çalı” dediği anda arka fonda dozerin yıkmaya çalıştığı
ağaçlar ekrandaydı!
Dozerle çalı sökülüyordu!
Yetkililer “Müdahaleden başka çare yoktu”
derken bile müdahaleden başka çözüm düşünemediklerini itiraf
etmekteydiler!
Başbakan ise daha pratik bir yol bulmuş ve gösterilere katılan
halkı tümüyle İLLEGAL olarak tanımlamaktaydı.
Bütün bunlardan şunu çıkarmak mümkündür;
Ya AKP’nin icraatlarına boyun eğer, kabullenirsiniz ya da
illegal konumuna düşersiniz!
Mantık böyle olunca Gezi Parkı eylemi AKP’nin gayrimeşru konuma
düşmesini sağlayacak kitlesel halk hareketine dönüşmesi de
beklenmelidir.
Zaman AKP’nin ülke yönetiminde halka rağmen değil halkın
beklentilerine uygun adımlar atma yönündeki samimiyetini ispat etme
zamanı.
Bekleyip göreceğiz…