Günümüzde insanlar maalesef aile kurmaktan korkar oldular. Oysa
ki aile hem bu dünyanın hem de ahiretin süsü,
güzelliği. Ama gelin görün ki biz bugün bu müesseseyi
kurmaktan imtina hale geldik, daha doğrusu getirildik.
Pandemi öncesinde önceki evliliğini sonlandırmış, ikinci bir
yuva kurma peşinde olan arkadaşımla uzun bir aradan sonra
karşılaşınca kendisine takıldım. “Fırsat bu fırsat, sonbaharda
ikinci dalga gelecek diyorlar, yazın yap şu evliliği de uzatma bu
işi daha fazla. Nikahına bizi de davet edersin artık”
dediğimde “Hocam, resmi nikah yapmayı düşünmüyoruz, sadece imam
nikahı ile evleneceğiz” diye karşılık verince açıkçası
şaşırdım. “Niye ki?” diye şaşkınlıkla sorduğumda
“Hocam, evlilik kolay da boşanmak o kadar zorlaştı ki? Mahkeme
kapılarında yıllarca gel git, nafaka derdi ayrı bir sorun. Yarın ne
olur ne olmaz, hayat bu, olumsuz bir durumla karşılaşırsak
uğraşmayalım diyoruz” cevabını aldım.
Şaşkın şaşkın bakarken “Hocam, şaşırmana gerek yok, bu tarz
evlilikler arttı son zamanlarda. Hatta resmi nikah yapanlar da
evlilik sözleşmesi yapıyorlar, eğer boşanırlarsa birbirlerine
zorluk çıkarmayacakları konusunda. İnanın şimdi evlenmek değil de
boşanmak bir dert oldu” demesin mi?
Nasıl yani!
Daha evlenmeden boşanmanın planlarını yapmak…
Bu düşünceyle yapılan evlilikler ne kadar sağlıklı olabilir
ki?
Biraz sohbet edince bu düşünce tarzının arkasındaki malum sebep
hemen kendini gösterdi: İstanbul Sözleşmesi.
Meğer bizim aile ve kadını koruyalım diye çıkardığımız
kanun ve yönetmelikler aile kurumunun önündeki en büyük engel
haline gelmiş.
İnsanlar resmi evlilikler yapmaktan korkar hale gelmişler.
İstanbul Sözleşmesi’nin aileyi koruyacağım diye
getirdiği saçma tedbirler mevcut ailelerin parçalanmasına yol
açtığı gibi sütten ağzı yananlar yoğurdu üfleyerek yeme durumuna
gelmişler!
Korkarım bu durum bu şekilde devam ederse yakın bir gelecekte
“resmi” olarak “aile” kavramına hasret
haline geleceğiz.
Gerçekte evli olan ama resmiyette evli olmayan ve aile
olarak gözükmeyen birliktelikler çoğalacak!
Virüs günlerinde sosyal mesafe gereği önlemlerle dolu günler
geçiriyoruz. Önlemlerin başında da Camiler ve Cuma namazları geldi.
Lakin asla namazlarımızı terk etmedik. Bu önlemlerden mülhem,
toplumda yaşanan ahlaki çöküntüyü vurgulama amacı
ile bir hocamın aile kurumunun geleceğine dair yaşanan
tehlikeye dikkat çekmek için söylediği şu sözleri
hatırlıyorum:
"Yedi minareli Cami yapılsa da beni teselli edemezsiniz.
Cami olmasa da ben düz bulduğum her yerde 'Allahuekber' deyip
namazı kılarım. Benim Peygamberim, Kâbe’nin dibinde bile on üç sene
namaz kılamadı. Kâbe’nin dibinde namaz kılamadı, bir eksiği mi
oldu? Bu ümmet çöllerde de namaz kılar ama ailesiz insan
olarak devam edemez"
Durumu abarttığımı ve dramatize ettiğimi düşünenler olacaktır
mutlaka ama bunun şu anda az sayıda olsa da konuşuluyor ve
fiiliyata geçiriliyor olması ileride maalesef çok ciddi sıkıntılara
yol açacaktır.
İnanın ben ve bazı yazar arkadaşlarımız İstanbul
Sözleşmesi’nin zararlarını anlatmaktan adeta dilimizde tüy
bitti. Bu sözleşmenin getirdiği zararlar istatiksel olarak
rakamlara da yansımaya başlamasına rağmen hâlâ niçin tedbir alınmaz
bilinmez.
Tedbir alınması için illa ki kanun koyucuların da bu sözleşmeden
zarar görmesi mi gerekiyor?
Biliyorum, yazının başlığına bakıp farklı şeyler yazacağımı
düşünenleri hayal kırıklığına uğrattım. Ancak benim yaşadığım hayal
kırıklığı karşısında sizinki devede kulak kalır.
Düşünebiliyor musunuz “aile” elimizden kayıp
gidiyor ve biz bir şey yapamıyoruz.
Sadece seyrediyoruz ve adeta kör ve sağır duvarlarla
konuşuyoruz.
Bu sözleşme eğer bu şekliyle yürürlükte kalmaya devam ederse
bilelim ki “aile” adına daha çoooook hayal kırıklıkları
yaşarız…